Tren hareketine yavaş yavaş devam ederken içindeki heyecan her bir raya kazınarak büyüyordu. İşte, sonunda yıllardır beklediği yolculuğa çıkmıştı. Muhayyilesinde kesik üç beş hatıra ile elindeki – büyük babası tahtadan yapmıştı- oyuncak attan başka hiçbir şeyi yoktu. Ama biliyordu. Doğduğu evi, avludaki büyük çınarı ve dedesinin bu ağacın altındaki mezarını tekrar gördüğü anda kendisini bu çeyrek asırlık sürgünden kurtarıp, soyunun tarihi ve manevi mirasına tekrar kavuşacaktı. Kulaklarındaki uğultuya gönlünü verdi, tren sesleri arasında, Kerkük`ü her hatırlayışında istemsizce tekrarlanan cümlelere kendi de tüm varlığıyla eşlik etmeye başladı:‘
Yıktılar kalamızı, sürdüler balamızı,
Daha can boğazdayken, çektiler salamızı
Can Kerkük, canan Kerkük,
Her söze kanan Kerkük.
Kalıptı yârdan ırak,
Mum kimin yanar Kerkük.’
Pencereden içeri büyük bir demet halinde uzanan güneş, zaten yorgun ve uykusuz olan Mülayim`i bebek gibi bir anda uyku kundağına sarmıştı…
Elini kaçıncı defadır uzatmasına rağmen bu beyaz atın eğerini yakalayamamıştı. Öndeki toz bulutu içerisinden uğultular yükselmekte ve bu acı çeken insan sesleri onu yine tamamen sarmıştı. Binlerce kişi tek nefesle:
‘Dede gene keser avı
Avcılar keser avı
Valla billa sen zalım
Men de mazlum
Gel menlen kes aravı…’
Uykudan sıçradığında tren istasyona gelmiş kompartımanda sadece kendisi kalmıştı. Hemen trenden atladı, derin bir nefes çekip ciğerlerini sonuna kadar doldurdu. Sanki bu nefes ilk nefesiydi ve bütün hücreleri yıllardır bunu arıyordu. Garda bekleyenlere ivedilikle göz gezdirdi. Kendisini karşılamaya amcaoğlu Abdülvahit gelecekti. Birbirlerini daha önce hiç görmemişlerdi. Bakışlarının rastladığı her yüz ona ne kadar tanıdık ne kadar yakın geliyordu. Uzaklardan bir ses işitti ve döndü. Elinde altı yedi yaşlarında bir oğlanla, garda, merak ve heyecanla bekleyen adam onun ismini daha önce hiç işitmediği gerçeklikte ve olması gerektiği gibi haykırıyordu:
-Mülayim Küzecioglıııı, Mülayim Küzecioglııı!
Nihayet birbirlerini bulup, hal hatır edip, sıkı bir kucaklaşmadan sonra tekrar yola koyuldular. Köyleri at arabasıyla yaklaşık bir saatlik uzaklıktaydı. Yol boyunca kucağında amcasının torunu ve dedesinin yaptığı ahal teke oyuncağı ile zamanının çok üstünde ve ulvi hissediyordu. Evet! Ölmeyen, kaybolmayan bir şey vardı! Düşmana rağmen, zulme ve zalime rağmen, her şeyin ötesinde bir varoluş vardı ve bu hepsinin damarında her saniye akmaktaydı.
Köyü ve çocukluğunun geçtiği evi yerli yerinde buldu. Buna da şaşırıyordu. Her şey bu kadar değişirken nasıl olur da her şey bu kadar aynı kalırdı. Kader oynuyordu… Herkes oyuna dahil ve bir o kadar oyunun dışındaydı. Avluda ilk durağı dedesinin mezarının başı oldu. Bu mezar en az dedesi kadar heybetli ve rikkat doluydu. Evin sahibi ve mazinin nişanıydı, mağrurdu.
Gece ilerleyince kuzeni ve ailesi onu dinlenmesi için odasına yerleştirip kendileri de odalarına çekildiler. Odanın penceresinden çınar ağacını ve dedesinin mezarını uzun uzun seyrettikten sonra yatağına uzandı. Uyku ve uyanıklık arasında gidip gelirken, dışarıdan gelen seslerle fırladı yerinden. Köyü yine basmışlardı. Bütün köylü, kadın, çocuk dışarıya çıkarılmış, evler ateşe verilmişti. Hemen aşağı koştu, evdekiler de uyanmış, Abdülvahit telaşla silahını kuşanıyordu. Oğluyla karısını evin odunluğuna sakladılar ve teröristlerin üzerine atılmak için köyün erkeklerinin arasına katıldılar. Mülayim bir anda kendisini yıllardır gördüğü kabusun içerisinde buldu. Her yer insan uğultusu ve çığlıklarıyla inliyordu.
Sabaha karşı düşman çetesi çekilmiş, köy bütün korkunçluğu ile ölü bir sabaha atılmıştı. Abdülvahit öldürülmüş ve cesedi kuzenin sırtında şehit şerefi ile evine götürülüyordu. Mülayim hiçbir şey hissetmiyor sadece kesik kesik öksürüyordu. Avludan içeri girdi, sırtındaki şehidi, dedesinin mezarı üstüne indirdi. Tam o anda, yıllardır bu mezara kol kanat germiş çınarın kovuğu içerisinde Abdüllvahit`in yetimini gördü. Bu şehit yavrusu aynı zamanda iffeti uğruna öldürülmüş bir kadının da öksüzü idi.
Mülayim ona sıkı sıkı sarıldı. Çocuk ise elinde ahal teke ile birlikte sadece sayıklıyordu:
‘Elinde yad elinde,
Öt bülbül yad elinde…
Bir diyar mezar olsun,
Kalmasın yad elinde!`
Büşra Küntogdı
İZDİHAM