En arrivant chez Dali, à Figueras, invité à passer quelques jours, je lui racontais que j’avais rêvé, peu de temps auparavant, d’un nuage effilé coupant la lune et d’une lame de rasoir fendant un œil. De son côté il me raconta qu’il venait de voir en rêve, la nuit précédente, une main pleine de fourmis. Il ajouta: “et si nous faisions un film, en partant de ça ?”
Birkaç günlüğüne davetli olduğum Figueras’a Dali’ye gittiğimde kısa bir süre önce ayı kesen ince, uzun bir bulutla, bir gözü yaran usturanın rüyama girdiğini anlattım. O da bana bir gece önce rüyasında karıncalarla dolu bir el gördüğünü anlattı.
Ve şöyle dedi: “Bu düşlerden yola çıkarak film yapsak nasıl olur ?”
Luis Buñuel
Un Chien Andalou, 1929 yılı yapımı Luis Bunuel’in ve Ressam Salvador Dali’nin birlikte hazırladıkları, sessiz, siyah beyaz ve 16 dakikalık sürrealist filmi. 6 günde senaryosu yazılan film, yönetmen Bunuel’in ilk dönem deneysel yapımlarından birisi.
Bir Zamanlardan Sekiz Yıl Sonraya
Un Chien Andalou (An Andalusian Dog – Bir Endülüs Köpeği) belirli hikâyesi olmayan, tamamıyla Salvador Dali ve Luis Bunuel’in rüyalarından oluşan gerçeküstücü bir özellik taşıyor. Birbirinden bağımsız görüntülerden oluşan Un Chien Andalou, başlangıçtaki göz yarılması sahnesinden dolayı uzun süre gösterimi yasaklanmıştır. Bu sahnede elinde usturayla oynayan kişi Yönetmen Luis Bunuel’dir. Bir bulut kümesinin ayın üzerinden geçerek keskin çizgi oluşturuşu ile bir kadının gözünün yarılması bir eş-zamanlılık olup, filmin diğer bölümlerinde buna benzer rüya geçişleri, gerçekliğin ötesinde bir konumlanmaya gidildiği nettir. Film, saçma ile doludur ama bu saçmalık filmin gerçeklik ile örtüşmediğini, başlı başına rüya ve imaj kavramlarından oluştuğunu desteklemeye yeter.
Bir Endülüs Köpeği’nin adı serbesttir. Bağımsızlığı, uzlaşılmaz yöne imalı bir atıftır. Bunuel, bu filminin başıboş köpeği ile filmin ötesine işaret eder. Filmin adı, filmin dışındadır. Kuralcı bir izleyiciye simge saldırısı vardır ilk aşamada. Bunuel göz kesen usturayla izleyici rahatlığına, normatif bütünlüğe darbe vurur. Nesnel gerçekçiliğin zayıflatılması, göz ve perde/ekran arasındaki soyutlama, kesik görüntüler, şiirsel ilerleyişin bir öfke/sinir duygusuyla altüst olmasındaki sırrın yanında Salvador Dali’nin ve Bunuel’in post-kübist diyebileceğimiz bir model ile pasifleştirme durumu vardır. Etkileşimin etkisizleştirme ile yoğrulması. Bunuel’in tavrındaki protestlik, diğer sinema akımlarına (Avangard, Anaakım gibi), sinematografik kavramlara kendi eleştirisini getirmesi kaygısındandır. Adı bilinmeyen iki kahramanın birbirinden bağımsız oluşu, çizgili fetişi bir adam, papazlara, eşeklere ve büyük bir piyanoya bağlanışı, ölen kişinin başındaki güve, kan yiyen karıncalar tamamıyla bir kurgulama, bir simge üzerinden akıl-dışı mekânlara yolculuk içindir ki kahramanlarımızın kişilikleri kompleks bir hâl aldıkça birbirlerine daha çok benzemektedir ve kronolojik örgünün art arda bozuntusu, zaman kavramından oda, merdiven, sokaktan öteye giderek Bunuel zihinsel katılımı amaçlar; manayı ve hareketi engeller.
Bunuel ile arada bir mesafe var. Olay örgüsünün bütününe yoğunlaştığımızda fark ettiğimiz, psikolojik hareketin kapanışı ve sabit algılamanın kesintiye uğradığı olgusudur. Duyarlılık adını verebileceğimiz bilinçlilik modeli kurularak, Bunuel amaçladığı karşılıklı ve birbirinden bağımsız bilincin açık ve kapalı oluşuna atışta bulunur. İç ve dış mekânlar ile inşa edilen soyutlulukla, bulanık karakterlerin ardışık gelişen olaylar içinde bir saflığa ulaşmasını ikili bilinç/algı çerçevesinde değerlendirmemiz yerinde olacaktır. Filmde kültürel, psikolojik unsurlar gibi toplumsal bazlı her türlü önerme ve normlar reddedilmiş, bunun yerini akıl-dışı, mantık çerçevesi dışında yer alan öğeler yer almıştır.
1920’li dönemlere göz atacak olursak; dönem Avrupası’nda Alman Soyut Filmlerinin yanında Bunuel’in Bir Endülüs Köpeği, Fernand Léger’in 1924 yılı yapımı Ballét Mécanique (Mekanik Bale) ve René Clair’in 1924 yılı yapımı Entr’acte gibi Fransız yapımlarıyla paralellik gösterip, perde/ekran çizgisinde izleyiciye “her şeyi görmeyi altüst etme” ile armoni – bozma yolunda adım atar. Keza, Bunuel’in 1930 yılı yapımı L’Âge d’Or (Altın Çağ) ve 1932 yılı yapımı Las Hurdes (Ekmeksiz Toprak) sesli dönem filmlerinden olsa da natüralizm eleştirisi, saldırısı yine baş gösterir. Avangard’daki izleyicinin rolü modelinin bozmaya çalışılması Bunuel’in prensiplerinden birisi olup, radikal kopma – görselliğe ve düzene saldırı, yanıltıcı ve aldatıcı unsurlarla Salvador Dali’nin duyusal temel odaklı sözcüklere yeni anlamlar yükleme (neolojizm) ile birleştirdiğimizde Bir Endülüs Köpeği’nin salt kendi manifestosuyla ayakta durmayı başardığını söylememiz gerekir. Bunuel, Endülüs ile bizleri yorumlamaya, görüntüleri ve gerçeklikleri “imaj – mana” tablosunda eleştirel bir unsur takınmaya zorlar. Bunun için teşvik edici kesintili – kesintisiz imajlarla ve süredizimsel bozuntularla akıl ile rüya – hakikat arasındaki boşlukta dolaşmamıza vesile olur.
Simon del Desierto’da da olduğu gibi bütçeden dolayı filmin son kısmı tamamlanamamıştır. Kadın karakterin plajda başka bir adamla (ki bu adamı Salvador Dali canlandırmıştır) buluşması, Erkek karakterin omuzlarına yüklediği sürrealist hayat insanın hayal dünyasının çetinliğine, gerçekliğin omuzlardaki sırtlanışına dem vurması ve mutluluğun gerçeküstücülük ile bir feraha kavuşması tasvir edilir. Hayalin hakikat eşiğinde absürd mefhumuyla ne derece akıl-dışılık taşıyabileceği, göstergelere daha doğrusu göstergebilimsel olarak perdenin ötesine taşıdıklarıyla Bir Endülüs Köpeği, 1920’lerin Avrupası’na taşlama yapıyor; rüya ile gerçekliğin alay edilişi, imajların saldırısıyla sinematografik kavramların işgal edilişi Bunuel’in ve Dali’nin ellerinde sürrealist bir harmana dönüşüyor. İlişkilendirilmeleriyle, zaman – mekan kırılmalarıyla Endülüs Köpeği’nin sesinin ve şiddetinin arttığını, anlamsız bolca sahnesiyle kendi özüne giden, başıboşluk ile ötelerde seslerinin duyuran üstücülük kavramının derinliklerine nüfuz eden bir yapım olmasını hakikat – rüya düzleminde konumlandırmak yerinde olabilmektedir. Yabanıl, şiirsellik ve bilinçlilik. Bunuel’in akıl ile hicvi, iki düşten oluşan bu filmiyle bizi nerelere götürdüğünün soruları içimizde bir yerlerde kalıyor, saklanıyor. Düş üzerine geçiş; hakikat üzerine dönem eleştirisi, saldırısı olarak Bir Endülüs Köpeği’nin salt Hispanik ya da Frankofon kesimine değil, Slav ve Doğu Avrupa Toplumlarına bir “algı” uyanışına sebebiyet vermesini de söylemeden geçmemek gerekir. Düşlerinize sadık, sessiz bir başyapıt.
Vigo ile kapatalım: Bir Endülüs Köpeği havlar, o hâlde kim ölür?
Ali Hasar
İZDİHAM