Cemil Meriç’in 1980 yılında Hisar Dergisi’nde çıkan yazısı. Hümanizm bir aydın hastalığıdır.
Hümanizm, Avrupalı için kaybettiği dinlerin, yıktığı inançların yerini alan bir put. Hümanizm bir aydın hastalığı ama kimse bu izmin hudutlarını çizemiyor. Diyorlar ki hümanizm, insanı mükemmelleştirmek, varabileceği en yüksek irtifaa yükseltmek yani gerçek insan, kamil insan yapmak. Yalnız örnek kim olacak? Sokrat mı, Vinci mi, Erasmus mu, Goethe mi?Nietzsche’nin ideali insan-üstü idi; yakın tarihin kanlı tacidarları bu rüyanın ne kadar tehlikeli olduğunu ispat ettiler.
Carlyle’in kahramanlarına gelince onlar da mazide yaşayan veya yaşandığı farz edilen birer gerçek veya tecrid. Hümanizm insanın tanrılaştırılmasıymış, hangi insanın, feylesofun mu, kozmonotun mu, yığının mı? Hümanizm, saltanatının sarsıldığını anlayan kilisenin de bayrağı. Gerçek hümanist biziz diyen Pierre l’Hermite’lerin, Ignace de Loyola’ların torunları kanlı pençelerine ipek eldivenler geçirerek insanoğlunu kardeşliğe çağırıyor.
Yürekten inanıyorum ki geleceğin dini katıksız bir hümanizm olacaktır, yani insanın bütününe saygı; hayat ahlaki bir değer taşıyacak, kutsileştirilecek yüceltilecek.
Yarının başlıca kanunu güzelim insanlığa özen göstermek. Belli bir şekle bürünmeyecek bu inanç, hizipler ve tarikatlar gibi kimseye kapalı olmayacak. Akıldan başka kılavuz tanımayan, gizli remizleri, tapınakları, rahipleri bulunmayan, kiliseler dışı dünyada gönlünce yasayan geniş ve hür ilim.. iste insanlığı kanatlandıracak biricik inanç”
(Renan, İlmin Geleceği)
İmanını kaybeden bir çağın dini. Sözünü dinletmek isteyen her felsefe bu kaftana bürünmek zorunda. Marksizm’den egzistansiyalizme kadar Avrupa’nın tüm düşünce akımları hümanist. Kavramdan çok kılıf; kelime değil bukalemun: demokrasi gibi, sosyalizm gibi. Hümanizm genç bir kavram, bati dillerini 1850’den sonra fethetmiş. Ama müstağriplerimiz hemen benimsemiş kelimeyi, onlara göre Yunus’lar, Mevlana’lar, Hacı Bektaş Veli’ler su katılmamış birer hümanist.Hümanizm nedir, kimsenin tarife yanaştığı yok.(1)
Kelimenin iki ayrı manası var : 1) Antikite hayranlığı. 16. asır Avrupası için bir kaçış, bir meçhulü arayıştı hümanizm. Bir egzotizm, bir yeni boyut ihtiyacı. Kilisenin yasaklarından kurtulmak isteyen Orta Çağ insanı Eski Çağ edebiyatlarına kaçtı. Ferdi cemaat içinde eritmeyen paganizm, hürriyetti, direnişti. Nas’ların çelik korsasından kurtulup kilisenin duvarları dışına fırlamak hem cazip hem de tehlikesizdi. Kendi mazisine sığınıyordu batı; manevi mirasını yeni baştan inceliyor, o metruk hazineden el değmemiş mücevherler derliyordu. Antikite hem kendisiydi hem başkası.
İnsan Hıristiyanlığın posalaştıramadığı bir düşünceyle yakından temas ediyordu. Vesayetten kurtuluşdu bu, kendi kanatları ile uçmak arzusuydu. Açıktan açığa bir isyan değildi şüphesiz, çünkü Hıristiyanlık, greko latin kültürü ile hiçbir zaman göbek bağlarını koparmamıştı. Fakat nas’ların korkuluğundan atlayarak putperest dünyanın şiir ve düşünce bahçelerine açılmak yine de tehlikeliydi. Ne olursa olsun Avrupa, zincirlerini kırmak, rüştünü ispat etmek, horlanan haysiyetini kurtarmak zorundaydı. Böylece batı aydını çeşitli tahriflerle tanınmaz hale gelen Hıristiyanlığı bir yana bırakacak ve giderek kendi kendini tanrılaştıracaktır.
Filhakika hümanizmin ikinci manası insanlık dinidir.Kilisenin abesleriyle bunalan serazad zekalardan kimi, “tabiatta tanrı yoktur, tanrıyı yaratan insandır. Toplum kendi değerlerini gök kubbeye aksettirmiş, beşeriyi ilahileştirmiştir”, dedi; kimi, “insanlığı kurtaracak tek kılavuz ilimdir”; ne Rab ne ibad. İnsanın yabancılaşmasıydı din, bir çeşit afyondu. Geçen asrın düşünce fatihleri Promete’yi bayraklaştırırlar, “bütün tanrılardan iğreniyorum” diyen Promete’yi. iyi ama Promete’nin iğrendiği tanrılar karanlık bir çağın kan dökücüsü, habis, zenperest mabudları değil mi?
Hümanizm, Avrupalı için kaybettiği dinlerin, yıktığı inançların yerini alan bir put. Hümanizm bir aydın hastalığı ama kimse bu izmin hudutlarını çizemiyor. Diyorlar ki hümanizm, insanı mükemmelleştirmek, varabileceği en yüksek irtifaa yükseltmek yani gerçek insan, kamil insan yapmak. Yalnız örnek kim olacak? Sokrat mı, Vinci mi, Erasmus mu, Goethe mi? Nietzsche’nin ideali insan-üstü idi; yakın tarihin kanlı tacidarları bu rüyanın ne kadar tehlikeli olduğunu ispat ettiler.
Carlyle’in kahramanlarına gelince onlar da mazide yaşayan veya yaşandığı farz edilen birer gerçek veya tecrid. Hümanizm insanın tanrılaştırılmasıymış, hangi insanın, feylesofun mu, kozmonotun mu, yığının mı? Hümanizm, saltanatının sarsıldığını anlayan kilisenin de bayrağı. Gerçek hümanist biziz diyen Pierre l’Hermite’lerin, Ignace de Loyola’ların torunları kanlı pençelerine ipek eldivenler geçirerek insanoğlunu kardeşliğe çağırıyor.
Katolik bir tarihçi, “Hıristiyan hümanizmi, yunanlıların dini ideali ile İncil arasındaki kaynaşmanın eseridir, diyor; Yunan felsefesi Latin hukuk anlayışı ve judeo kretien teoloji aynı potaya döküldü, bu haritadan çıkan ana mefhum: insanoğlunun değeridir”. (Grouset)
Ya İslamiyet? Hümanizm putperest sanata karşı duyulan hayranlıksa Müslüman dünya böyle bir muhabbetten habersiz yaşamıştır. Çölde doğan İslamiyet, yunan şiirinin çılgın ve günahkar cazibesine kapalıydı. Sirenlerin şarkısını engin denizlere açılmayanlar duyamazlardı ki. İslamiyet Yunan ve Roma’dan düşünceyi almıştı, besleyici unsurları varlığına katmış, posayı bırakmıştı geriye. Unutmayalım ki karanlıklar içinde bocalayan Avrupa’ya antik çağın en büyük dahisini, Aristo’yu İslamlar tanıtmıştır, yani batı hümanizminin ana kaynaklarının biri İslamiyet’tir. Ne var ki İslam’ı Homeros da ilgilendirmemiştir, Virjil de. Cahız (772-870) için dünya şiiri Yedi Aşkı şairleriyle
başlar. İslam yunan ve Latin sanatına niçin dönecekti? Ne dilde ne zevklerde ortaklık söz konusuydu.
Rönesans hümanistlerinin çağdaş hümanizm üzerinde etkisi nedir? başka bir deyişle, bir Feurbach’in, bir Renan’in, bir Marx’ın dikkatini insanoğlunun muhteşem kaderine, eşsiz değerine kanatlandıran Rönesansın metin aktarıcıları mı olmuş? Onlar olmasa Comte insanlık Dinini kuramayacak mıydı? Bilemeyiz. Biz Rönesansı yaşamadığımız için mi hümanist olamadık? Evvela Rönesans tarihi bir gerçekten çok bir İtalyan miti. Düşüncede yeniden doğuş ve atlayış olmaz. İslamiyet’te kilisede yok, Allah’la kul arasında herhangi bir aracı da. İslam düşüncesi hangi baskıya karşı direnecek, bağımsızlığını kime ispat edecekti?
Hümanizm insan haysiyetine saygı, insana tabiat içinde istisnai bir değer vermekse, İslamiyet tek gerçek hümanizmdir. “Humanités” edeb, efendilik, nefse hakimiyet, mukaddese saygı ise İslamiyet ve bilhassa tasavvuf “humanités” nin ta kendisi. İnsan yalnız İslamiyet’te eşref-i mahlukattır. Bir yanıyla balçık, bir yanıyla tanrı. Feyzi Hindi’nin meşhur beyiti ile çerçevelediği muhteşem varlık:
Haki, eğer bezulmeti hesdi mukayyedi, Arşı, eğer benur-i ilahi münevveri.
(1)Şemsettin Sami, “insaniyete muhabbet” diyor (Kamus-u fransevi). İsmail Fenni, “devr-i teceddüd üdebasının yani elsine ve edebiyat-i atika tarafdarınının mezhebi..beşeriyete ibadet mezhebi” (Lügatçe-i felsefe) (yazarlarımıza sorsak)..
Bu izm “dünyanın en namussuz sömürüsü olan burjuva sömürüsünü örtbas etmek için ileri sürülmüş bir duman perdesi” Kemal Tahir’e göre. Ergün Göze için, “insan ruhunu metafizik kaynaklardan koparan ve bu sebeple insanı vücuduna irca eden zavallı bir sistem..son aşaması: makineleşen insan”. (Bu keşmekeş nereden geliyor. Önce kelimenin kendisinden. Kemal Tahir hümanizm ile hümanitarizmi birbirine karıştırmıştır.)
Cemil Meriç
İzdiham