Tehlikeler içinde yürüdüm durdum. Yürümek buydu. Tek bir taşa bile tekme atmadım. El sallamadım yanımdan geçenlere. Bazen gözlerimi bile kapadım tökezleme pahasına. Kulaklarımı tıkadığım günler oldu. Alkışları, bağırışları ve tezahüratları hiç duymadım. Çünkü inanmadım onlara. Yanımda yürüyenlere dönüp bakmadım bile. Çünkü aynı mekânı paylaşanların, aynı kalpte kalmadıklarını çok önceden görmüştüm. Kolumdan biri tutmaya mı çalıştı, hemen onu ittim. Yürüyeceksem yalnız yürümeliydim. Bana yardım edeceğini söyleyenlerin sözüne itibar etmek istemedim. Yolun sonunda yalnız kalmaktansa baştan tek olmayı yeğledim. Bu şekilde zorluklara katlanmamın bir anlamı olacaktı. Yapabildim mi, bilmiyorum. Ben sadece yolda olmakla övünüyorum. Şunu da iyi biliyorum ki: insan gittiği yoldan eminse yanlış yoldadır.
Emin olamıyordum. Yola madem kendimi bulmak için çıkmıştım, kendime katlanmak zorundaydım. Bu nasıl olacaktı? Muhtemelen yanlış yoldadır, bu yüzden geri dönmeli ve her şeye yeni baştan başlamalıdır. İnsanı kendinden başkası ayağa kaldıramaz. Belki de kaldırmamalı. Çünkü daha sonra sizin ayağa kalkmanıza yardım eden kişi muhtemelen ayağınızı kaydırmak isteyecektir. Çünkü kimse kimsenin uzun süre ayakta olmasına tahammül edemiyor. Kalabalıkta yürüyenlerin elinden şeytan tutar. Şeytan kalabalıkta çok güzel saklanabiliyor. Yalnızken hemen enseleyebiliyorsunuz onu. Kendinle, daha çok kendinle kalmalısın. Bunu en çok kendime söylüyorum. Kendime dönmeliyim, daha fazla, daha derinlerine inmeliyim kendimin. Bunu hissedebiliyorum: ruhum küskün, en çok da kendime. Biliyorum küskün ruhlu insanların gözleri parıldamıyor.
Omuzları düşük, benzi solgun ve güçsüz bedene sahip bir insan olmaya başladım. Ama inatla yürümeye devam edeceğim. Buna mecburum. Buna beni mecbur eden şey nedir, bilmiyorum! Kendi varoluşum hakkında herkese anlatmak istediğim şeyler var. Beni yönlendiren şeyler, başkalarını da yönlendiriyor mu? Aynı düşüncelere ve duygu dünyasına sahip biri var mıdır acaba dünyada? Yoksa onunla bir gün yolda karşılaşacak mıyım? Kim bilir kader belki bizi karşılaştıracak. Oturup bekleyemem, geceleri ölmek istiyorum. Sabah kalktığımda tüm ruhumu en kuytu hücreme varıncaya kadar; uyandırmak, diriltmek istiyorum. Bunlar biraz fantastik. Kurgusal bir hayat yaşamak istemiyor, içimi özenle arındırmak, yalnızlığın o berraklaştırıcı ve ferahlatıcı pınarında yıkanmak istiyorum.
Soluk almak istiyorum ve tüm güzel şeylerin kokusunu almak istiyorum. Hayatımın çatlaklarını ateşle lehimliyorum. Biliyorum ki ateş en iyi temizleyicidir. Ruhunuzda kire dair hiçbir şey bırakmaz. Bu yüzden insanın kalbini yakan aşk, onu olgunlaştırır. Tuhaflıklar çekiyor beni, kendimi garip hareketler yaparken buluyorum.
Garipliğim: Nereye gittiğimi bilmeden yola çıkmak. Tüm yaşanmışlıklarımın ve düşüncelerimin ötesinde bir duvar var. Bu duvar bana sınırlarımı hatırlatıyor. Kayamı ona çarpmadan varlığımı hissedemiyorum. Bu öyle görünmez ki; içimde sessizliğin, tehditkâr gerginliği. Kendimi düşmana atılacak bir okun ucunda hissediyorum. Bu oku kim elinde tutuyor? Karşımdaki gerçekten düşman mı, bilmiyorum. Kötülük doğada var ama bu önceden fark edilebilir bir kötülük. Mesela; yağmur yağıyorsa, şiddetlenmişse sel olacaktır, böyle bir kötülük. Yılan zehri insanı saniyeler içinde öldürebiliyor, doğanın kötülüğü bu. İnsanın kötülükleri öyle mi? Çoğu önceden kestirilemeyen ve hep en çok güvendiğin yerden gelen bir kötülük…
İbrahim Varelci
İZDİHAM