güneş katlanıp dürüldüğünde
hiçbir işe yaramayacak ne çok şey bilmem
senin ne çok şey bilmen, siyaset sanat edebiyat
bıçkın sesler, hamasi kelimeler, en çok da fiiller
yıldızlar kararıp döküldüğünde
bütün çekimleriyle ağzımızı kırıp gidecek..
çünkü biz
o koca adamlar sabrı yüzlerine yamarken de biliyorduk
lime lime edilmiş yüzlerine orda kaç kez daha sabrı
o koca adamlar
çorak avuçlarından allah’ı sorarken de sığınmak için
biz burada nüzul sırasını biliyorduk ayetlerin
günü gelip denizler ateşlendiğinde
bilmelerin hiç birisi hiçbir işe..
yazdıklarımız okunacak tek tek
kadınlar küs, klamlar küs, çığlıklar
bir kafede ben, erbane zilleriyle sarhoş
sen meydanlarda, seçimin ve bedeninle
sıyrılıp alındığında sema, perdeler kaldırıldığında
gelinler, üşüyen ayaklarını vurup uyandıracak toprağı
dul bakireler; kına değil topuklarında kan
ya sorulduğunda
yalnız o diri diri gömülen kıza değil
ölüme ebelenen oğlana da
dindirecek mi çatlayacak gibi olanın öfkesini
benim rengarenk duyarlı oyuncaklarım
bu her şeye geç kağıdımı kim imzalayacak
yetecek mi örtmeye, kopan kollarını bacaklarını onların
vicdan pansumanım benim
kışlık montlarım, ayakkaplarım
yürütüldüğünde dağlar
tıpkı bugün gibi
bu sokaklardan taşan yaralar gibi
bu döşekten kabuklarıyla yaralar
hani gidecek bir yerin yoksa
o her şeyin düzeleceğine inandığın
hani o her şeyle aranda yalnız yapayalnız hendeklerse
ne bir çukur, ne de bir tümsek; tıpkı bugün gibi
taş üstünde taş
omuz üstünde aşina bir baş dahi kalmamışsa
medet! diyebilecek
ey/vah!
artık ister yürümenle meşhur ol ister durmanla
kayboldular
kayboldum
kaybolduk çünkü
güneş katlanıp dürüldüğünde
hiçbir işe yaramayacak
bütün o yolları bilmek de
Dilek Kartal, Temmuz Dergisi
İZDİHAM