İtalyan sosyal kuramcı Antonio Gramsci 19. Yüzyılda doğmuş ve Avrupa’nın en önemli çatışmalarına şahit olmuştur. Bugün onun şu sözünden hareketle bahis açmak istiyorum. Ne eskinin olduğu, ne de yeninin doğduğu bir dönemden geçiyoruz. Bu dönem hepimiz için oldukça uzunca bir süredir devam etmektir. Sosyal yaşamın değişme eğilimine girdiği dönemde, yüz yıllar boyunca yaşanan standartları birer birer terk etmekteyiz. 18. Yüzyılda o kadar kati ve hızlı birtakım değişiklikler gerçekleşti ki, bütün toplumlar bu yaşanan sosyal yaşantının adını henüz koymaya muktedir değildir. Hatta bana kalırsa toplumlar, gelenekleri devam ettirme veya güncel teknolojik gelişmeleri kesin bir kurtarıcı olarak görme arasında sıkışmıştır. Bu darboğaz, toplumların ve özellikle gelişmiş ülkelerin tamamının ciddi boyutlarda varoluşsal sancılar çektirmektedir.
Gramsci’nin de ifade ettiği gibi, toplumların kafası karışıktır. Bu buhranlı labirentin ayrıntıları arasına birlikte bakalım. Şehirler artık bizim aşina olduğumuz insan tiplerinin yanı sıra oldukça sıra dışı örnekleri bize birlikte sunmaktadır. Peki, şehirler neden bu kadar kalabalık ve delişmen? İnsanlık tarihinde sayılı görülecek bir şey, şehirlerin bu kadar hızlı bir biçimde nüfuslarının artmasıdır. Sanayi inkılabının insanlığa hediyelerinden birisi de şehrin varoş mahalleleridir. Özellikle sanayide ve sürekli üretim bantlarında çalışan bu yeni insan için gece gündüz yoktur. Sadece mesai ve dinlenme kavramları arasında ezilmek zorundadır. Bu tip insanlar da kazançlarının azlığı sebebi ile şehrin ücra varoşlarında oturmaktadır.
Teoman Duralı’nın muhteşem bir tespiti burada tam olarak anlam bulacaktır. Biz muallimler bir kuzunun doğumuna şahit olmamış nesillere Allah’ı anlatmaya çalışıyoruz. Bu mümkün değildir aziz dostlarım. Tanrı inancını ille ontolojik açıdan ya da varlığına iman açısından değerlendirmeyin. Bu yazının konusu açısından asıl odaklanılması gereken nokta sosyal değişimin hızı ve bizi yıpratması olabilir. Tabi bizi yıpratıyor oluşunu bir gelişmişlik seviyesi olarak da almak mümkün lakin kanımca insan için gelişmek kesinlikle yavaşça ve belki birkaç neslin kararlı duruşu ile mümkün görülüyor.
Heyecanlı ve çocuksu bir merakla Dünya hayatını deneyimleyen insan, her gördüğü güzel çiçeğe âşık olmaktan fazlasını yapmıştır. İnsan neyi merak ediyor ise onun künhüne vakıf olmak için en çetin yolları yürüdü ve en kanlı savaşları verdi. Nihayet insan neyi içti ise, kana kana içti ve içtiklerine bir türlü kanamadı. Sanayi inkılabı aslında sadece onun hayatını daha kolay yaşamasını sağlayacak iken insan gitti makineye hayatının merkezine koydu. Sosyal yaşamı inancı duyguları da bu ivmelenme içinde kayboldu gitti. İnsan büyük bir heyecanla neye vakıf oldu ise, o bilgi kendine konfor sağladığı oranda içsel dünyasında kesif bir çatışmaya da sebep oldu. Her bulunan teknoloji insan için bir aşağılık kompleksi yarattı. İnsanın teknoloji ile olan ilişkisi, onu hiç olmaması gereken saçma ikilemlere soktu. Sanayi devrimi ile başlayan süreçten günümüze kadar geçen, pahada ağır ancak kemmiyette az görülen bu dönem, insanın kafasını bir yönü ile berrak bir hale getirirken diğer bir yönü ile buhranların içinde erimesine sebep oldu. İşte bu nasıl oluyor diye düşününce Gramsci’nin hatırlatması kulaklarımızda çınlıyor. Biz birtakım şeyleri değiştirdik ancak o değişen yaşantıların birbirine bağlı sıkı örülmüş bir duvar olduğunu yeni fark ediyoruz. Şunu demek istiyorum ki; sosyal yaşamların bize töre, örf, din veya kanun diye önümüze koyduğu şeyler uzun bir tecrübenin ürünü olarak karşımızda durmaktadır. Günün gerekleri diye yola çıkıp bunların tamamını ya da bir kısmını söküp attığımızda yerine mutlaka bir şey koymamız gerekmektedir. Hatta daha da mühim olan, toplumsal hayatta varlığı kök salmış olan her hangi bir şeyi hızlı bir biçimde değiştiriyorsak yerine çok daha iyisini nasp etmemiz gerekecektir. Bu devrimlerle geçen yüzyıllar bize bir yerde şunu net olarak gösterdi. Toplumsal kurallar, çok çeşitli deneyimlerin birikimi ve nesillerin tecrübelerinden müteşekkildir. Bu da bizim için her ne kadar baskıcı birtakım kalıplar olarak tanımlansa da nihayet bizim o ölçülerle yaşamamız daha iyi ölçüleri getirmediğimiz sürece zorunlu olacaktır. Tabi ki şöyle bir şey kesin olarak akıllara gelecektir. Biz her geçen gün bilimde nice gelişmelere imza atıyoruz. Bunun sonuçları olarak sosyal yaşamda aynı yönde değişime uğruyor. Burada iki tane önemli kriz bizi karşılamaktadır. Birincisi dönüşümlerin hızı nesiller arasındaki algı ve yaşam farklarını büyütmektedir. İkincisi geçiş sürecindeki yetişkinlerin yeni durumlara göre bir tavır ve duygu durumu geliştirmeleri bize her zaman bir muamma sunacaktır. Bakın sosyal yaşamaların değişimi söz konusu olduğunda yerine çok daha yüksek bir standart getirmek söz o konusu bile olsa yukarıda bahsi geçen iki çelişkiyi yaşamak kaçınılmaz olacaktır. İnsanın kendini gerçekleştirmek diye yola çıkarak bir de böyle manipüle edilmesi onun açısından ne kadar hazin bir tablodur. Düşünsenize siz ömrünüz boyunca yaşadığınız hayatınız güncel verilere ve hesaplamalara göre yanlışmış. Şimdi ne yapacak bu insan başa geri dönse dönemez ilerlese mevcut şartlar el vermez. Bu tür hızlı sosyal dönüşümlerin sonucu kesinlikle kırılmış kalpler ve altından kalkılması belki mümkün olmayacak travmalardır.
Buldumcuk bir zaviyeden dönüşümleri ele almak insan için oldukça çocuksu olacaktır. Şunu demek istiyorum ki bugün bilim dünyasında anlık icatlar ve bilgiler elde ediliyor. Bu durum insan için onun hayatı hakkında beylik laflar edip racon kesebilmek adına bir güce dönüşmesi öyle kolay olacak bir husus değildir. Zira geçtiğimiz iki yüzyıl bu tür manipülasyonlar ile doludur. Altmışlı yıllarda bilimsel olarak sigara içmenin kalp sağlığına iyi gelmesinin doktorlarca tavsiye edilmesi çok açık bir örnektir. Daha buna benzeyen nice hadise bu dediğime örnek teşkil eder. Sosyal yaşamda yapılacak dönüşüm ve değişim için zor olan şey o devrimi yapıyor oluşunuz değildir. Devrim, inkılap ya da dönüşüm, bunlar büyük hamasi eylemler ile bir gecede gerçek olabilecek şeylerdir. Nitekim insanlık tarihi bunun örnekleri ile doludur. Ancak burada bence mühim olan dönüştürdüğünüz şey neydi? Yerine getirdiğiniz şey geçmiştekini karşılamaya muktedir mi? Yoksa çocuksu bir hamasetle hayatımızdaki birçok geleneksel yaşam tazı değiştirilebilir. Belki görünüşte fayda da verecektir. Ancak insan ömrü ve beyni çok sınırlıdır. Kendisi için en iyiyi en güzeli seçerken hata yapma ihtimalini unutmamalıdır.
Bu sebeple, neyi değiştiriyoruz ve niye değiştiriyoruz? Bu sorular bizim için çok önemlidir. Ancak hepsinin üstünde öneme haiz olan şey değişen şeyin yerine neyi getiriyoruz? Belki de yerine gelecek olan şey çok rasyonel olsa da insanlığın binlerce yıllık tecrübesindeki ince öngörü ile bezenmiş olan yaşam, her ne kadar irrasyonel gibi görülse de doğru olan olacaktır. Bunu test edip onaylamamız mümkün değil ise, böyle bir zar atmak insan için oldukça lükstür. Şurası kesin ki son iki yüzyılda bu türden şeylerin yerine hiçbir zaman yeni ve dört başı mağrur bir şey getirmeyi başaramadık. Sadece geçmişte olan yaşam tarzlarını bir öcü gibi tanıtıp halka taşlattık. Peki, sonuç olarak o sosyal olgunun yerinde oluşacak boşluk o hali ile kalabilir mi? Hayır kalamaz bugün birçok örnekleri ile görmekteyiz ki bir şekilde o toplumsal olgular değişince mutlaka yerine gelen bir olgu oluşuyor. Ancak değiştirmek için enerjimizi harcarken daha sonra yeni bir ele alış biçimini geliştirmek için bu kadar hevesli olamıyoruz. Sonuç olarak toplumun temel kabulleri inançları örf ve adetleri bilimsel çalışmaların koçbaşı yapılması ile yıkılıyor. Yerine bir şey getirmek şöyle dursun tamamen lümpenlerin yönettiği bir yaşam, normal yaşam olarak kabul görüyor. İşte tam da bu insanlık için oldukça kesin bir tehlikedir.
İZDİHAM DERGİ