15 Temmuz işgal girişimi bu büyük milletin çabalarıyla, canını vermesiyle sona erdi. Kim unutabilir artık Ömer Halisdemir’i kahramanlığını, Halil Kantarcı’nın şehadetini?
Fetö adlı sapkın ve hain terör örgütünün büyük maşa olarak görev aldığı bu işgal hareketi elbette son olmayacak. Çünkü üç büyük imparatorluğa başkentlik yapmış bir kente ve topraklara sahip olmanın bedeli de olacaktır. Biz güçlü olmalıyız. Gözün olduğu yerde beklenen sadece zaafiyet olacaktır.
Tam bir ay geçti işgal girişiminin ardından. Hayatım boyunca hiçbir zaman dilimi ne bu kadar çabuk geçti, ne de bu kadar karanlık.
Fetö Terör Örgütü’ne dair ise çok şey söylendi, söylenecek de. Allah bu darbeye destek veren herkesin belasını defalarca versin. Ben bu yapıdan hayatım boyunca hiç hoşlanmadım. Çünkü iyiliği üstendikleri görev neticesi yapanlardan her zaman tiksindim. O sahte iyilikler, sahte dindarlıklar, sahte merhamet gösterileri kusmak için çok iyi bir sebepti benim için.
Burada çok şey anlatmıyorum size. Bu adamlarla ilgili o kadar çok şey yaşadım ki şehitleri düşününce kendi mağduriyetlerimizin ne kadar hafif geldiğini görüp susuyorum.
Üstelik 20009-2011 yılları arasında çalıştığım kurumda her odada, her masada ortalığa saçılan Zaman Gazetesi aboneliğine karşı durduğum için o yıllarda sık sık itiraz eder ve Cumhuriyet Gazetesi, Milli Gazete, Yeni Şafak’la kuruma giderdim. Agos bile alıp gittiğim oldu. O kadar öfkeleniyordum olan bitene. Bütün müdürlerin ve memurların odaları Zaman Gazetesi’nden geçilmiyordu. Utanç vericiydi. Bir süre sonra da görevime son verildi zaten. Çünkü sisteme çomak sokanların sistemdeki yeri yok edilmek üstüne kurgulanmıştır.
Herkesin, her müdürün, iktidardaki bütün siyasetçilerin o yıllarda hayranı olduğu Fethullah Hoca’ya tapanların teslim aldığı bütün kurumlarda liyakat değil cemaatten vize almak gerekiyordu. Ben ve arkadaşım Adem birlikte bu suikaste maruz kaldığımız için tanıdıklarımıza olanları anlattıkça herkes sadece susuyordu. Çünkü susmak, gücün karşısında ezilirken feryat etmemenin en kestirme yoludur. Ve herkesin menfaat ilişkisi olduğu bir topluluğa itiraz ettiğinizde oturdukları yerde ya meşgulmüş gibi davranırlar ya da gevelerler sözleri.
Tam o esnada Yalnızlığın İcadı (1984) çıkacaktı ve ben kitabın bir bölüm adını şöyle koydum: “Herkesin razı olduğu bir haksızlığa isyan etmek kolay değildir. “
Şimdi şöyle düşünün: Yıl 1995. Siz 18 yaşında bir gençsiniz, üniversiteyi kazandınız ve yaşadığınız şehirden kalkıp İstanbul’a geldiniz. YurtKur’un yurtlarında yaşamak bir işkence ve size çok iyi davranan birkaç sınıf arkadaşınız alıp evlerine götürüyorlar. Ziyafet çekiyorlar, yardım ediyorlar. Anadolu insanının mayasında İslam var ve siz bu insanların namaz kıldığına şahit oluyorsunuz.Yıllar içinde bir baktınız ki siz de artık o hain Fethullah’ın müridisiniz.
Soru şu: Bu gençlere kucak açmayan üniversiteler, devletin ilgili kurumları ve bizzat devletin hiçbir yetkilisi suçlu değil ama siz bu saçma düzende suçlanıyorsunuz. Kabahati nasıl ve hangi oranlarla dağıtmanız gerekmektedir? 1995 yılında o hain örgüte sizi elleriyle teslim eden bu karadüzenin hiç suçu yok mudur? Kabahatin tamamını o gün öğrenci, şimdi ise sadece Asya Finans’a para yatırdığı için görevinden alınan bir kamu görevlisine yüklediğimizde adaleti nasıl tesis edeceğiz?
Sorular bitmez. Hayat soru üreten bir cevapsızlıklar bütünüdür.
Yukarıda başımdan geçenleri hikaye olsun diye anlatmadım size. Ya da bana vah vah edin diye değil. 2002 ile 2013 yılları arasında CIA’nin kölesi, bu büyük milletin dinine ve kültürüne düşman Fetö ile devlet ve ticaret ilişkisi içine giren Ak Parti iktidarı ve devleti yönetenler şu an tarih olarak 17-25 Aralık operasyonlarını esas alıyorlar. 17 Aralık operasyonu olduğunda şöyle demiştim ve kendi twitter hesabımda da şu an durmakta.
“İçeriği güzel bir kıza, niyeti fahişeye benzeyen bu operasyonda Tayyip Erdoğan’ın yanındayım.”
Çünkü gördüğüm buydu. O 4 bakanın yolsuzluklarını ortaya çıkarmak meselesi değildi, bir iktidarı rezil usullerle devirmekti. Çünkü ortaklıkları bitmişti ve artık Ak Parti hükümetinden bir şey alamayacaklarını biliyorlardı. Cumhuriyet Mitingleri’nden başlayan hükümeti illegal yollarla yıpratma ve yok etme çabalarına bir omuz daha vermekti. Oysa söyleyeceğim şu ki o dört bakan ne kadar çalıp çırptıysa bu Fetö denen hain örgüt milletin kanını sonuna kadar emdiler. Neticede söylemek istediğim ise suçlular kim olursa olsun adaletin karşısında hesap vermelidir. O dört bakan da, o bakanlar üzerinden hükümeti devirmek isteyenler de.
Küfür gibi huzursuz olduğum yer de burası. Hükümetin 17-25 Aralık tarihini esas alması adaletin tesisinde bana çok makul gelmiyor. Çünkü aptallık bir insanlık suçu değildir. Aptal olmak insanlığın kendi tarihiyle yaşıttır.
Esas alınacak tarih 17-25 olduğunda; bu hain yapıyı sonradan anlayan ve hiçbir suça karışmamış kişilere karşı adaleti nasıl tesis edeceğiz? Ve şunu sorduklarına vereceğimiz cevap ne olacaktır? Siz on yıldan fazla bir zaman bu hain Fetö Terör Örgütüyle kolkola yaşarken aptallığımızdan daha mı az suçlusunuz? Ya da aptallık, kandırılmaktan daha mı fazla suç barındırır?
Adaleti sağlamak zordur ve bu milletin değil devletin vazifesidir. Büyük devlet olmanın yolu kesinlikle adaletten geçer. Ve bize pranga olan bu rezil, bu hain Fetö Terör Örgütü’nün gerçek yüzü ortaya çıkmışken sağlama yapmanın da zamanı gelmiştir. Darbeyi, kurumlarda birbirini sevmeyenler için ispiyon fırsatına çevirenler ise bir ahlak sorunu olarak karşımızda duruyor. Yapılacak şey doğru kriterlerin düşünülmesi ve uygulanması.
Bakın, ben 15 Temmuz gecesi bu mazlum ve masum milletin üstüne silahıyla, tankla, tüfekle uçakla, helikopterlerle ateş edenlerin, o gece bizzat darbeye lojistik destek veren hainlerin idam edilmesi taraftarıyım. Çünkü şairler vatanları için ve 250’ye yakın şehide karşılık uygulanacak en doğru adaletin idam olduğunu düşünürler.
Bu kadar katı olduğum noktalar varken bu kadar adalet dememin sebebi de büyük bir Türkiye özlemidir. Bu topraklar kendi sınırlarımıza hapsedilmeyecek kadar kutsaldır. Bunu, darbe gecesi dünyanın birçok yerinde bize dua eden insanları izlerken hepimiz gördük. Gördüğümüz bir şey daha vardı; o da darbenin olmadığına üzülen ABD, Avrupa ve bazı Arap ülkeleriydi. Büyük Türkiye’yi isterken bir emperyalist bir his değil benimkisi. Benim bu isteğimin altında yatan his emperyalizmi durduracak yegane milletin ve devletin Türkiye olacağına dair inancım.
15 Temmuz gecesi biz bir işgal girişimine şahit olduk. Bu şahitliği ömrümüzün sonuna kadar unutmamak ve gelecek nesillere aktarmak vatan borcumuz. Bir borcumuz daha var ki o da doğru soruları sormak. Çünkü doğru soruyu sormak imanın yarısıdır.
15 Temmuz gecesinden itibaren her gece ekranlara çıkan ve insanlara hikaye anlatan pişman olmuş Fetöcüler konusu ise bir rezalet. Artık televizyon ekranları pişman olmadan önce kazanan, pişman olduktan sonra da kazananların yeri olmamalı. Eğer o ekranlara birileri çıkacaksa öncelikle 15 Temmuz gecesi kahramanca çarpışanlar olmalı. Sonra da yeni Türkiye inşaa edilirken yerli, adil, hukukun üstünlüğünü esas alan bir devlet yapılanması konularında müzakere edecek uzmanlar ve görüşler yer almalı. Yukarıda toplumda birçok insanın sorduğu sorulara nasıl cevap verilecek, bunlar yer almalı. Bütün devlet kurumları darmadağın olmuşken bize hikaye anlatanlar onları torunlarına anlatsınlar. Kazandıkları yeter.
Kendi kaderimizi tayin edeceksek kendi sorularımızı sormanın vaktidir.
Bülent Parlak
İZDİHAM