efsaneler dökülüyor gülüşlerinden
kirpiklerin yüreğime batıyor
telaşlı bir kalabalığın ortasında
ayak üstü konuşuyoruz
nedim’in nigehban nergisleri gibi
üstümüzde bütün nazarlar
çok utanıyorum sitaredün oturup hesap ettim
sen doğduğun zaman
ben bir askeri mektepte talebeymişim
sen bilmezsin sitare
burada gündüzler çekip durduğumuz bir mercan tesbih
geceler içinde uyuduğumuz birer siyah buluttu
her akşam dokuzda yat borusu çalardı
yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı
bir derin uykuya atardım kendimi
siyah benli bir kız düşlerime kaçardı
bende onu alır anamın düşlerine kaçardım
bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
gözlerin mi daha sıcak gülüyor
yoksa dudakların mı anlayamıyorum
seninle konuşurken sitare
aklıma yıldızlar dökülüyor
bir çaresiz zühre oluyorsun babil caddelerinde
ateş gözlü kahinler koşuyorlar arkandan
binlerce meşalenin ışığı kımıldıyor saçlarında
gökyüzü salkım salkım
zigguratlar tıklım tıklım
dönüp dolaşıp dudaklarına takılıyor aklım
ah benim bu akıldan sıyrılmış aklım
kimi gün boşlukta konacak yer bulamayan
kimi gün inatçı yosunlar gibi
kepez diplerine yapışan aklım
gözlerine baktığım zaman sitare
bütün çöllere ay doğuyor
yoldaş ediyorum kendime
imr’ül kays’ı antere’yi a’şa’yı
en kuytu vahaları dolaşıyorum
hangi vahaya gitsem çadırlar sökülmüş sitare
çadırla su arasında bir cılga var
o cılgada narin ayak izlerin var
durgun suya düşüp kalmış gözlerin var
bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
gözlerin mi daha sıcak gülüyor
yoksa dudakların mı anlayamıyorum
bazen sapsarı bir benizle geliyorsun
yorgun çizgileri alnında uykusuzluğun
biliyorum içinde bir sızı var
bıçak ağzı gibi ince bir sızı var
bu sızıdır işte seni verimsiz kılan
züheyr’in suad’ı gibi keremsiz kılan
kuzeyden güneye
güneyden kuzeye
hey! gidip geliyorum bu çöllerde
kureyş’in heybetli ve inatçı develeri
hiç aldırmadan benim esmer sevdama
geviş getiriyorlar ufuklara bakarak
ben kaçıp yesrib’e sığınıyorum
yesrib bahane bir kitaba sığınıyorum
dağda, ovada, badiyede okuduğum hep ‘elif’
elif diyorum sitare sineme elif çekiyorum
‘ah minel aşkı ve halatihi…’
çok eski bir gerçektir bu biliyorum
bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
gözlerin mi daha sıcak gülüyor
yoksa dudakların mı anlayamıyorum
sinsi bir yağmur altında beraber yürüyoruz
ve ikimiz de ıslanıyoruz
ben ne yağmurlar gördüm sitare
ben kaç kere iliklerime kadar ıslandım
bilmiyorum sen kaç yaşındaydın
ben, göğü hep kurşun bir kubbe gibi ağır
o şehirde sırılsıklam gezerdim
bölük bölük insanlar boşanırdı tapınaklardan
tapınaklar insanları safra gibi atardı
sonra hepsi bir yere toplanıp bana bakarlardı
bir gün bu şehrin kirli yağmurları alıp götürdü beni
gidip bir uygur çadırında göğü dinledim
kara bulutlar kükrerken bir kaşgar sabahında
oturup aprunçur tigin ile seni konuştuk
bakışlarımı sunuyorum tereddütsüz alıyorsun
gizli bir tebessümle çağırıyorum, geliyorsun
kaşı karam, gözü karam, saçı karam
umay gibi yumuşak huylum
nerden çıktın karşıma böyle
sesin ılık bir bahar güneşi gibi
ığıl ığıl akıyor içime
asya’nın bozkırlarında ordular düşüyor peşime
yığılıp kalmışım bu anadolu toprağına sitare
adamakıllı yorulmuşum
ellerin böyle olmamalıydı
ellerine acıyorum
ve kimbilir kaç zamandan beridir kalbimi öğütlüyorum
durup durup ıssız yerlerde
güçlü ol ey kalbim güçlü ol
daha çok işimiz var diyorum
bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
gözlerin mi daha sıcak gülüyor
yoksa dudakların mı anlayamıyorum
Dilaver Cebeci
İzdiham