16 Ekim 2023

Can Ülgen, Kadir Tepe ile Konuştu

ile izdihamdergi

“Günümüz şairleri kendini çağıramayan bir sese sahip. Kendini tanımayan, bilmeyen bir ses ise yankısını bulamayacaktır. Bağırarak değil seslenerek çağıracaktır bence… Yani bir kavgada bağırmadan seslenmek, herhangi bir sinir ucuna dokunamayacaktır.”

Can Ülgen, Kadir Tepe ile Fabrik Kitap etiketiyle yayımlanan şiir kitabı “Ayıp El İşaretleriyle Gösterilen Uzaklıklar” ve “Kardeşlik” kavramı üzerine konuştu.

Evet en yakın arkadaşım, can dostum Kadir Tepe! Hüseyin Hakan’dan sonra seninle de söyleşi yapma şansımız oldu. Alem alem olur ki, kimin yanına gitsen bir boşluk yaratır. Lakin senin kardeşliğin, dostluğun bütün boşlukları dolduruyor. Sence kardeşlik kavramında en önemli hususlar nelerdir? Hatır dediğimiz gönül işi anımsamakla eşdeğer midir?

Eyvallah, Can dostum. Var ol!

Aslında ben kardeşliği, direkt do’stluk olarak nitelendiriyorum. Esasen bu kavram müzikteki “do” anahtarıdır. Ortadaki frekanstır yani. Aynı zamanda da şiirdeki sestir. Şiirden sesi aldığımızda, ortaya sağırlık kalır. Şiir, kendini çağıramaz ve kulak cihazına ihtiyaç duyar: Bu durum da yapaylığa kapı aralar. Ekstra, bir misal daha verir isek: Jenga oyununda ortadaki taşı çektiğinizde kule tamamen yıkılır ya hani… Dostluk benim için ortadaki o taştır. Alttaki ve üstteki taşları çekmemiz yeterli olacaktır. Hep birlikte bu duruma yönelelim, ki sesimiz kendini daima çağırsın.

Öncelikle kitapla ilgili sorulara başlarken, kitabın kapağıyla yani dış görünüşüyle başlamak isterim. Kitabın kapağında sigara tutan bir el var ve bu el hem farklı düşünceleri hem ayıp görülen aslında düşüncenin çığırı gibi gayet normal olan şeyleri andırıyor. Sen neden böyle bir kapak seçtin? Aslında ayıp el işaretleriyle gösterdiğimiz her uzaklık dibimizde biten yakınlıklar olduğu için mi yoksa sigara dumanının sadece kişiye mi zarar verdiği kanaatindesin?

Bu sorunu şu şekilde açıklayayım: Küfür, hayatımızın her anına şahitlik eder ve belki de hayatın bizzat ta kendisi olabilir. Ben de Ayıp El İşaretleriyle Gösterilen Uzaklıklar’da küfrün yönelimlerini işledim işledim işledim… Bu sebeple de kapakta hayatın kapsayıcı bir anı olan Sigara Tutma Biçimi’ni konu edindim.

Bana imzaladığın kitabında “uzaklık” başlığının önüne “daha” sıfatını koyarak imzaladığını söylemek istiyorum. Oradaki “daha” kastın nedir? İnsan için uzaklık olabilmesi ne kadar daha menzile bağlıdır? Elbette hayatın her anlamında düşünerek yanıtlayabilirsin bu soruyu.

“Daha” ifadesi bir samimiyet biçimidir. Sevincin ya da üzüntünün yarattığı değeri aktarır bence… Uzaklığınsa “daha”sı makbuldür diyebilirim çünkü samimi bir uzaklık yakından daha yakındır. Hayatın değil de şiirin bir yanından temas ederek bu soruyu cevaplandırmış olayım.

Can Kadir, kitabın başlangıç şiiri olan “Dudaktan Öpüşemeyen Fahişeler” şiiri senin için “ayıplığı” tanımladığın şiir mi oldu? Kitaba o şiirle başlamanın altında yatan bir sebep var mı? Çünkü şiirin bir kısmında “insan dünyaya yorgun gelirdi” diyorsun. Bu yorgunluk yolların yorgunluğu mu yoksa yorgunluğun yolları mı?

Balık, baştan kokarmış.

Yine bir şiirinde yazdığın şu cümle epey dikkatimi çekti: “ve biliriz ki böyle şeyleri bizim Can’a sormak lazım gelir, fena hızlıdır, Fenerbahçelidir, otobanda frene basmaz hiç, piç!”. Burada otobanda frene basmaktan kastın nedir? Veya bu durumun uzaklıklarla bir bağlantısı var mıdır sence?

Bahsettiğin şiirde gazını kesemeyen yahut kapağını indiremeyen bir karakteri işlemiştim. Hâliyle bu karakter, frene de hiç basmıyor. Bu tip yaklaşımlarınsa “daha”sı değil, uçsuz bucaksız bir uzaklığı vardır.

Seninle çok kez şiirin bir ses değil özellikle sürekli yenilenen ve kulakta duyulan değil söylenen bir ses olduğunun kanısına vardık. Şiir yolumuz beraber attığımız adımlarla, dünyaya aynı yerden farklı seslerle bakmakla geçti. Sence Kadir, günümüz şairleri bu sesliliğin neresinde? Biz onların hangi tarafından şiire bakıyoruz?

Kesinlikle, öyle.

Günümüz şairleri kendini çağıramayan bir sese sahip. Kendini tanımayan, bilmeyen bir ses ise yankısını bulamayacaktır. Bağırarak değil seslenerek çağıracaktır bence… Yani bir kavgada bağırmadan seslenmek, herhangi bir sinir ucuna dokunamayacaktır. Böyle!

En son muhabbetini ettiğimizde eline kalem alan herkesin şiire başvurduğunu ama bir o kadar kimsenin şiire değer vermediği kanısına kapıldık. Sence biz şiire ne kadar değer veriyoruz? Herkes şiir yazmalı mıdır? Çok klişe oldu belki ama bağlamı olmayan bir köprüden nasıl geçmiyorsak bağlamı olmayan bir şiire şiir diyebilir miyiz? Gerçekten de bağlam ve müzik şiirin yapı taşı mıdır?

Şu an seninle aynı şeyleri düşünüyoruz. Cevaplar belli fakat şu cevap yeterli:

…ve ortamı bir anda sessizlik kaplar.

“Kardeşlik” kavramına geri dönelim. Eski zamanlarda birçok şairin veya öykücünün çok yakın derecede dostlukları olduğunu biliyoruz. Sen geriye dönüp baktığında yanında kimleri görüyorsun? Senin edebi düşüncene, yaşantına bu bağlamda şiiriyle ya da kişiliğiyle etki eden birisi oldu mu?

Bütün dostlara, selamlar!

Herkes, onlar kendini biliyor…

Kardeşim son zamanlarda özellikle çok kötü şiirler kulağımıza söylenmeye başladı. Kimi zaman ben de kendimi tekrar etme hatasına düştüm. Şairlerin yaşantısında tekrara düşüren arabesk yaşantının gelecek adına zararlarını bir de burada açıklayabilir misin? Seninle her zaman üstünü çizdiğimiz saydam şey aslında ne kadar somut bir veri taşıyor?

O metinler söylenmiyor, esasen yazılıyor. Arabeskin ise bataklık ve metin-sel bir şey olduğu konusunda gayet net ve istikrarlıyım. Biz türkü söylemiyoruz. Şiir çağırıyoruz, kendi sesimizi yani… Mevzu bahis konu aynı bu şekilde zihnimize tesir ediyor, etmelidir de. Her insana, insan diyor muyuz? Demiyorsak her şiire de şiir dememeliyiz.

Şiirinin anlaşılması zor olduğunu söyleyenler hakkında ne söylersin? Neoepizm’e yakın ve Lirizm’den uzak bir boşlukta şiirinin yankılandığını düşünen bir kesim var ve bu kesim kimi zaman seni o boşluğa gömmeye çalışan bir kesim de olabiliyor. Sence iyi bir şair olmanın getirdiği bir şey midir bu?

Şair niteliğine uygun görülen sesin kalitesi daima iyidir, sıkıdır zaten.

…ve biz şiiri O’nlar için değil, sesimizin karnını burnunu istifra ederek tok tutmak adına söylüyoruz. Şairin getirdiği bir şey varsa o da karın tokluğunu kusma biçimiyle gidermektir. Kusalım kusalım, yine yeniden kusalım…

“Kardeşlik” adına son bir soru sormak istiyorum sana. Can Ülgen’in hayatında sürekli çukurlara düştüğünü görüyor ve işe gittiğin gömleğin bile olsa kolunu çukura sokmaktan gocunmuyorsun. Her boşlukta kendi karakterinin getirdiği bir “anadan üryan kardeş” olma duygusuyla her şeyi daha da inceliyor ve doğrusunu anlatmaya çalışıyorsun. Sence de bir kardeş için en önemli şey “her zaman yanında olduğunu bilmek” midir? Sence kardeşlik nedir?

Jenga oyunundaki o ortada duran taşı yanından bir an olsun ayırmamaktır kardeşlik… Hayat bir oyunsa ve şimdi bir oyun oynanacaksa mevzu bahis taşı çıkarıp ortaya yerleştirmek lazım gelir.

Canım kardeşim Kadir Tepe, aşkın sana teğet geçtiği zamanlarda lirizmden uzak dururdun ve hatta bana takılırdın. Şimdi ise ileride eğer nasip olursa bir evladın olma durumunda nasıl lirik şiirler yazarım diye düşünüyorsun. Sence lirizm bizzat yaşantıdan doğan bir şey midir? Şiir ve lirizm hakkında ne söylemek istersin?

Böyle şeyleri pek düşünmem, şairin bu tip yaklaşımları düşünmesi de pek doğru olmaz bence…

Ayrıca benim sıkı lirizme karşı bir tepkim yok, tepkim suyu bulandıran lirizme karşı. Suyun ayak sesleri duyulmalı.

Son olarak ikimizin de hayatına dokunan insanlar oldu. Şiirlerinde ithafların ve ayırdığın dizelerden de anlaşılıyor bu. Bütün soruları göz önüne alarak son olarak içinden neler geçiyor? Bu söyleşiyi hangi altın cümleler ile sonlandırmak istersin?

Her şey derin uykuda, rüya biziz.

Röportaj: Can Ülgen

İZDİHAM