2 Eylül 2016

Balat nasıl korunmalı?

ile izdiham

Orhan Pamuk anlatmıştı, İstanbul’u gördüğünde Edward Said “Ne kadar da iyi korumuşsunuz” demiş… Pamuk, Nil kıyısında neredeyse tarihi hiçbir yapının kalmadığı Kahire’yi gördüğünde Edward Said’in ne demek istediğini daha iyi anlamış. Biz İstanbul’u 200 yıldır yüzde yetmişinin değişmediği söylenen Roma’yla ya da Paris’le karşılaştırdığımız için bu koruma işini hiç beceremediğimizi düşünürüz.

Kentin tarihi alanlarının önemli bir kısmı yıkıntıya dönüşmüş olduğuna, buraları korumakla ilgili yasalar delik deşik edildiğine, tarihi eserler çoğu kez yıkılarak yenilenebildiğine göre bu düşüncemizde pek de haksız sayılmayız.

Türkiye’de tarihsel değeri tescillenmiş yapılardan sorumlu koruma kurulları ve tüm bunları düzenleyen ünlü bir 2863 sayılı yasa vardır. Aslında bu yasa ve onun etrafına örülen sistem, tıpkı müzeciliğimiz ya da başka kültürel konularda olduğu gibi katı bir korumacılık içerir. Temel prensip uzun yıllar boyu, kamusal olanı kötü niyetli mülk sahiplerinden ve inşaatçılardan esirgemek olmuştur. Ne var ki kentin merkezinde rantın inanılmaz seviyeye ulaşması, inşaat sektörünün politik irade tarafından ekonominin lokomotifine dönüştürülmesi ve en az bunlar kadar önemli olarak yapıların artık çökecek seviyede eskimesi bu konuyu siyasi iktidarın da gündemine getirmişti. Buldukları çözüm, yılların koruma sistemini by-pass etmek oldu. 2005 yılında çıkan 5366 sayılı bir yasa ile İstanbul’da Yenileme Alanları ilan edip bu alanlarla ilgili özel hukuki koşullar getirip özel koruma kurulları kurdular. Hemen hemen hepsinde yoksul insanların oturduğu bu yenileme bölgelerinin ‘soylulaştırılması’ için düğmeye böyle basıldı.

Soylulaştırmanın iki temel sakıncası vardı. Birincisi sosyal, diğeri mimari. Neredeyse tamamında yoksulların oturduğu bu bölgelerde tasarlanan yapılar üst gelir gruplarını hedefliyordu ve dolayısıyla o yoksulların oradan çıkması gerekiyordu… Tarihi yapıları değil tarihi bölgeyi ele alan bir yenileme anlayışıydı bu. Bölgeyi parsel parsel, ev ev değil ada bazında yani bloklar halinde ele alıyor, inşaatın da bu şekilde yapılması planlanıyordu. Böylece dış cephesi eski evleri andıran, içeride ise tamamı birleştirilip içine otoparkından alış veriş merkezi, konut ve ofislerine günümüz yaşantısına uygun devasa yapılar tasarlanıyordu. Neticede tarihi evleri ve bölgelerin ruhunu yok edecek bu yenileme projeleri çok tepki çekti. Özellikle üç bölgede odaklanıyordu tartışmalar: Tarlabaşı, Sulukule ve Balat.

Bugün Sulukule’de Romanlar yok. Evlerin tamamı yıkıldı ve eski İstanbul evlerini andıran yepyeni konutlar yapıldı. Tarlabaşı’nda da devasa bir alandaki tüm eski evler yıkıldı, inşaat hala sürüyor. Balat ise mahkeme kararlarıyla engellendi. Yani itiraz edenlerin kazandığı tek vaka olarak tarihe geçti…

‘Neoliberal Kent Politikaları ve Fener-Balat-Ayvansaray’ adlı kitap işte bu mücadeleyi anlatıyor. Kitapta bölgenin önemini, evrensel koruma ilkelerini ve neler yapılması nelerin yapılmaması gerektiğine değiniliyor. Okuduklarımızdan anlıyoruz ki Balat’ta mahalle sakinlerinin ‘yenileme’ istememeleri ve hukuki süreçlere destek vermeleri sayesinde başarı sağlanmış. Bir tür sempozyum kitabı gibi yer yer tekrarlar içerse de ‘Bir Koruma Mücadelesinin Öyküsü’ alt başlığını taşıyan bu kitap gerçekten de konuyla ilgili çok önemli bilgiler içeriyor.

KORUMA MESELESİ VE DİĞER ŞEYLER
Aslında bu ‘koruma’ meselesi de içinden çıkılamayan herşey gibi ‘hassas ve karmaşık’tır. İçinden çıkılamaz çünkü bir yanda sosyal yapıyı ve eski binaların tarihi özelliklerini korumaya dönük prensipler vardır. Ama ne o köhne binalarda oturan alt gelir grupları, ne o binaları tamir ettirebilecek üst gelir grupları ne de yerel yönetimler bu koruma prensiplerini beğenir. Herkes o yapıları kendi ihtiyacına göre şekillendirmek ister. Mevcut durum ‘verilmeyen izinler’, ‘uzun ve pahalı restorasyon projeleri’ ve bu haliyle o yapıda oturmaya ‘razı olanlar’ arasında bir yerde sıkışıp kalmıştır. Nitekim bu sıkışıklıkta İstanbul’un ahşap yapı stoğunun neredeyse tamamını kaybettik gitti. İşin ilginci artık kagir, yani tuğla binalar da yüz yaşını çoktan geçti ve kendi kendine hem de içindeki insanlarla birlikte çökmeye başladılar. Bu durumda yapılması gereken ne? Yenileme Alanı projelerine hız vermek mi? Yoksa tek tek restorasyon projelerini özendirmenin bir yolunu bulmak mı?

Kitabın en iyi yazılarından birine imza atan ve Balat bölgesinin sosyal yapısıyla ilgili önemli bilgiler veren Asuman Türkün, yapıların durumunu şöyle özetliyor: “Bölgenin tarihi yapısı nedeniyle yapılaşma ve onarım izni olmadığı için pek çok ev boşalmıştır ve yıkılmaya terk edilmiştir. Yerel yönetimlerin bu binalarla ilgili kalıcı çözüm üretmediği ve yıkılma tehlikesi olan binaların etrafını sadece demir koruma panelleriyle çevirdiği ifade edilmektedir.”
Bu yapıları yıkılmaya terk etmemek için kamu yönetiminin devreye girmesi gerekiyor. Çiğdem Şahin imzalı yazıda ise meselenin neden bir ‘neoliberal’ mesele olduğu şöyle özetleniyor: “Bu tür alanlar için doğru yaklaşımın, buradan kazanç elde edilmesini hedeflemek yerine bölgenin tarihi ve kültürel dğeerleri göz önünde bulundurularak, gerekirse devlet bütçesinden kaynak aktarılarak binaların özgün yapısına uygun şekilde restore edilmesi olduğunun altı çizilmelidir.”

Evet çözüm neoliberal politikalarla kültürü, parayla çarpıştırmak değil. Tastamam sosyal demokrat politikalarla o evlerde yaşayan ve ihtiyacı olanlara gerekli para ve bilgi desteğini vererek evleri de sosyal dokuyu da kurtarmaktır. Bugün kentin o eski dokusunu koruyan nadir yerlerinden biri olan Balat, kent içi turizmin de çekim noktalarından birine dönüşmüş durumda. Kentin her kesiminden insanlar eski İstanbul’u hatırlatan bu sakin mahalleye ilgi gösteriyor. Bakalım Balat ve çevresini doğal taribata ya da inşaat firmalarının yıkımına teslim etmeyecek o çözüm bir gün gelecek mi…

NEOLİBERAL KENT POLİTİKALARI VE FENER-BALAT-AYVANSARAY
Bir Koruma Mücadelesinin Öyküsü
Editörler: Zeynep Ahunbay, İclal Dinçer, Çiğdem Şahin
İş Bankası Kültür Yayınları, 2016
437 sayfa + haritalar

Cem Erciyes değerlendirdi, RadikalKitap

İZDİHAM