Binanın tepesinde oradan oraya koştu. Bulduğu çalı çırpıyı bir araya getirdi. Ardından bir parça tel buldu ve bir parça daha… Bilek gücü üstün geldi, teli büktü. Üstelik tedarikliydi, kilidi yanında taşıyordu. Çevresindeki kiremitlere daldı yosun gözleri, işine yarayacak kadarını kucağına aldı, beyaz gömleğine kir bulaşıyordu…
Çarpraz kiremitleri tel ile sarıp çalı çırpı ile kamufle ettikten sonra, beline doladığı ipi çözdü. Düzeneğin odak noktasına okkalı bir taş oturttu. Bu, kafesin havada durmasını sağlayacaktı. Sağ cebinden bir avuç yem çıkarıp taşın önüne bıraktı. Hayli yorgundu… Keskin bakışları bir hata aradı. Kafasında taşıdığı jöleyi sulandıracak bir eksik yoktu.
İpin bir parçasını taşın yağlı beline bağladıktan sonra, diğer parçayı sargı misali eline dolayıp taklalar atarak ilerledi… Damdaki boşluğa sığdırıp vücudunu, soteye koyuldu. Barikatın ardından başını bir çıkarıp bir geri kaçırdı… Ve bir daha… Havada av kokusu yoktu. Hesaplar yoksun olmalıydı… Kalktı, kafese vardı. Çevresinde birkaç ritüelistik tur attıktan sonra, diğer cebinde gizlediği yemleri de boşalttı… Pusuya geri döndü. Beklemeye koyuldu…
Av, sabır işiydi… Ancak, paralı dövüşen rakamlar ibreyi fazlaca zorlamaktaydı. Sükunet mümkün değildi. Kalktı ve kafese vardı… Kafes, av için vardı. Yanlış tasarlanmıştı. Bu kez, daha fazla tur atmalıydı. Sonunda karara vardı, yönü belirlemek ustalıktı. Kafesin yönünü zıttına çevirip çukura dönerken bir anda durdu, derin bir nefes aldı ve geri döndü. Uzunca düşündü. Gömleğini çıkarıp tuzağın üstüne örttü. Giz, bir canlıyı avuç içine almanın temel kuralıydı. Umutlarını artırdığında çoktan kendi yerine varmıştı. Geriye sabretmek kalmıştı…
Çıplak vücudundan süzülen ter, rakamlara galip geldiğinde, ip ile beyin bir bütündü. Nefes, tüm havayı iki delikten bir mağaraya sürüklemekten başka yol kat edemediğinde ise, o ip artık bir ahtapotun koluna dönüşüyordu… Bakmak ile görmek arasına sırat kurdu kafes ile bir çift objektif… Ve güneş batarken kıpırtısız kalbe, el , var gücüyle asıldı ipe! Emek, sonuca döndü insanın doğaya hükmünde… Ve pusudan kanatlarını çırparak koştu avını hapsettiği kafese… Yüce bir gururla gizi kaldırdı önce, ardından bilek gücünü ve kurgusal aklını sıyırdı parmaklarıyla…
Göz göze geldiği avını kucağına aldı, çığlık çığlığa çırpınmaktaydı büyük istavrit balığı! Sakinleştirircesine başını okşadı ve çatının ucuna doğru emin adımlarla yürüdü… Bakan balığın o küçücük gözleriyle birleştirip gözlerini, görmeyi gösterdi müthiş manzaranın zaferinde… Güneşe bitişik ayı, göğe yürüyen kedileri, ters dönmüş binaları, dikine duran denizi, konuşan kuşları ve olağanca gücüyle yer yüzündeki yıldızlara koşan ağaçları.
Berkay Berkman
İZDİHAM