Ruh, güzellikler arzu eder. Başka deyişle iç dünyanın güzel duyuya ihtiyacı vardır. İnsan, bunun eksikliğini gidermek için çeşitli uğraşlar içinde olur. İnançla, aşkla, sanatla, mahiyetini pek de bilemediğimiz bu mefhumu bezemeye çalışır tüm yaşamı boyunca. Denilebilir ki, âdemoğullarının çoğu, bu çaba içinde değildir. Şurası var ki, insan bu yolda bir kaygı duymazsa, erdemli olmak için çalışmazsa boş, beyhude bir ömür sürmeye mahkûmdur.
Ruhu süsleyen, yükselten uğraşlardan biri de sanattır. Kimi insan, yaşadıklarını parıltılı kılmak için, hayatını anlamlı kılmak üzere sanatla haşır neşir olur. Olmayan ise yukarda belirttiğim gibi, sıradan bir hayat yaşar.
Sanatın hemen tüm dalları ruhumuzu kibarlaştırmak için yardımcıdır. Müzik, resim, edebiyat, sinema… Sinema, birçok insan gibi benim de hayatımda başlıca yer tutan hülyalı bir bölümdür ömür kitabımda.
Bu büyülü perdeyle ilk tanışmam yedi sekiz yaşlarında gittiğim 2002 yapımı Hz. Muhammed Son Peygamber isimli animasyon filmdi. (Her zaman, başlangıcımın iyi bir film olduğunu düşünürüm.) Bu filmin benliğimdeki etkisi uzunca bir süre devam etmişti. Aynı yıl birkaç filme daha gittim ağabeylerimle beraber. Fakat bunlar içinde unutmadığım Will Smith’in başrolünde oynadığı Ali filmidir. Bu yapım, gittiğim ilk altyazılı film olarak zihnimde yer etmiştir. İlginçtir, filmi izlerken zaman zaman göz kapaklarıma hâkim olamayıp onların aşağı inmelerine ses çıkarmamıştım. O yaşta bir çocuğun alt yazılı bir filmde olması zaten garipti.
Sinemayla gerçek manada gönül bağı kurmamı sağlayan film ise 1986 yapımı, başrolünde Sean Connery’nin oynadığı, Umberto Eco’nun meşhur romanından uyarlama Gülün Adı isimli muhteşem filmdir. Bu filmi on, on bir yaşlarında, özel bir televizyon kanalında babam ve ağabeylerim ile birlikte izlemiştik, bir solukta. O yaşta, filmdeki olayları tam olarak anlamasam da, karakter analizi, çerçeveler, kadrajlar, renkler, oyuncuların performansları gibi sinemasal değerlendirmeleri yapamasam da, bu film, tabir doğruysa sinemanın ‘güzellik zehri’ni damarlarıma zerk etmişti. İşte bundan sonradır ki sinema vücudumda her an büyüyen bir aşk olmaya başladı.
Hayatımın dört yılını geçirdiğim Karaman’da o yıllarda iki tane sinema vardı. Bu iki sinemanın da ikişer salonu… Toplamda dört salon bulunmaktaydı ve bunların ikisi, bir evin misafir odası büyüklüğündeydi. Sadece dört, beş sıra koltuk ve küçük bir ekran… Ses sistemi hayli kötü olan bu salonlarda, film çıkışlarında bir baş ağrısı peyda olurdu bende.
Bu salonlara vizyona girme tarihleri geçmiş “gecikmiş sinema filmleri” oynardı. Birkaç istisna dışında… Ve yine bu salonlarda ortalama izleyiciler için, bol gişe hâsılatı elde etmeyi amaçlayan, sanatsal değeri az filmler gösterilirdi. Mecburen dört sene boyunca ben de bu filmlerin zaman zaman izleyicisi oldum. Benim için en önemli anlardan biri de bu yıllarda hiç sinemaya gitmemiş olan bir arkadaşımı kolundan tutarak sinemaya gitmesini sağlamamdı. Sinema sanatına büyük bir katkı olarak sayarım bu hareketi.
Farklı şehirlerde, farklı salonlarda film izlemek beni her zaman çok heyecanlandırmıştır. Bir bayram günü, memleketim Sivas’a gitmiştik, annem, babam ve ben. Oraya vardığımızda saatin henüz erken olduğunu fark edince, o tarihlerde vizyona yeni girmiş olan, tüm kitaplarını yeni arzu ve heyecanlarla okuduğum Mustafa Kutlu’nun en hüzünlü ve etkileyici öykülerinden biri olan Uzun Hikaye, Osman Sınav’ın becerisi ile sinema perdesine aktarılmıştı. Bu filme gitme fikrini öne sürüp, onay aldıktan sonra ellerimizi paltolarımızın cebine soktuk ve soğuk Sivas gününde Doğu Şekerlemenin arkasında bulunan sinemaya gittik. Bayram olması ve havanın soğukluğu hasebiyle sinemada bizden başka dört beş kişi daha vardı. Sokaklarda da öyle… Biletimizi aldık ve seansı beklerken çay içmek için sinemanın hemen yanında bulunan bir çay ocağına girip sıcak çaylarımızı yudumladık. Zaten bu ana kadar beklediğim hazza ulaşmış sayılırdım. Bir filmi izlemek kadar, o filme girmeden önce yapılan küçük işler, yürünen yollar; filmden sonra edilen sohbetler de beni bir o kadar heyecanlandırır. Filmin masalsı anlatımı ve usta oyuncu kadrosu bizi oldukça etkilemişti. Benim için bayramın bir kat daha güzel geçmesine vesile olmuştu bu film.
İzlenilen her film, gidilen her sinema salonu, filmden önce ve sonra yaşanılan olaylar, şehirler ve birlikte film izlediğiniz insanlar, filmin sanatsal hazzı… Bunların her biri insanın ruhunu besleyen, süsleyen bereketli bir çeşmedir. Umarım her insan bu kaynaktan kana kana içer. Tabii doymak ne kadar mümkünse.
Berat Karataş
İZDİHAM