30 Kasım 2015

Bülent Parlak, Bir Ayakkabının Hatıraları

ile izdihamdergi

Bizi bir köseleden bir mağaza kahramanına çeviren kim varsa fark ettim ki dişlerini kürdanla değil kibrit çöpüyle karıştıranlar. Ustalar kürdan bilmez çünkü. Çünkü şiire düşen hiç kimseden ayakkabı vitrinini düzeltmek ve faturaları zamanında yatırmak beklenemez. Ve ne yazık ki yorgunluğunu babalarından ödünç alan çıraklar hayata sinek kovalayarak başlar. Önce sinek, sonra kürdan.

Sahibim tarafından özenerek konulduğum vitrinde artık yerim yok. Ne zaman mağazanın önünden geçseler alamayınca beddua edercesine bakan kadınların sanırım ah’ı tuttu.  Kuaförden yeni çıkmış bir sarışına satıldım. Başka ayakkabıların yanında daha gösterişli, daha çevik, daha pahalı duruyorum diye kadın gözlerini benden ayırmayanların bakışları bana edilen bedduaların en büyük kanıtı.

Vitrinde sergilenmeye başladığım günden beri kuaförden çıkmış kadınlardan çok ürkerdim.  O kadınların; saçlarına dokunan bir ustaya saç tamircisinden çok sahip gibi davranmaları, törpülenen tırnaklarına kutsallık atfetmeleri sessizce beklediğim vitrinde her sabah kendi isteğimle geri plana çekilmeme sebep olmuştur. Çarpışarak!

Gelip dokunmasınlar, fiyatımı sormaktan beni daha fazla hafifletmesinler diye. Bir pazarlığa sakız olmak kadar gücümüze giden başka bir şey yok bizler için. İnsanlara pazarlık yapmak ya da pazarlık yaptıracak etiketleri kurnazlıkla üstümüze yapıştırmak inanın hiç yakışmıyor. Eğer bu pazarlığı yapan bir kadın ise onların bu ergen davranışlarının karşısında cami çıkışlarında bizi koynunda saklayarak çalanları övmek dahi ayıp gelmiyor.

Yürürken bize kraliçe, satın alırken hizmetli gibi davrananlar bizim en büyük neşe kaynağımız. Onların ardından yaptığımız esprilerle akşam her zaman daha erken oluyor vitrin camiasında. Mevsiminde satılmamak için çıkardığım onca gürültüyü kimsenin duymayacağını bildiğimiz halde çırpınmalarımızı lütfen bağışlayın. Bizim yaramız vitrine konulduğumuz gün sızlamaya başlar. Satılmak, her zaman üzüntü vericidir.

Bir ayakkabının alacağı en büyük öç; kaybolmaktır. İkincisi ise sergilendiği vitrinde titreyen bir eli beklerken fırsatını bulduğu anda yere düşmek.  Henüz bir ayağın yorgunluğuyla, heyecanıyla, koşuşturmasıyla tanışmadan evvel uç kısımlarımıza bulaşan hafif toz bile sahiplerimizi tedirgin ederken bizim başka ayaklarda toprağa ve çamura saplanmamıza aldırış etmemeleri kendi tarihimizde bir muamma olarak yerini çoktan almıştır. Nice potinler, botlar, ruganlar, Kürt lastikleri, çizmeler, Mekaplar, bu konuya kafa yormaktan eskimenin keyfini bir türlü çıkaramamışlardır. Çünkü biz sergilenenler ve satılmaktan başı dönen bütün eşyalar biliriz ki güçlü olanın duyguları sahip olduğu yere ulaşıncaya kadar darmadağın olmuştur. Ve yine biliriz ki iktidara sahip herkes kendi kurallarının ve yasalarının kölesi olmaya başlamıştır.

Beni yarım saat pazarlık ettikten sonra satın alan sarışın henüz otuz yaşına girmemiş. Pazarlık esnasında “28 yaşındayım.” derken birkaç yıl sonra “kadına yaş sorulmaz!” yalanına başvuracağını muhtemelen kendisi de bilmiyor. Bir tekstilciyle iki buçuk yıl önce evlenmiş. Kocasının işlerinin çok iyi olduğunu, iyi bir semtte oturduklarını, şömineli evlerine önümüzdeki yıl taşınacaklarını kendisine sorulan alakasız sorular karşısında söyledi. Mağaza sahibimiz Hikmet Bey, ayakkabı numarasını sorduğunda şömineli evlerinden bahsetti, hangi rengi beğendiğini öğrenmek istediğinde ise tekstilci kocasının bayilerinden. Bizim Hikmet Bey’in çektiği çile yüzünden o kadar çok belli oluyordu ki anlatamam. Beni poşete teslim eden de kendi elleriyle yine Hikmet Bey oldu.

İsmi Yeşim olan sarışın yeni sahibim ile birlikte kısa bir yolculuktan sonra evine ulaştık. Yol boyunca taksiciye gösterdiği kabalıklardan ve beni satın almak isterken gösterdiği görgüsüzlüklerden çıkardığım netice şu oldu:

Kocasıyla yapacağı birinci kavgada kocasının başına fırlatılacak ilk eşya muhtemelen ben olacağım. “Beni kimler istedi, ben senin gibi basit bir kumaşçıyla evlendim.” demezse ne olayım! Bilirsiniz, kadınlar kocalarını en yakın dostlarına anlatırken bile abartarak ve içi dolu yalan bir yığın sözle anlatırlar. Eve ulaştıklarında ise söylenmedik tek söz bırakmamaya gayret etmek bir kadın anayasasıdır.

Ayakkabıların bumerang olma hakkı kesinlikle ellerinden alınmamalı.

Ertesi gün öğrendim. Yeşim aslında 35 yaşında.

Bülent Parlak

İZDİHAM