Bilinmeyen Aranırken – Bülent Parlak
ben sadece seni sevmeyi çok iyi bildim uykumu sallandırırken darağacında ve başrolde bir tüfenk sekerek bir yenilgiden diğerine zafer zannedilen üstelik uzaklarda yaşlanırken Benim en güzel mesleğimdir seni sevmek. Balkonda Kendiliğinden sönmüş bir sigaranın yanında buldular beni Senin hatrına uçarken kuşlar Hem üşenmiş hem vakti geçmiş göç mevsiminin Dudaklarından aşağı süzülüyordu yâr üstüne yâr sevmek Alnında vedaya hazırlanmış bir perde Seni huzuru arayan yağmalanmış bir hayatı ararken sevdim Öptüğü her şeye az önce kırılmış bir çocuk gibi Eşyasız bir odada çıkan o ses gibi Çekingen ve cesur Budanmış ama gümrah Kimsenin adımlarına sığmazken yetişmeye çalışmak Kilim yıkayarak şenlenen bir ırmak gibi sevdim Senin saçlarını fotoğraflarda ellerimle taradım Kursağımda benimle kendim arasında geçen bir mesele kaldı Avluda baş gardiyanın gölgesi Bir evimiz vardı ama gidecek hiçbir yerimiz yoktu Bir de Bazen insanı sadece anlayan o yağmur Ben sadece seni sevmeyi çok iyi bildim Uykumu sallandırırken darağacında ve Başrolde bir tüfenk Sekerek bir yenilgiden diğerine zafer zannedilen Üstelik uzaklarda yaşlanırken
Sabah Kalkınca İntihar Etmeyi Unutacak Kadar Dalgın – Bülent Parlak
nerede beni her sabah yorgun düşüren hayretim kahramanların ve zarif kahpelerin ardından, dalıp giden gözlerim nerede. bir kaçkını, bankamatiklerin altına saklayan serinlik kaçkının koynunda korkudan bir bıçak. koyverin her durakta aşkı sendeleten beni çünkü yakışmıyor bana onlar giderken yazgıma üşüşen leke, ilk yeminimden beri gücendirdiğim allah devletin çılgınca güldüğü bir şakadır yaşlıların koltuğunun altına sıkıştırılmış su faturaları. meraktan talan edilmiş kız yurduna gelen mektup nerede. biraz kal, barış kal, siirt yüzünden elleri tütün kokan köylü çocukları içtimaya toplarken bir kumandan küfürle terhis et öyle kal. benim suçum değil ki sen mutlu olma diye hatasız yüzüne attığım iftira hayır kalmadı kurtulma ümidim üşüyen parmaklarımdan razı değilim razı değilim mesela piçlere kalacak bu densiz dünya hem yakışmıyor bir güzele vapura yetişmek için koşmak endam kalmıyor önce boy sonra pos yaşamak iyi gelmiyor hiçbir sancımıza söyleyin sarsıcı bir sırrı öğrenince övünerek başkalarına anlatan halk bizim neyimiz olur işte ben bütün bu gereksiz sebeplerden sıkılırken yaşamaktan sabah kalkınca intihar etmeyi unutacak kadar dalgın kötü yola düşen şiire düştüğü için ne cesaret eden ne giden kundaklanır caz, ismini veremeyen seyirci bahsedilen o trajik mevsim bir aşkta elbette iki ceset olmaz
Ortadoğu’da Sıradan Bir Cinayet – Bülent Parlak
Seni kurşuna dizerler Bir çocuk cesedini sektirirler ayaklarında Hayat zamansız bir ölümdür Ortadoğu'da Göçten kalan açık bir yara ve Soyguncular halay çekerken ganimetin başında Doğmak, pişman olmanın yarısıdır Ortadoğu'da Her şeyi anladım sanmanın Dudaktan esirgediği o çelimsiz gülüş Anne! Ne yaman yalnızız Tek kişilik aşklar destan olur Ortadoğu'da Göğsüme kıvrılıp yatar bir soğuk Ah! Dedim, kaburgama çarpan ayaz nerede Sabahlar avluya geç kalır Ortadoğu'da Bir tayın gözlerine sinmiş yorgunluk Kurşun tükürür bir tüfek Gülmek yakışmaz hiçbir kahkahaya Özgürlük, bir organ mafyasıdır Ortadoğu'da Söyleyemediklerini sessizliğe emanet eder bir kadın Nasıl da büyüyüp buluşmuştur kendi yaşıyla Eksik kalmak bir alışkanlıktır Ortadoğu'da Kimseye eyvallahı olmayan bir kırgınlık bendeki Ne unutulan, ne hatırlanabilen Babalar, ağlamanın başka bir yolunu dener Ortadoğu'da Şimdi kim söyleyecek yapraklara sonbaharın geldiğini Kar üşür, kimse inanmaz elleri olduğuna Tütünle çömelir yüz yıllık bir dalgınlık Ortadoğu'da Bir yolu ortalayıp yürür , uçmaya üşenen kuşlar Kıyamet gerçek yüzünü gösterir kıvamında bir yalanla Derin bir mütarekedir kabullenmek Ortadoğu'da Coşkuyla gittiğim her yerden Elimi tel örgülere sürerek geri döndüm Döndüm ve kalmadığım yerden devam ettim Herkesin özlediği bir uzak vardır Ortadoğu'da.
Bitince Yine Bitmeyen – Bülent Parlak
Yara kapanmadı, sadece çürüyor Gözümün kesmediği, Aşılması gereken bir ırmak gibiydi Her akşam eve dönmek Kabullendikçe biraz daha mağlup olanların Birbirlerini teselli etmelerinin arasından geçerken En çok orada Uzak durdum kendimden İş işten geçince anladım Tehlikeli bir merhametin başımıza açtığı belaları Bana Sonu gelmeyen bir sallantı gibi davranan Bu dalgınlık Yaşıyorum zannet diye gözlerimi Kıpırdatmayı gösterdi Nereye döküldüğüm konusuna gelince Kederli ve sigara yakmayı gerektiren bir konudur bu Ben aşktan bahsedince şaşıran Ve şaşırdığını gizleyenlerin Buruşuk yüzlerine Sadık kalmayı öğrettim Yanımızda Günahı yokken bağışlanmayı dileyen Bir çocuğun elleri. İşte o zaman en çok o ellerden utandım Dünya Haksızken haklı durumuna düşenlerin olmaya Devam ederken Burada bir kin var kimin olduğu belirsiz Bir şeyim yanlıştı, her şeyim yanlış sayıldı Mahvolmakla ünleniyorum gitgide; Bu büyük bir cüret Vuruldum alnımdan kan başkasından aksın Söyle gece Benim bu zarif isteğimi kim, neden Yanlış anlasın
Eylülde Yakılmış Güz Çocukları – Bülent Parlak
sana yeniden dirilmiş annemi seyreder gibi bakardım çehremde bir sürü göz havari gibi, anons gibi, çarpıntı gibi roma yıkılırdı yanımda dönüp bakmazdım; ilkçağ, ortaçağ ve sen cennetten mi emmiştin sütünü bu güzellik nereden neden yanlış çıkıyor bendeki soruların o bütün cevapları çevrilirdin beş dile bozkır gibi, kulunç gibi, karnaval gibi sen yazardın sabıkamda umursamazdım; çeteci, maktul ve sen serçeler nazlı olur artık bir selam versen küçük harflerle söylerdin sen allah’ın adını gövdemde haylaz bir telaş çapkın gibi, marş gibi, gramofon gibi babalar yaşlanır kızları büyüdükçe takvim, romatizma ve sen vapuru kaçırmalıyım yoksa gideceğim elden
Anne Abartma Ölümü, Arada Çık Gel – Bülent Parlak
ben mars’a gitmek istemiyorum uyandırmayın olur mu yürüyen merdivenlere ilk kez binen köylüler tedirgin olmasın ve basamakların tam ortasına basmasınlar diye ellerinden tutacağım heyecan anne heyecan anlık da olsa hepimizi parkinson yapıyor beni de çarmıha gerdiler ama kimse isa demiyor bana gelmiyor elimden yaşamaktan başka bir şey esmer tenli çocuklar, uçaklara doğru işerken tarlaların tam ortasında günün anlam ve önemini belirten küfrü bir pilot anons ediyor anne abartma ölümü, arada çık gel açlıktan düşüp bayılmasa evdeki pirincinin bittiğini bilemeyeceğimiz kadınlar “lan oğlum” diye konuşarak daha samimi olduğunu sanan yeni yetmeleri reddediyor evlatlıktan halbuki anne cinayet uzun uzun baktığımız kızın masasına gelen erkek değil midir
Trapezin Elleri – Bülent Parlak
müminler kardeştir işte bu yüzden öldürürler birbirlerini işte bu yüzden dağların başına resim olan keklikleri bekleyip bir ağacın gölgesine yatarak vururlar ve kan hiçbir şeydir onlar için. şehirden köylere eskimiş diye gönderilen elbiselerin kederini de bilmezler çünkü modadır unutmak parmağını prize şaşkınlıkla sokan çocuklara ceza verirler otobanlarda ateş aldıkları levhaları unutup şiir yazar ve sadece korkudan şarkı söylerler oysa mercedesi olanın umudu artık kalmamıştır zorbalaşırlar, sevişmekten gövdelerinde yer kalmayınca ve enteresan bir aşktır tekrar koca evine dönmek ihanetin gözleri yataktan beri yoktur müminler kardeştir işte bu yüzden öldürürler birbirlerini işte bu yüzden tütüncü dükkânlarında trapezi över ama uzatmazlar kimseye ellerini. savaş günleri olmasa bile acme kuyruklarında torpil ararlar birkaç adım önde olmak için. park etmiş araba en iyi bahanedir çağ atlarlar ama bilmezler acıya dokunmadan düşmenin bir önemi olmadığını. bütün düşünceleri kazanmak üzerinedir aşkta kaybetmeyi borsada kaybetmeye tercih ederler müminler kardeştir işte bu yüzden öldürürler birbirlerini işte bu yüzden çıkardıkları yasalara uygun birer ecnebi olur adliyede; bir hastaya yalandan bakan hastabakıcı gibi müvekkiline ilgi gösteren avukatlardan kanunlarda yırtık isterler çünkü hiçbir mısranın sevgilisi olamamışlardır devletin koridorlarına sığınıp pencereden baktığı boşluk olmasa varlığı anlaşılmayacak olan hademenin ölümünü kütükte açılacak bir kişilik kontenjan olarak algılarlar onlara göre yoksulluk kışla başlar, yazla biter ama bilmezler yaşamak varlığın kanıtı değildir
Kalinka – Bülent Parlak
İnsanın her şeyi sıkılı bir yumruğun içine gömmesi de varmış Diyor kalinka. Kibar davrandıklarımı aslında sevmediğimi anladığım gün Pasaj içlerinde göbekli adamlarla cilveleşen o tuhafiyeci kadınlar Geçip giderken her şeyi en iyi bilenlerin arasından Fiş istemezse indirim olacağına Din kadar inanmış emeklilere Peki, neden kibar davranmıyor Öyle bir yanıldım ki herkese anlatmak istiyorum Kendine ancak kahrolası hatırlanmalarda yer bulan Yoksul ve zamansız bir halk gibi Yaşayanlarla arası hep bozuk Ve geriye bıraktıklarımız hamayıl gibi koynumuzda Düşmanlardan yardım dilenilen bir çağda Bazen soruyor kendine kalinka Hayat dizine yatamadıklarımıza Bir şey anlatmamız gerektiğini Ne zaman bana da öğretecek Çünkü Kolay zaferlerden başı dönenlerin, Her şeyi bir anda çok sevenlerin ve Her şeyi bir anda yok edenlerin arasında Bir gün birbirimizin yanında olmadan öleceğiz
Haritası Kayıp – Bülent Parlak
merhaba sözlerime küfürle başlamak istiyorum yani ben hiroşima’yı duyunca japon olan ben tombul ve yüzü kırışmış kadınları görünce üzülen ben kapı pervazlarından geçerken besmeleyi unutunca yüzü kızaran köylü adamlardan olmak isteyen ben elleri üşüyünce nereye koyacağını bilmeyen ben geceleri yatarken kutup ayıları üşümesin diye dua eden ben dişleri sararmış inşaatçılar yüzünden estetik cerrahlarına sarı zarf içinde kınama cezası veren ben gazze’ye şiir yazılmaz gazze’ye şiir yazılmaz gazze’ye şiir yazılmaz annem başucuma süt koyardı içeyim diye merhamet çok unutkan ah merhamet ben, kuliste tek başına ağlayan bir şöhret yalnız kalmasın diye salonu kulise taşıdım epey zaman evvel hepimiz kuliste yalnız kaldık ne çare dindar kuşlar öterken vakitli ve vakitsiz havlayan müşrik köpeklere elimi kulağıma atıp aryalar okudum sesim detone allah’ım! haritam nerede, nerede, haritam nerede uzay mekiklerinin arkasından kimse su dökmüyor peçetelere yazıp amerika’ya yolladım bu isteğimi yanında bir düzine tabak cevap: kennedy’nin katili benmişim hakkında hiç şiir yazılmamış bir kız gördüm diye o zaman suçlamıştım en son kennedy’yi bir de sevsem şu ismimin ilk harfini her şey güzel olacak, her şey yani ben orkestradan kovulunca berbat duygulara kapılan ben karşılıksız mektup yazmada üstüme kimseyi tanımayan ben istiklal marşı’nı iki satır önceden okuyan ilkokul bir çocuklarının başını okşayan ben şimdi nereye koyayım bu heyecanlanmış gövdemi nereye, soğuktan üşümüş ellerimi nereye ah ben ah sen
Her Şey İçin Çok Geç – Bülent Parlak
Ben de anlamadım her gece kurşuna Dizdiğim hayatımı Nasıl ve nerede kaybettiğimi Can sıkmasından ve kahretmesinden Daha beter olanın Anlamsızlık olduğunu haykırdığımda Duyan da bağıran da bendim Yani yaşamak yavaş yavaş kayıp giderken Ellerimizden Başlarken ve sona ererken yaptığım Bütün cazip hataları Kafası hiç karışmayan zebellah zihinli tüccarlara zorla ödünç verdim Konuştukça başımızı öne eğecek ne çok şey Var diyordum yakın arkadaşlarıma Kuyumcuların her şehirde birbirine benzeyen Yüzlerini anlattım onlara Birbirine benzeyen, birbirinden habersiz Tuzağına düşmek için aşkın Bütün dağları dolaştığımı, altını eşelemediğim Çakıl taşı kalmadığını Dinlemediklerini bildiğim halde Suça davet ettim Yanlış anlasınlar diye yanlış sözler söyledim Savaşın ortasındayız ve Nargile içerek üzülüyorlar çocuklara İddialı sözlerden yırtık pırtık olmuş sandalyelerde Terimi rüzgarla soğutuyorum Ne zor zamanlar geçirdik; Şimdi her şey biraz daha kötü Reyonlarda kararsız kaldığı için Yoksul olduğunu anladığımız Henüz büyük hileler yapmayı Bilmeyenlerin Biraz daha çekingen kalmasına çabalıyorum Çabalıyorum ki İnsanlarla anlaşmak alçaklıktır Sözlerime fazlasıyla düşman kazanmayayım Çünkü düşmanlarımız artık bizi öldürmek yerine Sadece yaralıyor Sağ bırakan bir yara, aşktan sayılmazken üstelik
Gördüm, Gördüğümden Şüphe Ettim – Bülent Parlak
şüphemden başka güveneceğim hiçbir duygum kalmadı artık ayaklanmaya hazır bir suskunluğu tedirgin ettiğim sabahlar güneşi ve Allah’ı alnıma sürüyorum keşke bir ihtimal daha olsaydı diyorum bir ihtimal; bize sabahın bir an önce olmasını istetecek kadar coşkun ve yaşıyor oluşumuzun intikamını en yakınımızdakilerden alacak kadar karışık. olmuyor ben, metroda oturacak boş koltuk bulunca rahatlayan ve hafifçe gülümseyenlerin bu küçük kazançlarına yaptıkları mutlu mimikleri yüzünden bütün durakları kaçırırken o zaman aklıma düşüyor zaten yanlış bir durakta yıllardır beklediğim biraz dindar, biraz az dindar, biraz hiç dindar olduğum zamanlar öyle çok görmek istiyorum ki bıçağı çekip şahdamarıma bakıyorum görüyorum, gördüğümden şüphe ediyorum tek başımalığıma güvenerek peki, ne yapacağız sorusunu sorarken sabah, öğlen, ikindi ve tüm vakitlerde anlıyorum ki sessizlik sadece O’na mahsus. bir asfaltın baktıkça vertigoya sebep olan uzunluğu gibi şu tabureler buralar bir babanın ağlarken gözlerini çocuklarından kaçırmasını anlamayanlarla dolu bütün bunlar olurken ben de çaba gösterecek bir şey bulsaydım gülmeye acı düştü mü bir kez dizlerinden vurulmuş bir hayat kadar koşmaya başlardım
Vakit Tamam Olurken Eksik Kalan Bir Kaç Şey – Bülent Parlak
susturun şu narin söğüt dallarını içimde böylesi bir yenilgiyi beklemiyordum bilin kuyuya düşen yusuf ihbar edilmiş isa: beni siz tanırsınız ancak bana gölge yok söğüt dallarından soluklanacak oysa fazlaca suskunum; bilinmiyor ülkesi bana çarpan acının bir çingen bulsa beni bakmadan ardına kaçacak batakhaneler konferanslar düzenleyecek belki de zenciler, beyazlar ve pahalı kadınlar bir araya gelecek şimdi nasıl gelsin derdi başka günlerden kalmış yüzüm aranıza nasıl bahsedeyim size bu cilveli suçlarımdan sararıyor yanaklarım işte kantodan, tenhadan ve sevimsiz çıbanlardan soyunup manşet olsam zarar eden bir gazeteye, örtülse kırbaçta aylak kalmış vücudum aklım çelinse, zarif bir şekilde ölsem; ilk iş gününde utangaç bir dilencinin sovyetlerden medet umanlar gülümsetecekse sizleri analarının kanserlerine alışacaksa evlatlar simsarlar kandırmayacaksa evine dönen askeri kalkın halay çekelim, ben orada öleceğim sanmayın bir merasim talebim olacak sizlerden çoktandır yerimi yadırgamıştım zaten pahalı istekleri olmuştu dersiniz ardımdan mesela sevmek istemişti diye söylersiniz nezle olmuş bir kızı belki bilmez, farkına da varmadınız kim bilir hiç mektubu gelmeyen onbaşıların uykusu var cebimde bakın rahip oldunuz birden nasıl da sus kesildiniz düğün sesi geliyor; vakit tamam galiba
Şubat Kimseye Çekmedi – Bülent Parlak
elleri vardı, siz bilmezsiniz ben tek başımaydım, onlar ise yalnızdı şubattan kalan bir gece yarısıydı sanki bütün caddeler yine yenik ve gazetesiz ayrılıyorduk bir çağdan çağın canı cehenneme cennet nereye düşer şimdi annesinden dayak yerken sorunca çocuk ellerin vardı, sen de bilmezdin hatırı sayılmak kimsenin aklına gelmeyen bir yoksul gibi karşında duruyordum senin için ıslak mendilleri kurumuş evlerin önemi yoktu patrona halil, ilk posta teşkilatı ve çekinerek kızının evinde ayaklarını uzatan babaların kaldım, bir yanım alacaklı tarih diğeri aşk. radyoların canı cehenneme ben bir şey demesem allah yine de anlıyordu elleri vardı, demedim kimseye başına ne gelirse hepsi yaşamaktan ve bir çocuğun oyuncağının ardında yitip giden elleri iki keder arasında gülmek doğru sayılmaz bir parkın yoldaşıydım sanki hiçbir richter tespit edemese de richter’in canı cehenneme titriyordu elleri elleri vardı, siz bilmezsiniz bir gülse kansere ve bana yani durmadan çocukluğundan bahseden bana çare bulunacaktı birkaç damla kan sızardı gözlerinden bolşevikler tövbeye dururdu aylardan şubat güneşini avuçlarında saklayan bir uçurum gibi sessiz yaşamın canı cehenneme gözlerin doluyordu
Aklıma Düştüğünde – Bülent Parlak
Sen aklıma düşünce ellerim tutuşuyor ellerim Sen aklıma düşünce yetmişinde ihtiyar Küçük bir sokakla arkadaş, biraz daha yaşasa sanki kıyamet kopacak Sen aklıma düşünce Parmak izlerinden tanınıyor; parkta reddedilmiş bir âşık Teşhis ediyorum çiziklerde o amansız veremi Sen aklıma düşünce Berlin'de dazlaklar saçlarını uzatıyor Sağdıcı oluyorum gelinler at üstünde Sen aklıma düşünce rütbesi sökülmüş babalar Yeniden dönüyor evlerine Çocuklar şen şakrak, çocuklar şen şakrak, çocuklar. İçimdeki gardiyan mahsustan unutuyor Mahkûm odalarının kilitlerini. İyi halden yırtıyorum Sen aklıma düşünce gül kokulu kızım Sırrını çözüyor Mısır'da piramitlerin Kalbim beter oluyor sen aklıma düşünce Sen aklıma düşünce ne güzel heceliyor Bir kekeme dört kitabı Sen aklıma düşünce bendeki tuhaflıklar Bir bir yok oluyor, bitiyor bendeki bu yabani başkaldırış Toplanıp dert ediniyorlar ülkeyi konken oynayan kadınlar Sen aklıma düşünce bir kuyunun içinde Yusuf'a mektup geliyor kör olmamış babası Ve anlıyor "bir ülkeye hükümdar olacak" güzel yüzlü o çocuk Sen aklıma düşünce Diyarbakır radyosu "sarı gelin" çalıyor Sen aklıma düşmüşsün, ben içine türkünün Sen aklıma düşünce Üstüme yemek dökecek kadar ihtiyarlıyorum Ellerim titriyor ellerim Çor tutmuş bağlar yeşeriyor birdenbire Kızılderili reis tüylerini yeniden takıyor başına Oturan boğalar ayaklanıyor bozkırda köylülerle Sen aklıma düşünce kim gelse aklıma Unufak oluyorum
Hepsi Olur Belki Olmaz Hiçbiri – Bülent Parlak
Beni bir mahcubiyet kendine hayran bıraktı Seni anlamış gibi yapanlar sana eziyet verirken Kan-ter içinde kalmanın merhemidir aldırış etmemek kimseye Ürkütmeyin duvarların yanaklarına ev yapan güvercinleri Ya da çocukluktan kalma bir sevinç olmasın Taşla düşürülen bir serçenin bedeni Gözümüz kör olunca parmaklara acınan bu dünyada Betona saplanmış bir haritayız kambur mahallelerde Sırtımızda bir fotoğrafa bakarak geçen yılların gecikmişliği Yanımızda kendi şüphesiyle anlaşamayan adamlar. Kulunçlarımız tutulunca Bardağın içine yakılan kağıtlardan umulan medet Kim demiş uzaktan göründüğü kadar naziktir insan Bende artık yürünecek bir yol kalmadı Beni yeniden doğur, beni bırak yollara Öyle çok anlattım ki hayatımı kendime Barikatlar kurup biraz öteye geçmeme engel oldum Kolumuz kalkmıyorsa elbet yorgunluktan değil Kime kalkacağını şaşırmaktan Tanışmıyoruz artık Bir zamanlar aniden buluştuğumuz arkadaşlarla Biraz sarhoş ediyor herkesi devlet ve ihaleler Hâlbuki devrimcileri överek bitirirdik akşamı Ve gençliğimizi Demek ki yokmuş Onların sevmeleri Bense hep aşktan döndürdüm başını Dünyanın. Sevdim Bir başımaydım Kimse yoktu Yaza en çok onun güneşini Serdim.
Sonra Canan Önce Canan – Bülent Parlak
insan sevdiğine son kez bakamaz oysa ben deşilen bir yaranın nereye akacağını bilmeden, ellerim ceplerimde, bir gitmek sakladım bir gitmek ki; suriye kadar dağıldım her seferinde bunu kimse fark etmedi ne kazandığım zaferler, ne rusya, ne united states of america tek yapmam gerekeni beceremediğim günden beri nereden başlamamam gerekse her şeye oradan başladım bileklerime bir jilet kadar yakınken dünya yola; kanlı bir kahkaha gibi çıktım mesela. yâr dedim; sana güneşle salyangoz arasındaki mesafe kadar mahkûm edildim adımı değiştirdim fırsat buldukça adım ki kendini taşımaktan izleri silinir kapısı bir kış günü telaşla çalındığında vaaza ve akıl vermeye başlayan karıncaların suçu gibi hayat biraz küstah, henüz ilk sayfasında bütün kahramanları öldürülen bir roman gibi biraz da. bana kalırsa boynuma ütülü elbiseler giyen adamlar gibi sarılmaktan vazgeç. çünkü ben her sabah suyun söndüremediği yerlere çelenk, aynalara kırışık taşıdım yeni bir çağ, dostlarımızı bile gözümüzün bir yerlerden ısırmadığı o sabah başladı evet ben hiç terk edilmedim ben hep yok edildim bağırdım ağzımı elimle kapatarak keşke doğru yaptıklarımdan değil, yanlış yaptıklarımdan pişman olsaydım kimse tarafında alkışlanmayan bir meziyetse bu size adres sorduğumda tereddütsüz söyleyin elli metre ileri git, sağa dön ve asla bir daha geri gelme ne kalacaksa yaşadığım bunca çıldırmaktan geriye vaktinde gelmeyen her şey kadar haindir