Bülent geldi
Sürekli insanları suçluyordum; ailemi, annemi, babamı, toplumu, arkadaşlarımı, bana vurulan darbeleri… Ateş püskürüyordum. Bu suçlamalard, şikayetler, kendime acıma hali bitip tükenmek bilmiyordu. Tam anlamıyla bir kuyunun dibindeydim, diri diri gömülmüş gibiydim. 1980’e doğru, birdenbire şöyle bir düşünceye kapıldım. “Hiç mi” diye sordum kendi kendime, “Yeşilçam’da hiç mi insana benzer, bana insanca davranan biri olmadı? Gerçekten benim hiç mi dostum yok?”
Tuhaf bir şeydi, hafızam kendisini birkaç kez gördüğüm Bülent Oran’ın isminin altını çizdi… Tanıdıklarım içinde bana en dostane bakan, gözlerinde dostluk okunan tek kişi Bülent’ti. Fevzi Tuna’nın telefonunu buldum: “Fevzi, Bülent nerelerde?” diye sordum. Bilmediğini ama öğrenebileceğini söyledi, ara sıra görüşüyorlarmış. “söyle, Bülent beni arasın!” dedim. Böyle tuhaf bir şey geçti içimden. Bülent mesajı alır almaz beni hemen aradı ve geldi. Son gördüğümde şişman bir adamdı. Anneme dedim ki, “Şimdi çok şişman bir adam gelecek.” Fakat Bülent onu görmediğim süre içinde elli kilo vermiş. Veremli biri gibi geldi buraya. “Bu mu şişman adam” dedi annem. Bülent geldi.
Bülent sık sık gidip geliyor. Bir süre sonra evlenmeye karar veriyoruz; bana müthiş bir merhametle sahip çıkıyor, beni hayata çevirmek için birtakım şeyler buluyor, gayret gösteriyor.
(…)
Bülent’le Yeşilçam’da olduğum süre içinde ihtilaflı bir durumumuz vardı, ayrı tarzların senaristleriydik biz. Onun yaptığı işlere bir hayli içerler, onları ticari bulurdum. Bizler, Halit Refiğ ve Metin Erksan mesela, daha sanatkârane bir sinemadan yanaydık. Fakat Bülent’in insan yanına paha biçilemezdi. Bütün ihtilafların üzerine sünger çekerek onunla uzun uzun konuşmaya başladım. Bülent’in bana söylediği, hiç unutamayacağım, çok dokunaklı bir söz vardı. Bir gün beni dinledi, dinledi… “Seni” dedi, “İnsanlar boyuna posuna bakarak kuvvetli bir şey zannediyorlar, oysa Andersen’in yağmur altında yalınayak kibrit satmaya çalışan Kibritçi Kız’ına benziyorsun!”
Ayşe Şasa, Bir Ruh Macerası’ndan
İZDİHAM