Günlük mü tutuyorsun? Rolf gülümsedi. Böyle bir şey istediğini niye söylemedin? Sana gerçek bir günlük defteri alayım, kilidi olan, böylece küçük sırlarını benden saklayabilirsin. Hiç sırrın var mı senin? Yok mu? Bir şey mi oldu? Bir şey olmadıysa, ne yazar ki insan günlüğüne?
Oku lütfen.
Hayır, Tanrı korusun, senin özel yaşamına karışmak istemem.
Gözlerim bozulmasın diye kendi masa lambasını getiriyor, vidalayarak masaya tutturuyor, ama uzatma kablosunu bulamıyor. Aramak zorunda kalıyoruz. Kablo sepette, kirli çamaşırların altında. Beni bağışlıyor. Işığı masanın üstüne çeviriyor, ayarlıyor, ona niçin öyle baktığımı soruyor ve lambasını bana ödünç vermesinin benim açımdan bir sakıncası olup olmadığını. Fazla oturma, saat gece yarısını geçti bile. Bir defa daha çıkıp geliyor yatak odasından, radyosu koltuğunun altında, arkama oturuyor, bekliyor, yine o açık mavi pijamayı giymiş. Cebini sökmüştüm. Ne düşünüyorsun? Belki aklına bir şey gelmez bugün, yorgunsun çünkü. Niye yatmıyorsun?
Bırakayım mı?
Yok ben bir kitap alayım. Sen yazarken okurum. Orada öylece oturmanı ve önemli bir şey düşünüyormuş gibi görünmeni dokunaklı buluyorum. Defteri kapattığım zaman, derin bir nefes alıyor. Defteri yırtmak üzere olduğum için azarlıyor beni. Birlikte çeviriyoruz sayfaları. İlkokuldan kalma bir defter bu. Yurttaşlık bilgisi. O zamanlar yuvarlak bir yazım varmış. Benim yazım değil. Gerlinde’ye hayrandım, öylesine işlek yazardı ki, taklit ederdim onun yazısını. Sonraları, köşeli yazısı olan bir kıza hayran oldum. O yüzden, köşeli yazmaya başladım. Daha sonra babam gibi yazar oldum. Bir sürü el yazısını bugüne kadar korudum. Yazımı istediğim gibi değiştirebilirim, kullandığım sürüyle el yazısının arasında belki benimki yoktur bile. Bu, diyor Rolf, her şeye rağmen çevrende yaşayan insanlarla ilişki kurmandan ileri geliyor. Niye, her şeye rağmen? Şimdi de annesinin, benim çevreyle ilişkimin kopuk oluşundan yakındığını itiraf ediyor. Banyoya gidiyorum, Rolf arkamdan geliyor; işte diş macunuyla ilişkim var, diş fırçasıyla, acıbadem sütüyle, nemlendirici cilt kremiyle, pomza taşıyla, tırnak fırçasıyla sağlam bir ilişkim var, banyodaki tüm diğer küçük arkadaşlarım gibi, rafın üzerinde hareketsiz duran deodorantla da; daha biraz önce kıkırdaşıp gülüyorlardı bana hepsi. Bir filmde, adamın biri canını sıkan kadının makyaj malzemeleriyle dolu rafını koca eliyle bir hamlede yere savuruyor ve keyifle seyrediyordu döşemeye saçılmış akıp karışan kozmetiği. Cam kırıklarını da. Ben yalnızca yaralı şeyler yapıyorum. Dişlerimi fırçalıyorum, tuvalete gidiyorum, Rolf bekliyor, sonra da saçlarımı tarıyorum ve Rolf’u rahatsız eden sivilcemi sıkıyorum, gürültü etmemeliymişim, komşular uyuyorlarmış. Rolf, o Amerikan filmindeki şişelerin içinde yalnızca boyalı sıvılar olduğunu söylüyor. Büzülüp büzülüp acı bir çekirdek oluyorum. Tükürmek istiyorum kendimi. Bunu yarın alışveriş defterine yazacağım.