10 Nisan 2025

Can Eseler, Susmazsan Duyulmaz

ile izdihamdergi

Gürültü sağırdır, inanç ise sessiz.

Şehir konuşuyordu.
Tramvay raylarında takılan her teker, markette ezilen naylon poşet, bir telefonun hiç susmayan titreşimi… İnsan, gürültünün içinde neyi kaybettiğini fark edemez. Fark etse bile, zaten vakti yoktur aramaya.
Ben bir gün sustum.
Birdenbire değil. Sözler yavaş yavaş düşmeye başladı dilimden. Birkaç cümle eksildi önce. Sonra gündemden geri kaldım. Haberleri takip etmedim, cevap vermedim, açıklamadım. Sustukça içim genişledi. Sanki biri, içimde küçük bir odayı süpürüp oraya bir minder, bir dua, bir de mana koydu.
Sessizliğin sesi vardı. Hem de çok derindi.

İnanan insan neden az konuşur biliyor musun?
Çünkü inandığı şey konuşulmaz. 

Hissedilir…  Taşınır…

 Bazen de susarak korunur. İnanç, gürültüyle yaşanmaz. Gürültü bir savunma biçimidir; ancak iman savunma değil, teslimiyet ister.

Ben sustuğumda bir ses duydum:
“Ben buradayım.”
Oysa yıllardır konuşan bendim; duymadım.

Bazen Allah, bir annenin gözlerinde parlar.
Bazen mutfağa sinmiş mercimek kokusunda.
Bazen yalnız kaldığında üstüne örttüğün eski battaniyededir. Her köşesi yıpranmıştır ama seni hâlâ sarar. Tıpkı O’nun gibi.

İnanç, bazen bir ayetin anlamında değil; birinin “geldim” deyişinde başlar.
Veya gidenin ardından içini delip geçen sessizlikte.

İnanç yüksek sesle yaşanmaz. Yüksek yerlerde de bulunmaz.
Bir çocuğun alnına bırakılan öpücükte, gece lambasının ışığında, annesi ölen bir kedinin sessiz bakışında… Oradadır.

Bir sabah, kahvaltıda zeytin ekmek yerken doyduğumu hissettim .
Doya doya şükrettim. “Elhamdülillah” dedim, sadece Allah’a değil; sofrayı kurana, hayatı verene, kalbimi yumuşatana…
Çünkü iman bazen bir teşekkürdür. Bazen bir ağlamadır. Bazen dua bile değildir.
Sadece içten gelen, içe yayılan bir kabulleniştir.

İnanmak konuşmak değildir.
İnanmak, kendini Allah’ın ellerine bıraktığın o yumuşaklıktır.

İnsan neyi bildiğini zannederse, oradan uzaklaşır.
Bilgi bazen yaklaştırmaz, bazen de kalbi sertleştirir. Çünkü her şey akılla ölçülmez. Akıl iyi bir kapıdır, ama inanç o kapının ardındaki boşlukta yankılanır.

Ben çok şey okudum. Ayetlerin tefsirlerini, fıkıh meselelerini, kelam tartışmalarını…
Ama bir gün sokakta başı örtülü olduğu için hakarete uğrayan bir kadının sessiz duruşu, bana bütün o ciltlerden daha çok şey öğretti.
İnanç, bazen savunulmaz. Sadece taşınır.
Çünkü hakikat kendini bağırarak anlatmaz.
O, ağırdır. Sükûnetle taşınır.

Din; sadece bir sistem, bir hüküm, bir öğreti değil.
Din, aynı zamanda bir haldir.
Gönülden kalbe akan bir niyettir. O yüzden bazen “bilmek” değil, “inanmak” gerekir. Çünkü her doğru, her zaman kalpte yankı bulmaz.
Ama içten bir dua…
O yankıyı gökyüzüne gönderir.

İnanç hakkında çok yazılır ama çoğu yazıdan sonra içimiz boş kalır.
Çünkü bazı yazılar baştan yazılmıştır. Kalpten değil, akıldan.
Oysa Allah bazı şeyleri kalbe yazar.
Ve kalbe yazılan şeyleri, sadece sessiz insanlar okuyabilir.
 

Her insanın içinde bir odası var.
Kimi orayı eşya ile doldurur, kimi hatıralarla.
Ama bazıları oraya sadece Allah’ı koyar. Sessizce. Kimse bilmez. O bile çok konuşmaz.
Çünkü inanan insan, en çok orada konuşur: İçinde.

Dua bazen kelime değildir.
Sadece gözlerini kapatıp içinden geçenleri Allah’a bırakmaktır.
Kimi zaman bir “yardım et” fısıltısı bile çok şey anlatır.
Çünkü Allah, yüksek sesle değil, samimiyetle duyar.

Artık susmayı bilen insanların çağı geldi.
Anlatmakla yetinmeyen, yaşamak isteyenlerin.
Cümle kurmaktan değil, cümle olmaktan yana olanların…

Belki de sana bugün şunu sormak gerekiyor:

Ne zaman sustun en son?
Konuşmayı, açıklamayı, izah etmeyi bırakıp, sadece kalbine baktın mı?
Belki de iman orada başlıyordur.
Sözlerin bittiği yerde.

İZDİHAM