Hemen hepimizin bu hayatta bekledikleri şeyler vardır. Biraz bu konuya eğilmek istiyorum. Düşünsenize, yeni ve kocaman bir yıl geliyor. Bütün insanlık kalbinde veya direkt dilinde bir takım beklentiler içerisinde. Hepimizin gönlünden geçen, beklediğimiz şeyler var. İnsan olarak bizi, diğerlerinden ayıran şeylerden biri de, bu değil mi? İnsanların arasında, en kesin benzerliklerden biri olan bu beklentiler, dünyevi ya da uhrevi olabilir. Dünyevi hazlar, hatta günah ve aşırılıklar, insanoğlunun buraya geldiği ilk günden beri en çekicileridir. Bunun yanında, manen muhteşem ve görece diğerlerinden daha masum beklentilerde vardır. Sevmek, başarı ya da iyi insan olmak gibi. Bütün bunların dışında, daha nice şeyi bekliyoruz. Beklemekten bahsetmişken, Cemal Süreyya’yı anmamak olmaz. Üstat, bize beklemeyi sevmekten bahsediyor. “Öyle büyümüş ki içimizdeki yalnızlık, sevilmeyi beklerken beklemeyi sevmişiz.” Herhalde daha iyi bir durum tespiti görmedim. Beklemenin bir fiil olarak, beklentilerin de bir amaç olarak, sinir bozucu olanı veya tatlı bir telaş vereni mevcuttur. Uzunca bir zaman yahut birkaç dakika gibi devam eden beklentilerimiz vardır.
Şimdi gelelim yazının başlığına; ‘’Godot’yu beklemek’’ bilmeyenler için kısaca bahsetmek isterim ki bir tiyatro oyunudur. ‘’Godot’yu Beklerken, Samuel Beckett’ın 1949 yılında Fransızca olarak yazılan ve ilk kez 1953’te Paris’te sahnelenen ünlü eseridir. Zamanla ülke çapında ün kazanıp 1954 yılında Beckett tarafından bazı değişikliklerle İngilizceye çevrilmiş ve başka ülkelerde de sahnelenmeye başlanmıştır. Avangard olarak nitelenmesine karşın hızla klasikleşmiştir. Oyunun varoluş sancıları çeken kahramanları Vladimir ve Estragon, yolları kesiştiğinde birbirleriyle iletişim kurmaya çalışır. Her gün yinelenen bu ritüelde bellek, işlevini yerine getiremeyince de gerçekliğin kesinliğinden uzaklaşmaya başlarlar. Eylemsizliklerine yenilmiş insanların, Godot adında ne olduğu bilinmeyen bir kimse veya şeyi beklemelerini konu alan en önemli absürt tiyatro eserlerinden biridir.’’[1]
Beklentileri ve varoluşçuluğu, Godot’yu beklemek üzerinden değerlendirmek ve gelecek seneye dair umutlarımızla pekiştirmek adına, şimdi birkaç yol açmak istiyorum. Geçen sene nasıl ki, Godot gelmedi ise, önümüzdeki senede, Godot maalesef gelmeyecek. Bu gerçeği en çarpıcı hali ile kabul etmek gerektiğini, kesin olarak biliyorum. Belki Godot’ya biz gidebiliriz! Beklentilerimiz; şu fani dünyadan ne ne beklentimiz var ise Godot gibi oda gelmeyecek. Biz beklentilere doğru yol aldığımız ölçüde, elimize geçen şeyler çoğalır. Kesin olan şu ki, Godot’a biz gidebiliriz. Tabi ki, bu seyrin mutlaka bedelleri olacaktır. Çoğu zaman beklentiler nazlı bir gelin olmayı tercih ederler. Mehir ödediğiniz ölçüde, size teslim olacaktır. Bu arada Godot’ya gitmek fikri, en kolay olandır. Zira insan beklentilerini, büyük ölçüde karşılayacak kabiliyettedir. Başarı dediğimiz kavram, beklentilerin karşılanması ile doğrusal yönde hareket eder. İnsan beklentilerini karşıladığı için çok mutlu olabilir. Büyük bir haz mastarı olarak, Godot’ya gitmek denenebilir. Böyle yapan insanların gayet keyif dolu hayatları vardır. Her ne kadar sıradan ve ortodoks bir yol olsa da güvenli ve kesin olan Godot’ya gitmektir. Sigortalı bir iş, akşamları evinde çocukları ile mutlu mesut anlar, bu türden Godot’ya gidişlerdir. Beklentiler, dikenli ya da güllerle donatılmış yolun sonunda durmaktadır. Beklentisi olanlar; yolu yürüyün, bir şekilde bitirince ama kanlı tabanlarla ama mis kokulu yapraklar üstünde onu bulacaksınız.
Ya peki, Godot’yu beklemekten vazgeçsek nasıl olurdu? Beklentiler kurbanını, yaratana sunmamaktan bahsediyorum. Sonuç olarak beklemekten vazgeçmekte, bir yol olarak karşımızda duruyor. Beklentisizlik hali, beni her daim cezbetmiştir. Hayattan haz almak, doyasıya yaşamak gibi beklentilerden vazgeçmek, insanın kolay kabul edeceği bir şey değildir. Bir dostum bana ‘’arzun kadarsın’’ demişti. Ne kadar da anlamlı bir yargı bu. İnsan, nasıl olurda beklemez? Neden beklemez insan? Bu sorunun cevabı, ölmüştür olabilir. Bu yönü ile düşündüğümde hiç var olmaması ile aynı şey gibi geliyor. Tabii ki, arzuyu/beklentiyi bastırmak, hayatını bir zahit olarak yürümekte, bir yoldur. Kesin olan şudur ki en temiz, en belasız şeydir. Daha ötesi, Godot’ya varmak ile aynı şeydir. Beklemekten vazgeçmekte, garanti olandır. Katı bir kurtuluş olarak bize göz kırpar. Zira beklemek zor iştir. Birçok bedellerle geçmiş bir hayat korkusu, insana bunu yaptırabilir.
Son kertede, elde bir yol daha mevcuttur. Godot’a gitmek veya gitmemek gibi bir ikilemden çıkmak. Godot’un gelmeyeceğini bilerek beklemek. Bu da bir yoldur. Belki en derin acıların, iç sızılarının rumuzu, bu son yolun girişine asılmıştır. İnsan beklentilerinden vazgeçerse ne mi olur? Geriye kalan şeyin insan olduğunu düşünmüyorum. Bu beklenti hali, insan olmak diye tanımlanabilir. Her devirde, her coğrafyada, insan varlığının devamı, Godot’yu beklemekle resmedilebilir. Yalnız böyle yazılması, hatta edebi ve felsefi mahfillerde konuşulması, yaşanmasından çok daha kolaydır. Beklemek ateşten bir gömlek olarak askıda dururken neden onu alıp giyelim? Buna şöylede bakmalı insan, neden acı çekeyim? Ayrıca bu seçimin, insanın sınırlı ihtiyarı ile olmayacağı da ihtimal dâhilindedir. Evet determinist bir bakış açısı bu farkındayım. Ancak beklemeyi sevmekte var. Belki beklemeyi bir tercih, hatta bütün zorluklarına rağmen bir yol olarak kabul etmek bizi başka bir şeye dönüştürür. Yolun insanı terbiye etmesi gibi, beklemekte insanı terbiye eder. Godot’yu bekleyenler, yeni yılda beklemeye devam edecek gibi görünüyor. Zira Godot’yu beklemek sadece Godot’yu beklemektir. Beklentilerini beklemek ve bunu sevmek, bir üçüncü yol olarak karşımızda duruyor.
[1] https://tr.wikipedia.org/wiki/Godot%27yu_Beklerken
İZDİHAM