Bülent Parlak, Evet, Sen de Öylesin Sevgilim!
Çocukluğumdan beri İsrail, işgale devam ediyor. Çocukluğumdan beri İsrail öldürmeye devam ediyor. Çocukluğumdan beri İsrail kendine ait olmayan bahçelere zorla girmeye, penceresinde gül yetiştiren kadınlara tecavüz etmeye, balkonlardaki hatıralara zorla sahip çıkmaya devam ediyor. Çocukluğumdan beri İsrail çocuk, kadın, genç, yaşlı demeden öldürmeye devam ediyor. Çocukluğumdan beri biz İsrail’i kınamaya devam ediyoruz.
2009 yılında Dergah Dergisinden yayınlanan Haritası Kayıp adlı şiirimde
“Gazze’ye şiir yazılmaz
Gazze’ye şiir yazılmaz
Gazze’ye şiir yazılmaz”
demiş ve İsrail sorununa karşı elinde taşla tanklara karşı gelinemeyeceğini, bu dramatik insanlık sorununun romantize edilemeyeceğini şiirle ifade etmiştim. Ben hiçbir acının şiirle, sinemayla, romanla anlatılacağı kanısında değilim. Sadece hissettirebileceğimiz bir alandır sanat. Gazze bir büyük dramdır ve onunla ilgili yazacağımız, sergileyeceğimiz, izleteceğimiz her şey ancak hissettirmeye sebep olur. Bunu yapmak da görevimiz, oradaki zulmü sona erdirmek de. Hâlâ aynı mısralar bende, taptaze yerinde duruyor.
Taşla ancak kuş vurabilirsiniz ki onda da ben kuşlara hiç kıyamadım. Taşla tanklara karşı gelmeye çalışmak ve bunu matah bir durum gibi yıllardır sunmak Müslümanın izzetini ayaklar altına almaktan başka bir şey değil. Müslüman eğer tanka karşı duracaksa bu taşla olmamalı. Bizi aciz gösteren bu tabloların artık sona ermesi gerek. Savaşlar aynı zamanda psikolojiktir. Biz savaşa daha girmeden kaybediyoruz. O çocuğun ellerini biz çok sevdik ama taşını yere bırakmasını ona söyleme vaktimiz geldi. Ona oyun parkları yapma vaktimiz geldi. Onun gurur duyacağı bir güce mensup olma zamanı geldi.
Yıllardır bu konularda fikir beyan etmemeye özen gösteriyorum. Beyan etmek yerine bu ülke için elimden gelen iyi, temiz, bu memleketin hassasiyetlerini gözeten bir dergi çıkarmaya çaba gösterdim. Çok hatam yaptık, yazım yanlışı yaptık, bilgide kusur işledik ama yaptığımız çalışmalardaki titizliğimizi biz de biliyoruz, Allah da buna şahit. Tıpkı şahit olan dostlarımız gibi. Yazdığım onlarca şiirde de buna daima özen gösterdim. Yaptığımız çalışmalarda sadece kendi ülkemizi değil dünyanın neresinde haksızlığa uğramış bir insan ve topluluk varsa onların yanında olduğumuzu gösteren metinler yayınladık. Çünkü ben hep şuna inandım: Mazlumun, mağdurun ülkesi de, dini, dili ayrı olmaz çünkü.
İsrail, biz müslümanlar için ilk kıblegâhımız olan Kudüs’ü işgal ederken herkesten daha çok içim acıyor belki de. Bu vahşilik, bu zalimlik sona ermeli. Peki nasıl? Taşlarla mı? Uçaklara karşı küfür ederek mi? Hayır, hayır, hayır!
Kılıcın dönemi bitti. Tüfenk icat olunca mertlik bozuldu diyen Köroğlu 16. yüz yılda Bolu’da yaşadığı söylenen bir halk ozanı. Onun meramı da büyük bir haksızlığa karşı durmaktı. Durabildiği kadar durdu, bedel ödedi. Ama biz bedel ödemek yerine sloganlarla vakit kaybediyoruz. Kötü bir şuur, sonu gelmez aynılıklarla. Ve şu an 21. yüz yılda uçaklara yumruk sallamakla hiçbir zulmün çözülmediğini gördük. Uçakları üstümüze güldürmenin anlamı yok.
Biz yüz yıllardır Hıristiyan ve Yahudi terörünün oyunlarının, zulmünün, barbarlıklarının, vahşetinin sadece göz yaşı dökenleriyiz, kınayanları, protesto edenleriyiz. Bir şey yapmak yerine bir şeyi kınamak kötü bir konuşmacı olmaktan başka bir anlam taşımıyor. Elimizden gelen şey bizi ele rüsva ediyorsa o zaman elimizi değiştirmemiz gerekiyor.
Şimdi her şey için temiz bir sayfa açmanın ve o sayfayı bir daha kirletmeyecek düzeni kurma zamanı değil mi?
Küçük bir ilçede yapılan ihale yolsuzluğuna göz yummak Doğu Türkistan’da yaşayan Türklerin işkence görmesine sebep oluyor. Sedat Peker her gün kirli ilişkilere dair açıklamalar yaparken devletimizin ve de savcıların sessizliği Miyammar’daki zulme bizi ortak ediyor, İkizdere’de doğa katliamı yapılırken ses çıkarmamak bir Filistinli çocuğun daha İsrail askerleri tarafından yaralanmasına sebep oluyor, bu ülkenin bakanı kendi şirketinden bakanlığına -Ruhsar Pekcan- hileyle, haksızlıkla mal alımı yapılırken buna kayıtsız kalmak Bosna’daki kuşların Sırp nişancılar tarafından vurulmasına sebep oluyor. İnsanları evlerine hapsederken tıklım tıklım dolu salonlarda kongreler yapmanın bedeli Suriye’den hissediliyor. Bunu anladığımız, hissettiğimiz ve idrak ettiğimiz gün başarmanın ilk günü olacaktır.
Bu topraklar, Anadolu kendi güzelliğini ortaya koyacak kadar birikime, kültüre, otokontrole ve terbiyeye sahip. Bunu yapmak zorundayız. Hem kendimiz, hem başkaları için. Hiç kimsenin, hiçbir grubun, hiçbir oluşumun şahsi menfaati geleceğimizden, bu ülkeden, bizden yardım bekleyen masumlardan daha üstün ve daha el üstünde tutulur olamaz.
Tarih şahittir ki dünyada adil bir düzen olacaksa bunu Türkiye yapacak. Yani ben, yani sen, yani biz. Ama evimizin bahçesini süpürmeden bizim kimseye bir faydamız olmayacağını artık görmemiz gerek. Önce kendi içimizde büyük bir devlet gibi davranacağız, hemşehri devleti gibi değil. Ben bunca yıllık hayatımda her şeyin değiştiğini ama olan bitenlerin hiç değişmediğini üzülerek ve öfkeyle görüyorum. Bütün vatandaşlarının kendini güvende, adalette, huzurda, refahta hissettiği bir ülkeye olan ihtiyacımız her zamankinden daha çok. Her Şey İçin Çok Geç adlı kitabımda “Herkes haklı, hiçbir şey doğru değil” derken kendi hayatımı yazdığım kadar ülkenin de değişmeyen hayatını kaleme alıyordum. Türkiye’de dürüstlük elinde imkan olmayanların sonuna kadar savunduğu, eline imkan geçenlerin bu kavramı delik-deşik ederken bahanelerle çevresini sarmaladığı bir duruş biçimi. Evet sen de öylesin sevgilim!
Bu dünyaya herkes görevini yapmaya gelir. Kötü olan kötülüğünü, bozguncu olan bozgunculuğunu, zalim olan ise zalimliğini sergilemeye gelir bu dünyaya. Biz eğer aksini iddia ediyorsak tavrımız ve duruşumuz bu yönde olmalı, bu alanda çabalamalıyız. Yoksa geçit verdiğimiz şeyler bir gün gelir bizi de vurur.
Efendiler! Aklımızı başımıza almanın vaktidir. Düşmanlarının sevmediği ama bahsederken dürüstlüğünden şüphe etmediği insanlar olmak zorundayız. Düşmanlarının sevmediği ama çalışkanlığımızı ibretle örnek gösterdiği bir millet de olmak zorundayız. Çünkü biz müslümanız, çünkü bizim peygamberimizin adı Muhammed’ül Emin. Çünkü biz başarmak zorundayız. Malcom X gibi. Ne diyordu Malcom X? Başaracağız, kalbimin ta derinliklerinden gelen duyguyla söylüyorum ki başacağız! Başarmak zorundayız.
Taşla korkutamayacağımız tanklardan daha iyi tanklar yaparak, yumruk sallayarak düşüremeyeceğimiz uçaklardan daha iyi uçaklar yaparak, Time dergisinden daha ses getiren dergiler yapıp dünyaya tanıtarak, vizyonda en fazla izlenilen filmleri dünyanın tüm sinema salonlarında hayranlıkla izleterek aklımıza başımıza almanın vaktidir. Bizim boşa geçirecek bir dakikamız bile yok. Şimdi elinizdeki telefonları kenara bırakın ve başınızı ellerinizin arasına alarak düşünmeye başlayın. Benim vazifem bu kargaşada nedir? Bu kargaşa elbet bitecek ama yenisi başlayana kadar. İşte ben de bunu söylüyorum. Yenisi başlayana kadar yapacaklarımızın en iyisini yapmak zorundayız.
Savaşlar birkaç yıl sürer. Barış ise yüz yıl. Biz bütün mağlubiyetleri barış zamanında alıyoruz. O halde yapmamız gereken iş çok, almamız gereken yol da. Barış zamanlarında kaybettiklerimizle ayağa kalkacağız, savaş zamanlarında kaybettiklerimizle değil!
Yoksa bize olan yazık, çocuklarımıza da olacak.
Bülent Parlak
İZDİHAM
[…] Bülent ParlakİZDİHAM […]