Tarık Taş’a,
Bizler, hayallerinin harcına ne eksik katılmış ise yapım aşamasında yıkılan, ikinci el haritalarla define arayan bizler, hangi ziyafete gitse karnına taş bağlayarak dönen bizler; göğe yakın müstakil banklarda sabahlıyoruz.
Birimizin olmadığı yer hep eksiktir çok kişilik. İkimizden birinin aşkıdır diğerinin aşksızlığı. Sen sakalının kızıllığını içtiğin sigaralara borçlusun. Ben sigaraya başlayamadım henüz ama senin yanında durmaktan sakallarım pasif kızıl. Kızlar kendini güldüren, romantik, paralı, ekşi sözlük yazarı, atletik, nutellayı kaşıkla yiyen, ense tıraşı temiz, tırnakları törpülü, hayat müşterektir sözüne iman eden erkeklerden hoşlanırlarmış. Ha bir de yakışıklı olacakmış. Bunlardan pek hiçine sahibiz.
Ama diyorsun ki: “Sen biraz yakışıklılıkla olayı kurtarıyorsun.” Durum eşitleyecekse eğer, senin için suratımı bir fahişeye jiletletebilirim Tarık. Gerçi sen bu halde zaten benden çok sıfır öndesin. Bunu kabul etmesen de “Allah’ın en büyük ihsanı, verdiği ihsanı hissettirmeyişiymiş” derim kendi kendime.
Herkes konuşanlardan şikayetçi olur, biz sustuğumuz için şikayet alıyoruz. Biliyor musun Tarık, benim adım hiçbir zaman nöbetçi öğrenciler tarafından tahtaya işlenmedi dantel gibi. Geçen biri daha dedi, neden hiç konuşmuyorsun sen? Tanıyanlar sufisin sen, haklısın bir yerde diyor, gülüp geçiyorum. Neyin perdelerinde arka perde ağzı temsil edermiş ve o perdeden pek fazla ses elde edemezsin. O yüzden de pek açamazsın, benim de arka perdeyi sevmem bu yüzden olabilir.
Hüseyni aşiran, acem aşiran, ırak…
Aklıma geldi… Alçak Amerika’nın alçak bilim adamları köpekler üzerinde canlı canlı deney yaparken çığlıklardan rahatsız olup köpeklerin önce ses tellerini kesmeye başlamışlar.
Raporun sonunda da “ses telleri kesilince köpekler acı çekmiyorlar” demişler. Susuyorsak bu acı çekmediğimiz anlamına gelmesin. Sahi Tarık, bizim ses tellerimiz hangi deneye kurban gitti?
Seninle neden çay dışında başka bir şey içemediğimizi anladım şimdi çünkü hangi kahveyi yudumluyorsak gitmek düşüyor faldan payımıza.
Üç gün…
Üç yıl…
Üç asır…
Belki bir gün biz de gideriz hea, söyle denizi bol bir sahil kasabasına. Diyeti peşin ödenmiş acılarımızı bir kenara bırakarak, yanımıza sadece tespihimizi ve şapkalarımızı alarak. Hiçbir şey bilmiyorum. Gerçi çoğu zaman bilmek korkuyu depreştirir, düşünmek de istemiyorum… Denizi kim sular, gemileri kim yakar Tarık! Az kaldı Tarık, çok az kaldı. Türkünü hazır et. Şu köşeyi döndükten sonra, üç deyince kaçıyoruz. Simdi hayat istediği aparkatı atsa da, uçan tekmeleri suratımızda patlatsa da, çok sevip çok terkedilsek de, hep sevip hep terk edilsek de… Bize vaat edilenler bizim olmadıkça biz ölmeyiz Tarık.
Not: Bu yazı Tarık’a çapraz ateş amacıyla sıkıldı, ama başım Tarık’la mermi arasına girmeyi tercih etti.
Beyazıt Bestami Keçeli
İZDİHAM