-
Captain Fantastic
Bu hafta vizyonda olup çok az sayıda salonda gösterim şansı bulan filmlerden Kaptan Fantastik. Senaristliğini ve yönetmenliğini yirmiye yakın filmde aktörlük yapmış Matt Ross üstleniyor. Ross’un dördüncü uzun metraj filmi. Amerika yapımı olmasına rağmen bağımsız bir çizgide duruyor. Şu ana kadar sekiz ödül kazanan film aynı zamanda Cannes Film Festivali’nde “Belirli Bir Bakış” ödülü kazandı.
Film; şehirden, medeniyetten ve modernist düzenden uzakta, kendine bir dünya kurmaya çalışan “fantastik aile”yi merkeze alıyor. Ben Cash, altı çocuğunu hem bedenen hem de entelektüel açıdan, kurdukları kamp alanında, gerçek dünyadan uzakta eğitiyor. Her gün yaptıkları zorlu antrenmanlar, koşular, avlar, kaya tırmanışları onları “gerçek” doğa yaşamına hazırlarken yaptıkları edebi, bilimsel, felsefi ve siyasal okumalar zihin dünyalarını aydınlatıyor. Annelerinin ölümü ile altüst olan düzenleri, cenazeye gitmek için şehre inmek istemeleri ile iyice karmaşıklaşıyor.
Matt Ross filmde Amerika’yı, daha doğrusu moderniteyi yerden yere vuruyor. Kapitalist sistemi, insanların gerçek hayata hazır olmayışını, doğa karşısında aciz kaldığını ve gitgide şişmanlaştığını büyük harflerle belirtiyor. Fakat filmin sonu, bir nevi kabulleniş ve boyun eğme içeriyor. Benim kafamda, bir izleyici olarak, soru işaretleri bıraktı.
Filmin başrolü Viggo Mortensen, gerçekten çok iyi bir iş çıkarmış. Ünlü aktöre, George MacKay, Samantha Isler, Annalise Basso ve Nicholas Hamilton eşlik ediyor. Görüntüler ise doğa gibi güzel.
-
Ölüm Alfabesi: Kötülüğün Başlangıcı
Bu haftanın tek korku filmi Ölüm Alfabesi. Klasik korku filmi formunda, bundan önce defalarca kere işlenmiş olan bir konuyu merkeze alıyor. 1960’larda geçen hikâyede, bazı hileler kullanarak ruh çağırma seansları yapan ve bu yolla para kazanan, dul bir anne ve iki kızdan oluşan bir aileyi görüyoruz. Bu seansları daha etkili hale getirmek için eve alınan bir ruh çağırma tahtası evin küçük kızını etkisi altına alınca olaylar korkunç (!) bir hal alıyor. Küçük kıza musallat olan kötü “şey”leri yok etmek için evdekiler ve kızın öğretmenliğini yapan bir papaz elinden geleni yaparlar.
Oyuncu kadrosu; Henry Thomas Elizabeth Reaser, Doug Jones, Parker Mack, Kate Siegel, Annalise Basso gibi isimlerden oluşuyor.
Filmin ikinci yarısıyla beraber, farklı birkaç olayı hikâyeye yedirilerek olay genişletilmeye çalışılmış fakat başarılı olunamamış bence. Bundan önce Oculus ve Before I Wake gibi işleriyle yönetmen Mike Flangan daha iyi işler çıkarmıştı.
Son sahnesi ile devam filminin haberini veriyor.
-
İkinci Şans
Haftanın romantik filmlerinden biri de Özcan Deniz’in yazıp yönettiği İkinci Şans. Deniz’in yönetmenliğini yaptığı beşinci uzun metraj film.
Asmalı Konak ile sinema kariyeri başlayan Özcan Deniz bu işe tutkulu olduğunu söylüyor. Daha önce yaptığı işlerde genelde Kore uyarlaması yaparken bu sefer senaryoyu da kendi kaleme almış.
Gişe filmlerine özgün kodlar bulunduran filmin konusu ise şöyle: genç yaşta İstanbul’a göçen Cemal sıfırdan gelerek “elegan” bir yaşama sahip olmuş. Lüks bir lokanta sahibi olan Cemal, karizması ile de kendinden genç kızlar ile günübirlik ilişkiler yaşar. Çok da tanımadığı oğlunu yanına alır ve onu yetiştirmeye çalışır fakat oğlunu kabullenemeyen, ona sevgi göstermeyen bir profil çizer. Bu sırada oğlunun internette tanıştığı kızın annesi ile aralarında bir elektriklenme olur. Matematik öğretmeni olan Yasemin ile daha önce yaşamadığı duyguları tadacaktır. Ama hâlâ eski alışkanlıklarından kurtulamayan Cemal oğlundan ve Yasemin’den ikinci bir şans isteyecektir.
Filmin başrolünde Özcan Deniz’e, daha önce Asmalı Konak’ta rol arkadaşı olan Nurgül Yeşilçay eşlik ediyor. Bunun yanı sıra Mesut Can Tomay, Afra Saraçoğlu, Berrin Arısoy Akhasanoğlu ve Fulya Şirin gibi isimler de oyuncu kadrosunda bulunuyor.
Her filmiyle ortalama 1,5 milyon gişe yapan Özcan Deniz, İkinci Şans ile de aynı başarıyı sağlayabilecek mi, göreceğiz.
Haftanın Önerisi
-
Güneşli Pazartesiler – 2002 (Yön: Fernando Leon de Aranoa)
Geçen hafta izlediğim bir filmin ardından aklıma Güneşli Pazartesiler geldi. Çünkü filmin konusu işçi sınıfının sorunları idi. Bu konuda yapılmış en etkileyici filmlerden biri de, Aranoa’nın Los Lunes Al Sol’u.
İspanya’da geçen hikâye merkezine işten çıkarılan tersane işçilerini alıyor. Bu işçilerin kendini savunma çabaları, farklı iş arama girişimleri, tazminat beklentisi ve en önemlisi hayatta kalmak zorunda oluşları sıcak, samimi, gerçek ve özgün bir şekilde anlatılmış. Belki milyonlarca kişinin yaşadığı sorunları modern dünya, işçi-işveren, aile ve arkadaş çerçevelerinden yansıtıyor. Kimin yaşadığı, yaşanılan hayatın nasıl bir şey olduğu, dünya düzeninin sorgulaması yapılıyor. Her ne kadar görüşlerinin bazılarına katılmasam da, Tanrı, varoluş ve insanlık üzerine birçok fikir sunuyor film. İnsanın hayattaki çaresizliği ve bazı sorumlulukları kurulan sahneler ve yazılan diyaloglarla, sade ama ince-hüzünlü bir yolla kalbinize değiyor.
Film abartılardan uzak, ana öyküye ve diyaloglara dayanıyor. Bununla beraber, oyuncuların başarılı performanslarına değinmeden geçemeyiz. Hepsi oturmuş, gerçek ve doğal karakterler. Özellikle Javier Bardem (ki benim en sevdiğim oyunculardandır) performansı ile göz dolduruyor.
İspanya’nın Oscar’ı sayılan Goya Ödülleri’nde, 5 dalda ödül alan film, aynı zamanda Akademi ödüllerinde “En İyi Yabancı” kategorisinde yarışmıştı. Bunun yanında San Sebastian ve Sinema Yazarları Birliği’nden de ödüllerle dönmüştü.
Kasım ayının son günlerinde cılız ışıklı ama içinizi ısıtacak bir film olan Güneşli Pazartesiler’i öneriyoruz.
Berat Karataş
İZDİHAM