11 Temmuz 2024

Can Eseler, Fideler ve Kütükler

ile izdihamdergi

Güç insan doğasını derinden etkiler. İnsanın kendini daha ileri bir seviyeye taşımak adına, sürekli bir gelişim arzusu içinde olması tabiatı gereği makul bir durumdur. Ancak bu arzuyu bir saplantıya dönüştürenlerin, düşeceği çukurda alacağı tahribatları düşünmesi gerekir. Zira çukura düşerken kan revan içinde kalan beden ve ruh, sızlayan yaralarından kaçmak için o zorlu cendereden kurtulurken yeniden yaralanıyor. İnsanın ömrü zaten kısacık, tüm bu debdebeler onun yaşama çabasını söndürecek bir hal alabiliyor. 

İnsan, doğası gereği birtakım noksanlıklara, güçsüzlüklere sahip bir varlık. Bu eksiklikler onun aciz bir varlık olduğunun da kanıtıdır adeta. Fiziksel açıdan ya da ömür süresi açısından diğer canlıların geneli ile kıyaslayacak olursak güçlü olmaya çok uzaktır. İnsanın mutlak güce ulaşmak karşısındaki saplantısının kaynağını düşündüğümüz de bu nokta hemen dikkat çekecektir.  Bu durumu şöyle düşünebiliriz. Şöyle ki, bir yapbozda en değerli parça, eksik olan parçadır. Her eksik olan şeyin ihtiyaç olarak algılanması, insan doğası açısından kaçınılmaz bir sondur. Burada takılı kalan insan, kendi nefsinde mutlak anlamda olmayan şeyin, iflah olmaz bir takipçisi olacaktır. Aslında kaçınılmaz olarak bu noktaya gelmesi de doğaldır. 

Peki, güce kavuşmak eğilimi insan için kesin olarak zararlı mı? İnsanın tarihteki yolculunun temel dayanaklarından birinin, onun güce duyduğu arzu olduğu bir gerçektir. İnsanı geliştiren ve bu güne gelmesine sebep olan bu tutkulu arzudur. Güçlü bir güdü olan bu durumun şifasını bulmak da zordur. Evet, gücü elde etme arzusunun insan için eser miktarda olması gerektiğinin farkındayım. İnsanlık tarihi, bu eser miktarın tanımını belirleme çabaları ile doludur. Bütün dinler, düşünsel akımlar ve nihayet felsefe bu meseleyi derinlemesine ele almayı kendine görev edinmiştir. Kontrol edilebilecek ölçülerde gücün arzulanması, gayet masum hatta gerekli bir istek olarak kabul edilebilir. 

Peki, insanın güç elde etmek için neyi feda eder? Tam bu noktada, Andrey Tarkovski ve Dücane Cündioğlu’na atıfla şu benzetmeyi aktarmak isterim. Büyük kütükler oldukça sağlam ve güçlü varlıklardır. Bir kütük aldığı darbelerle asla ölümcül zararlar göremez. Hatta ah vah edip ağlayamaz. Zira kütük artık kesilmiş ve canlı bir ağaç olmak özelliğini kaybetmiştir. Canı yoktur ki acı duysun. Ama fide böyle değildir. Bir kütüğe kıyasla küçücük bir darbe ile çıt diye kırılır. Ancak fide canlıdır ve bu canlılığın bir bedeli vardır. Bu bedel, onun küçücük bir darbe karşısında kırılmasını gerektirir. Adeta fidenin güçsüz oluşu, onun hayatta var olmasını sağlayan bir gerekçe gibidir. Kütükler ise dağlardan yuvarlanır, türlü darbeler alır ve nihayet hiçbir zarar görmezler. O dev gibi kütükler çok güçlüdür. Güçlenmenin bedelini de cansız olmakla ödemişlerdir.

İnsan da bir canlıdır. Hayatta olmasının, birtakım bedelleri talep etmesi gayet normaldir. İnsanın güçlü olmaya odaklanmasının ve bunu bir hedef haline getirip canhıraş bir biçimde kendini paralamasının mutlaka bir sonucu olacaktır. Bir kişi düşünelim ki daha güçlü kaslara sahip olmak istiyor. Onun kaslarının başına gelecek olan şey yırtılmak olacaktır. Tarihteki önemli ve güçlü karakterleri düşünelim. Zafer kazanmış bir mareşal, şehre muzaffer bir komutan olarak dönüp zafer takının altından geçerken büyük bir haz duyacaktır. Artık o bir fatih ve muzaffer bir komutandır. İhtişamlı bir zafer, insana büyük bir haz ve güç bahşetse de sonuç olarak o zaferin ardında binlerce canın feda olması yatmaktadır. Güce kavuşmak isteyen komutanın ödemesi gereken bedel, binlerce canın fedasıdır.

Üstat İsmet Özel’in muhteşem bir dizesinde ifade ettiği gibi ‘’Uyanmanın bedeli serapları fedadır. Uykuyu tadayım dersen kabusa dalmak pahasına..’’ bu alemde ele geçmiş olan bir güç yoktur ki, ardında bir şeyleri eksik bırakmasın. Sürekli olarak hayatımızda olmasını arzuladığımız güçlü olma hali, bizi bu hali elde etmenin bedellerine sürüklemektedir. İşte tam bu noktada attığımız taş ürküttüğümüz kuşa değecek mi diye düşünmemiz gerekmektedir. Bir şeyleri elde etmenin mutlaka bir bedeli olacağı gibi, gücü elde etmenin de türlü bedelleri olacaktır. Hastalık, ayrılık, vicdan azabı hatta ölmek belki, bütün bu zor süreçler nice insana güçlü olma arzusunun faturası olarak ödetildi. O insanlar ki belki nihai olarak geldikleri noktadan ve ödedikleri bedellerden duydukları pişmanlıklarla seraplarından uyanıp kâbuslara gömülmek zorunda kaldı. 

Şunun altını çizmek isterim ki, güçlü olmaya savaş açan bir yazı kaleme almıyorum. İşaret etmek istediğim nokta günümüz dünyasında sürekli olarak insanlara sunulan paket programları yerden yere vurmaktır. İnsanların, özellikle hayata yeni başlayan gençlerin zihin dünyasında bir takım kalıplara zorunlu oldukları dayatmasının anlamsızlığına karşı çıkıyorum. Tek geçerli akçenin güç olarak tanıtıldığı bir bakış açısı, insanın zalim olma eğilimini güçlendiren bir tuzak sunuyor. Bu tuzaklar arasında en keskin olanı, içimizdeki canlılık alametlerini yitirmek olacaktır. Nitekim kütükler gibi güçlü olmaya heveskâr değiliz. 

Fidenin canlı olması gibi, insan da canlı bir varlıktır. Her canlı varlık gibi, o da eksik, hata ve güçsüzlükleri ile var olabilir. Birtakım hedeflerin saplantılı takipçisi olmak, kendi ruh dünyamızdan ve ahlak anlayışımızdan ödünler vermemize sebep olacaksa neye yarar ki? Platon Devlet ütopyasında kusursuz bir hikâye anlatır. O toplum ile kendi toplumumuzu kıyaslamak gereksiz bir çelişkidir. Çünkü gerçek olan mutlak bir değer ifade edebilir. Bizim yaşamımız kusurlu ve bazı yönleri ile güçsüzdür. Ancak ütopyalar ham hayal iken bizim hayatlarımız gerçektir. Dolayısı ile bütün gerçek olan şeyler gibi, o da güçsüzlük denizinden abdestini almıştır. 

İZDİHAM