Berren ve Bahren ve Cevven: Kassam Tugayları Sözcüsü Ebu Ubeyde’nin Söylemi
7 Ekim sabahın ilk saatlerinde dünya bir şokla uyandı. İsrail’in Gazze Şeridi’ne yakın bölgelerinde roket atışları nedeniyle sirenler çaldı. O sırada İsrail ordusu 06.30’da Gazze’den atılan roketler nedeniyle siren çaldığını duyurdu. İsrail’de panik havası hakimdi. Kimsenin beklemediği bir durum cereyan etmişti. İsrail ordusunun açıklamasından hemen sonra Hamas’ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları Komutanı Muhammed ed-Dayf, “İsrail’in ihlallerine karşı bir çizgi çekme kararı aldık, İsrail’e karşı Aksa Tufanı operasyonunu başlattık.” ifadesini kullandı.
Dayf, operasyonun ilk aşamasında İsrail’e 5 bin roket attıklarını belirtti.
Kısa bir süre sonra İsrail ordusu, Gazze sınır bölgesine yakın yerleşimlerde ikamet edenlerden evlerinden çıkmamalarını istediği bir açıklama yaptı.
Bunlar olurken tüm dünya haber sitelerine, özellikle sosyal medyaya akın etti. X platformu üzerinden yayınlanan videolar belli ki Kassam Tugaylarının planları dahilindeydi. Silahlı bazı Filistinliler paramotor ile Gazze’den Filistin’e sızdığı anları gösteren videolar herkeste büyük bir şaşkınlık yarattı. Ayrıca İsrail’in Gazze sınırına ördüğü dikenli tellerin söküldüğü, çok sayıda silahlı Filistinlinin araçlarla İsrail tarafına geçtiği videolar da paylaşıldı. [1]
Bu hadise, bu şok edici operasyon sadece İsraillileri değil, Türkiye dahil tüm dünyayı şaşırttı(!) Bu şaşkınlığın altında yatan en önemli sebeplerden bazıları şunlardı: Hamas’ın böyle bir operasyonu yapabilecek stratejik bilgiye, operasyonel zekaya sahip olmadığı düşüncesi ve en mühimi de MOSSAD gibi dünyanın en derin ağına sahip bir istihbarat biriminin gözünden kaçabilecek bir operasyonun nasıl mümkün olacağıydı. Nasıl olur da Hamas, MOSSAD’ı büyük bir zaafa uğratırdı. Dünyanın en etkili istihbarat birimlerinden CIA ve MOSSAD tuzağa mı düşmüştü? Neredeyse tüm Filistinlileri adım adım izlediği söylemi büyük bir algıdan mı ibaretti? Gücü elinde bulunduranlar, korku kültürünü de kullanarak, algıyla Mezopotamya’yı kontrol etmeye mi çalışıyordu?
Kassam Tugaylarının ilk günkü şok edici operasyonuna ABD ve Avrupa olmak üzere birçok ülkeden tepki geldi. Hatta Türkiye’de de bazı kesimler tarafından Hamas’ın bir terör örgütü, yaptığı bu eylemin de savaş çığırtkanlığı olduğu dile getirildi. Türkiye’de bazı popülist entelektüeller tarafından dile getirilen Filistinlilerin zamanında İsrail’e toprak sattığı, ki bu oran %10’u geçmemektedir, popüler yalanından hareketle neredeyse Filistin’in içinde bulunduğu durumun kendi yaptıkları yüzünden başlarına geldiği iddia edildi. Filistin-İsrail savaşı üzerinden birçok söylem ortaya atıldı. Bu söylemlerin birçoğu dünya konjonktürünün gerçeklerinin dışına çıkamadı. Gücü elinde bulunduranların söylemleri dominant durumdaydı. ABD ve Avrupa basını aleni bir şekilde Filistin-İsrail savaşı hakkında yalan haber yapmaktan imtina etmiyor, gerçekleri çarpıtıyorlardı. Bu haberlerin tek bir amacı vardı: İsrail’in kendini savunma hakkını kullandığı düşüncesi.
İsrail kendini savunuyordu onların gözünde. Daha da şiddetli bir şekilde yapmalıydı bunu. Dahası Gazze’yi topyekûn bir ceza bekliyordu.
Şiddet düşüncesi, çağdaşlığın en ileri noktasına vardığı iddia edilen Batı dünyasında sıradanlaştı. Savaşta ölenlerin çocuk, kadın, yaşlı, sivil olup olmamasının hiçbir önemi kalmamıştı. Dünyada korkunç bir ahlaki çöküş yaşanmaktaydı.
Dünyada politik ve enformatik gücü elinde bulunduranların, bu kaynakları istedikleri gibi manipüle ederek, İsrail’in utanç verici savaş suçlarını örtbas etmeye ve meşrulaştırma çalışması dünyanın neresinde olursa olsun vicdanlı insanların dikkatlerinden kaçmadı. Dünyanın muhtelif yerlerinde Filistin’e destek yürüyüşleri yapıldı.
İsrail Öç mü Alıyor?
İsrailli yöneticiler yaklaşık 70 yıldır tarihte kendilerinin yaşadığı kötülükleri Filistin halkına yaşatıyorlar. Oysa Yahudilik, iki bin yıldır kendisine ait bir bölgesi olmadan ve çoğunlukla da düşmanca muamelelere maruz kaldığı memleketlerde varlığını koruyabilmişti. Yaşadıkları trajedileri şimdi Filistinlilere yaşatıyorlar.
İsrail’in Filistin’e karşı uyguladığı abluka, elektrik-su gibi yaşamsal kaynaklarını kesmesi, haberleşmeyi yok etmesi, insanları aç bırakması soykırımın en şedit uygulamalarından biri olarak tarihe geçeceğe benziyor. İsrail’in tarihte ve günümüzde Filistin’e yaptığı zulümlerin temelinde Yahudilik ve ona teolojik destek veren Evanjelizm geliyor. Evanjelikler Ortadoğu’da kaos yaratarak Mesih’in gelişini mümkün kılmaya çabalıyorlar. ABD’nin birçok yönden Siyonizm’e destek vermesi hiç de şaşılacak bir durum değil.
ABD ve diğer Batılı ülkelerin savaş gemilerini İslam dünyasının kıyılarına yanaştırması, yeniden bir Haçlı seferi zihniyetini yürürlüğe koyma girişimi olarak okunabilir. Çünkü işin içinde kendisini dünyanın jandarması olarak gören Amerika bulunuyor. Özellikle İngiltere ve Amerika’daki Siyonist Evanjelistler siyasi, hukuki, ekonomik ve askeri gücü ellerinde bulunduran çok etkili bir topluluk. Amerika’daki seçimlerin sonuçlarına da direkt etki eden bir güce sahipler.
ABD’nin İsrail’e güçlü desteğini açıklamak üzere bölgeye gelen Antony Blinken’ın “Bir Siyonist Yahudi olarak da buradayım” itirafı da ABD’nin Siyonist İsrail’in her aşamada yanında olduğunu gösteriyor.
İsrail’in en yetkili makamlarının açıklamalarıyla ABD’ninkiler neredeyse aynı. Beslendikleri kaynaklar da aynı, amaçları da.
“Tevrat bize Amalek’in sana yaptığını hatırla”, der.
(Binyamin Netanyahu)
Netenyahu bu söylemini Tevrat’tan almıştır.
“Amalek’in Mısır’dan çıkışınız sırasında yolda sana neler yaptığını hatırla! Yolda ansızın karşına çıkmış, sen bitkin ve yorgun bir haldeyken senin gerinde kalan güçsüzleri öldürmüş; Tanrı’dan korkmamıştı. Tanrınızın mülk edinmek üzere miras olarak size vereceği ülkede sizi çevrenizdeki bütün düşmanlardan kurtarıp rahata kavuşturunca, Amalek’in zikrini göklerin altından sileceksiniz. Bunu sakın unutma!”
(Tevrat, Tesniye, 25:17-19)
Şimdi git, Amalek’e saldır! Onlara ait her şeyi tümüyle yok et, hiçbir şeyi esirgeme! Kadın erkek, çoluk çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür!
(Tanah, 1. Samuel 15:3)
Yahudiler için Amalek’ten öç almak, “İsrail Tanrısının öcünü almak ve O’nu onurlandırmak” anlamına geliyor.
Burada bahsi geçen Amalek, özelde Filistin, genelde bütün Araplar ve hatta Yahudi olmayan herkes. Çünkü Yahudiler, Yahudi olmayanları insan olarak bile kabul etmekten uzaktırlar. Kendilerini üstün ırk olarak görmeleri, İsrail’in bu şımarıkça böbürlenmeleri, Tanrıyla güreşmeye cüret etmesinden ve onu yenmesinden yahut mücadeleden yenişemeden ayrılmasından ileri geliyor. Tanrıya kafa tutan, insanlara ne yapmaz! Tanrıyla böylesi bir muhataplığa erişmiş olan (!) için diğer insanların nasıl bir değeri olabilir?
Yahudi geleneğinde Amalek, kötülüğün en kötü biçimini sembolize ediyor. Bu yüzden Yahudilere göre Amalek’in kaderi, ‘sonsuz yıkım’ olacaktır.
Yahudiler Amalek’ten öç almak istiyorlar ve kinleri asla hafiflemiş görünmüyor. Yahudiler, Mısırdan Çıkışlarında yenilmez bir imaj çizmişlerdi, fakat buna rağmen onlara ilk saldıran Amalek olmuştu. Bu durum da onların ciddi anlamda kendi güçlerine olan güvenlerini yerle yeksan etmişti. [2]
Yahudilerde Savaş Çığırtkanlığı
Dini söylemleri tamamen kendi ırksal varlıklarını destekler biçimde oluşturmuşlar. Yahudi Teolojisi tamamen buna dayanır. Arkeolojiye çok merak salmalarının temelinde de bu düşünce yatıyor.
İsrail’deki arkeolojik çalışmaların tarihsel öneminin yanında sembolik birçok anlamı da bulunuyor. İsrail geçmişin izlerini ararken sübjektif yorumlamalardan geri durmuyor. Arkeolojik kazılarda elde ettiği bulgulardan hareketle, devletin kamusal alanda temsili açısından milli sembolleri, metal paraları, resmi mühürleri hep arkeolojik çalışmalardan oluşturulmuş. Burada asıl maksat İsrail’in milli şuurunu kuvvetlendirmek.
İsrail’deki arkeolojik kazıların önemli bir gayesi var: Kadim İsrail kabileleri tarafından, bugünkü İsrail’in fethettiğine dair kalıntılara ulaşıp Kitab-ı Mukaddes’i tasdik etmek, kadim İsrail kabilelerinin buradaki yerleşimlerini baz alarak İsrail’in mevcudiyetini meşrulaştırmak, Yahudi yerleşimcilerin gelecek planlarını geçmişteki geleneklerle desteklemek ve oradaki akıbetlerini garanti altına almak, Yahudi yerleşimcilerin bu topraklarda kalıcı olmalarını sağlamak, yeni Yahudi yerleşimini ve varlığını sağlamlaştırmak.
Batı’nın antisemitik politikalardan vazgeçip Yahudilere ülkelerinde her kademede geniş yer vermesi, modern yüzyılda Batılı Yahudiler’in sosyo-ekonomik açıdan önemli pozisyonlara gelmelerini sağlamıştır. Hal böyleyken statü ve ekonomik açıdan bu denli yüksek mevkilerde olanlar, niçin Ortadoğu’nun çorak topraklarına dönsünler ki? İşte bunun sağlanması adına, Filistin topraklarının Yahudiler tarafından milli-manevi bir değer ifade etmesi ve bunun bir söylem-hikâye-öğreti üzerine inşa edilmesi gerekiyordu. İşte bu açıdan İsrail’de kazı çalışmaları çok önemli. Orta Doğu’da, yeni ve büyük bir İsrail devletinin tam teşekküllü hakimiyetinin meşrulaştırılması için her yolu deneyen ve enformatik kaynakları kendi çıkarları doğrultusunda kullanan bir Yahudi geleneğinin olduğunu gözlemliyoruz. [3]
Foucault’un öne sürdüğü gibi, güç ve iktidar bilgiyi kendi nesnesi haline getirebiliyor ve anlamı yeniden inşa edebiliyor. Bilginin güç/iktidar ayağının olduğu tezini öne sürerek, ona göre bilgi güçle birleşince siyasi-ideolojik bir söyleme dönüşebiliyor. Bu açıdan Foucault’un söylem teorisi bir dil felsefesi değil, yani dil yönelimli bir teori değil. Söylemlerin asıl anlamı söylenmeyenlerde olduğunu aramak gerektiğini savunuyor Foucault. Tıpkı Yahudilik geleneğinde kullanılan“Yahudi Yerleşimci” tanımlaması gibi. [4]
Ebu Ubeyde’nin Söylem Gücü
Ebu Ubeyde yeni bir söylem ortaya koyuyor. Gelecek nesillerin yorumlayabileceği; yeni bir imaj, disiplin, kimlik ve motivasyon kaynağı olacağı kuşkusuz.
Cesaretli duruşu, korkusuz demeçlerine rağmen mutedil bir öfkeye sahip oluşu; onun söylem tonunu belirliyor. Sınırları dinin çerçevesinden geçirilmiş, Kur’an’ın hükümleriyle desteklenmiş bir söylemle inşa ediyor açıklamalarını.
Fikir, süreç içerisinde “söylem”e dönüşür. Söylem bir dünya tasavvuru oluşturur. Bir dünya inşa eder. Bu açıdan bakılırsa söylemin ontolojik ve ontojenik işlevi vardır. [5] Söylemlerle dünyadaki var olan siyasi, kültürel ve ideolojik yapıları değiştirmek amaçlanabilir. Söylemler buna alan açabilir. Tıpkı Kassam Tugayları sözcüsü Ebu Ubeyde’nin açıklamalarının tüm Müslüman coğrafyadaki etkisi gibi. Bu etkinin daha ziyade halk nezdinde karşılık bulduğunu da söylemeden geçmeyeyim.
Ebu Ubeyde’nin açıklamaları, mücadele dilini yeniden ürettiği gözlemleniyor.
İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın sesi ve Gazze savaşının sembolü oldu Ebu Ubeyde. Herkes onun asıl kimliğini çok merak ediyor, fakat hakkında net bilgilere ulaşmak mümkün görünmüyor. Ebu Ubeyde’yi Filistinlilerin sembol olarak görmesi yeni bir durum değil. Yaklaşık 2014 yılından bu yana yıldızı parlayan bir isim Ebu Ubeyde. Gizemli kişiliğiyle, eğitimiyle temelde Filistinlilerin, genelde de tüm Müslüman dünyanın ilgiyle ve merakla izlediği bir isim.
Fasih bir Arapçayla konuşması, az kelimeyle tesirli cümleler sarf etmesi onun açıklamalarını daha da vurucu hale getiriyor kuşkusuz. Arap belagatine hakimiyeti, jestlerini kullanma üslubu da açıklama yapma konusundaki maharetini ve deneyimini ortaya koyuyor. Sesi hiç titremiyor, tonlamaları, konuşmasının içeriğiyle doğru orantılı. Kararlı ve net bir söylemi var. O konuştuğunda sanki savaşın fiilen de güçlü tarafının Gazze olduğuna inanıyorsunuz neredeyse.
Ebu Ubeyde’nin her sözünde İsrail’e meydan okuma hâkim. Savaşın psikolojik ayağını çok ustaca yönetiyor.
Ebu Ubeyde sadece Filistinliler tarafından da önemsenmiyor, aynı zamanda İsrailliler tarafından da önemseniyor fakat İsrailler ondan nefret ediyor. Çünkü böylesine zorlu, savaş suçlarının İsrail tarafından işlendiği, kaotik ve şiddetli bir savaşın psikolojik seyrini değiştirecek bir söylem gücüne sahip. Bu durum onun Müslüman dünyasında birçok insanın ilham kaynağı olmasına vesile oldu. Sadece Müslüman coğrafyada değil, Batılı birtakım çevrelerde de ilgi çekti.
Ebu Ubeyde, Aksa Tufanı operasyonunun başladığı Ekim ayının 7’sinden bu yana görünürde. Görünürde fakat, yeşil kamuflajlı asker üniforması ve kırmızı kefiye ile konuşuyor. Kassam Tugaylarının savaştaki mevcut durumunu anlatıyor, savaştaki gelişmelerden bahsediyor ve savaşın Filistinliler tarafından ne anlama geldiğini beliğ bir biçimde ifade ediyor.
Ebu Ubeyde savaşın her kritik anında hemen sahneye çıktı, İsrail sözcülerinin söylem gücünden daha etkili bir profesyonellik ortaya koydu. Savaşta İsraillilerden önce davranarak, onların kayıplarını hemen açıklaması Kassam’ın operasyonel bilgisinin azımsanmayacak düzeyde olduğunu ifade eder nitelikteydi.
Ebu Ubeyde’nin bu performansından da görmüş olduk ki, söylem gücü hadislerin seyrini değiştirebilecek etkiye sahip. Gazze; askeri, ekonomik, en önemlisi de askeri destek bakımından İsrail ile kıyaslanmayacak kadar zayıf olsa da, Ebu Ubeyde, söylemleriyle İsrail tarafına ciddi bir korku saldığı kuşkusuz. Bu durum görünürde Gazze’ye savaş üstünlüğü getirmeyecek olsa da, umutları diri tutması açısından Müslüman coğrafyanın heyecanını artırmışa benziyor.
Ebu Ubeyde’nin bir açıklamasından:
-İstediğiniz kadar kalabalık gelin!
-Araçlarınızla ya da yayan… Hiç fark etmez!
-Karadan, denizden ya da havadan!
-Size ölümlerden ölüm beğendireceğiz.
-Pişmanlıktan kendinize lanetler okuyacaksınız!
-Karşılaşacağınız şey ancak şiddetli azabımız olacaktır!
-Size kılıcımızın tadından ve namlumuzdan çıkan ateşten başka bir şey yoktur!
-Geçmiş ve günümüz şahit olsun, gelecek ise Allah’ın izniyle bizimdir!
Ebu Ubeyde buna benzer birçok açıklama yaptı. Fakat içlerinde en etkili olanlardan biri buydu.
Söylem analizleri, metinde kullanılan dilin özelliklerini incelemek ve metindeki baskın-dominant temaya bakmakla yapılabiliyor. Veri analizi genel itibariyle sözcüklerin, cümlelerin ve bunlar arasındaki ilişkilerin yorumlanması, yapılandırılması ve makro yapılandırılmasını içeriyor. [6] Ebu Ubeyde’nin söylemlerini incelediğimizde onun Kur’an üslubuna öykündüğünü söyleyebiliriz. Bilindiği gibi Allah kelamı cevâmiu’l-kelimdir, benzersizdir, fakat nihayetinde bir dilin sınırları içinde vücut bulmuştur. Dilin anlam dünyasıyla hayat bulmuştur.
Ebu Ubeyde’nin ifadelerinin baskın tarafı ahiret vurgusu. Savaşta can kaybetseler de kendilerini şehadet ehli olarak gördüklerinden ölümü bir son değil, aksine bir kurtuluş olarak ifade ediyor. İslam’daki ahiret inancı; dünyanın sonlu oluşunu, gelip geçiciliğini ve imtihan yeri olduğunu ifade ediyor. Burada, yani yer yüzünde en çetin sınava tabi tutulabileceklerini, ne olursa olsun Allah’ın ipini asla bırakmamaları gerektiğini, gerekirse bunun için ölmeyi bile göze alabileceklerini ifade ediyor. Bu mücadele motivasyonu, sadece Ebu Ubeyde’nin kendi söylemlerine sıkışıp kalmıyor, Filistin halkının da davranışlarında, mücadelesinde kendini gösteriyor. Her ne kadar çok acı kayıplar vermiş olsalar da asla yurtlarını terk etmeye yanaşmamaları, tabiri caizse kanlarının son damlasına kadar savaşmayı seçtiklerini gösteriyor.
Böylesine şiddetli bombardıman altında, karmaşık, kuralsız bir saldırıya maruz kalan bir tarafın sözcüsünün bu denli cesurâne açıklamalar yapması dünya kamuoyu nezdinde komik bile karşılanabilirdi normalde. Fakat hiç de öyle olmadı.
Ebu Ubeyde’nin söylemleri, kuşkusuz sadece İsrail ve Batıya karşı değildi. Aynı zamanda Müslüman Arap dünyasına da ciddi mesajlar veriyordu. Müslüman coğrafyanın içinde bulunduğu acziyeti, yetersizliği, korkaklığı da dile getiriyordu.
Tüm bu olan bitenlere rağmen Arap coğrafyasından yardım istememesi, esasında Müslüman dünyanın içler acısı durumunu ortaya koyuyor nitelikteydi. Ebu Ubeyde’nin dünya Müslümanlarını azarlayıcı üslubu bir nebze de olsa İslam dünyasında hareketlenmeye sebep oldu. Böylece Ebu Ubeyde, tüm Müslüman dünyanın da huzurunu(!) kaçırmış oldu. Bizler de çok şiddetli bir saldırı altında olan ve soykırıma tabi tutulan Filistin halkının her şeye rağmen bu dik duruşunu Ebu Ubeyde’nin lisanıhalinde görmüş olduk.
Tavrı, üslubu, dili kullanma biçimi, kıyafeti ve askeri üniformasıyla Ebu Ubeyde’nin günümüzde pek çok Filistinli için olduğu kadar Filistin toprakları dışındaki Hamas destekçileri tarafından da bir sembol haline geldiği açıkça görülüyor. Artık Filistinli küçük çocuklar bile onu model almaya başlamış durumda. 5 yaşlarındaki Filistinli bir çocuk Mescid-i Aksa’ya girdikten sonra İsrail askerlerine İbranice şu sloganları atabiliyor: “Ebu Ubeyde Yolda” [7]
Dipnotlar:
[1]https://www.trthaber.com/haber/dunya/hamastan-aksa-tufani-operasyonu-israil-savas-durumu-ilan-etti-801511.html
[3] Hakan Olgun, Modern İsrail’in Milli Kimlik kaynağı Olarak Josephus’un ‘Masada’ anlatısı, Milel ve Nihal Dergisi, c.10, s. Ocak-Nisan 2013)
[4]- [5] Yasin Şahin, Michel Foucault’da Söylem Analizi, Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Dergisi, c.III, s.6, 2017, ss. 119-135
[6] Hilal Çelik, Halil Ekşi, Söylem Analizi, Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, c.27, s.27, 99-117, 2013
İzdiham Dergisi