Aslında hayatımızdaki her deneyim, ruhsal tekâmül yolculuğumuzda birer öğretmendir. Kimi zaman
yaşadığımız kayıplar, ayrılıklar ve acılar, içsel dünyamızda derin bir uyanışa kapı aralar. Bu süre
zarfında aklımızdan birçok soru geçer; “Ben bunu hak etmedim” deriz kendi kendimize. İsyan eder,
nefret eder ve hatta en kötüsü, kendimizden bile nefret ederiz. İçimizdeki sevgiyi yok edebilmek, onun
tam zıttıyla gerçekleşebileceği zannını taşırız. Kendi kendimizi bir çıkmaza sokarız.
Belki mevsimler geçer, belki de şakaklarımızda çizgiler birikir… Ama er ya da geç anlarız ki, bu tam
bir yanılgıdır. Çünkü kusur sandığımız yanlarımızla bir bütünüz; kendi içimizde bir sevgi kaynağıyız.
Tanrı’nın özüyüz. Öyle ki, bir hiçliğin ütopyasında kaybolmuşken, bize bir can verilmiştir. Ve bu,
sadece sevgi vesilesiyle gerçekleşmiştir.
Bu noktada, Nazım Hikmet’in dizeleri yankılanır zihnimizde;
“Seversin dünyayı doludizgin,
Ama o bunun farkında değildir.
Ayrılmak istemezsin dünyadan,
Ama o senden ayrılacak.
Yani, sen elmayı seviyorsun diye,
Elmanın da seni sevmesi mi gerekir?
Tahir, Zühre’yi sevmeseydi,
Yahut hiç sevmeseydi,
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?”
Tahir, Zühre’nin sevgisini kaybetse bile, kendi öz kimliğinden, benliğinden hiçbir şey kaybetmez. Zira
aşkın gerçeği, özünde bir arayış ve bir olma hali değil midir? Zühre ona duyduğu sevgiyi paylaşmasa
bile, Tahir’in kendine olan inancı ve içsel sevgisi onu güçlü kılar. Çünkü sevgi, sadece bir bağ değil,
aynı zamanda kişinin kendisini gerçekleştirmesinin de bir aracıdır. Bu, aslında bir dönüşüm sürecidir.
Şair, bu dizelerle sevgiyi bir başkasından almaktan çok, kendi içimizdeki sevgiyle var olmamız
gerektiğinin altını çizer. Çünkü aşk, kişiyi tanımlayan bir unsurdur ve başkalarının sevgisiyle değil,
kişinin kendi kendini sevmesiyle bütünleşerek hayat bulur.
Sevgi, dışarıdan gelen bir his değil; içsel derinliklerde filizlenen bir duygudur. Bunu anladığınızda,
isyan ettiğiniz kapının ardında, yansıma olarak kendinizi bulursunuz. Bu, ruhunuzun derinliklerine
inme fırsatı ve bir arınma sürecidir. Farkındalık arttıkça, kendimizi sevmek, başkalarını sevmek için
attığımız ilk adımdır. Böylelikle çevrenize daha geniş bir perspektiften bakma yeteneğine sahip
olursunuz. İşte bu, ruhsal evriminizdeki en önemli dönüştürücüdür.
İçinizdeki sevgi, yalnızca kendinizi değil, çevrenizdeki herkesi etkileyen bir ışık gibidir. Sevgi
kalbinizde bir yangın gibi yanarken, etrafınızdaki karanlığı aydınlatır. Ama pek çoğumuz bunu görmezden gelerek gözlerimizi kapatırız. Her kayıp, bir fırsat; her keder, bir yeniden doğuşun habercisidir. Kendinizi sevdiğinizde, yalnızca kendi ruhsal gelişmenizi sağlamakla kalmaz, aynı zamanda çevrenizdeki insanları da dönüştürme potansiyeline sahip olursunuz. Kendinizi sevmek, yaşamınıza anlam katacak en önemli adımdır. Her acı, her keder, ruhunuzun derinliklerinde bir dönüşümün habercisidir. Bu dönüşüm, yalnızca kendiniz için değil, tüm insanlık için bir katkı ve sevginin evrenselliği de tam bu noktada saklıdır.
Bu derinlikte veda ederken, sevginin ebedi yankılarını yüreğimizde taşımayı unutmayalım;
“Tahir olmak da ayıp değil, Zühre olmak da;
Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Bütün iş, Tahir’le Zühre olabilmekte;
Yani, yürekte.”