Edebiyat gazeteciliğinin gazetelerde ve eklerinde, hatta kitap dergilerindeki yerinin gittikçe azaldığı yeni bir haber değil. Bir yandan da belki hiç olmadığı kadar çok söz söyleniyor kitaplar hakkında. Yeni medyanın yeni metinleri de dikkate alındığında, edebiyat gazeteciliğinin, daha da genişletirsek kitaplardan haber yapan gazeteciliğin tanımının da değiştiği görülüyor. Kitaplar ve edebiyat hakkında yazma işini nasıl adlandıracağımız (tanıtım, yorum, inceleme, eleştiri), bu metinlerin nasıl olması, kimler tarafından yazılması gerektiği gibi tartışmaların da sınırları böylece genişliyor. Bu değişim küresel, dolayısıyla geniş bir çerçeveden bakmayı gerektiriyor.
Kitap gazeteciliği yapan yayınlar ekonomik değişimlere, teknik gelişmelere uyum sağlamak ve yeni stratejiler geliştirmek zorunda. Örneğin The Times Literary Supplement on beş dolara altı aylık abone yapmak için yaklaşık iki haftada bir posta kutusunu aşındırabiliyor. The New York Review of Books, The New Yorker, London Review of Books gibi kitap- kültür dergileri de sürekli değişen teklifler ve gittikçe düşen fiyatlarla abonesini tutmaya çalışıyor. Bu posta kutusu trafiğini sağlamak için bu tür yayınlardan birine abone olmak da yetiyor üstelik. Hal böyleyken nasıl hayatta kalıyor bu yayınlar, nasıl bir strateji izliyorlar diye düşünmeden edemiyor okur.
Cevap dergilerin artık tek amacının abone sayısını yükselterek reklam gelirlerini artırma yoluna gitmesi olabilir. Reklam sayfalarıyla dolu da olsa düşük bir fiyatla, en iyi yayınlara ulaşabilecek okur için cazip de sayılır bu teklifler. Öte yandan, sürecin diğer aktörleri olan yazar, yayıncı ve editör için daha karmaşık bir faaliyetten söz etmek mümkün. Dünyadaki kitap ve özelde edebiyat gazeteciliği konusundaki tartışmalar Atlantik’in iki yakasında da benzer sorular etrafında yürüyor.
Azalan sayfalar, düşen nitelik
K24 okurları geçen ay “Evvel Zaman” adlı köşemizde yayınlanan Elizabeth Hardwick’in 1959 yılında yazdığı “Kitap İncelemelerinin Gerileyişi” adlı makaleden hatırlayacaktır, kitap gazeteciliği söz konusu olduğunda nicel ve nitel bir düşüşten bahsedilmiş hep. Los Angeles Times kitap ekinin eski editörü Steve Wasserman’a göre, örneğin ABD’de gazetelerde kitaplara ayrılan yer her zaman az olmuş ve 18. yüzyıldan bu yana yapılan kitap gazeteciliğinin hiçbir zaman altın çağı yaşanmamış.
Bugün de yeni teknolojilerin basın dünyasını değişime zorlamasıyla ve kâğıttan, dolayısıyla yerden tasaruf etme gerekliliği ortaya çıkınca, ilk vazgeçilecek içerik de kitap tanıtımları oldu. Örneğin son yıllarda San Francisco Chronicle kitap sayfasını pazar günleri yayımladığı kültür sayfasının içine sıkıştırırken, Chicago Tribune kitap sayfasını cumartesi gününe kaydırırdı. Los Angeles Times da haftalık kitap ekinin iki sayfasını bu akıma feda etti. Bir süre sonra kitap ekini gazetenin yorum sayfasına ekleyen gazete, okurların tepkisiyle geri adım atsa da nihayet kitap sayfaları beş yıl içinde tekrar azaltıldı. Boston Globe, 2001 yılında yorum sayfasının içine kattı kitap tanıtımlarını. Bugün The New York Times’ın kitap eki eskisine oranla daha az sayfayla çıkıyor. Yerel basından da bunun gibi pek çok örnek sıralanabilir. ABD’de okurların tepki dilekçeleri yazmasına ve yazarların bile televizyonlarda boy gösterip bunu protesto etmesine vardı durum son on yılda.
Bununla beraber yayın dünyası işine hızla devam ediyor. ABD’de yılda 300 bin, İngiltere’de 180 bin üstünde kitap basılıyor, bunların en az yarısı yeni yayınlar. The New York Times ve The Washington Post gibi ulusal gazetelerin her biri yılda ortalama 2 bin tanıtım yayımlıyor. Yani on binlerce kitap tanıtılmadan en iyi ihtimalle kütüphanelerin arşivlerinde yerini alıyor. Peki, bu süreçte neler oluyor, tanıtılacak kitaplar nasıl seçiliyor? Sadece yukarıda bahsettiğimiz büyük gazetelerin kitap eki editörlerine bu seçim sürecinde yardımcı olacak personel bulundurduğu düşünülürse, daha küçük yayınlar için yük ve sorumluluk tamamen editörün üstünde. Bu noktada ilk akla gelen elbette en büyük yayınevlerinin, en iyi editörlerin yayımladığı kitaplara ya da zaten tanınan yazarlara öncelik vermek. Nitekim böyle oluyor. Editörlerin karşılaştığı diğer bir ikilem de bir milyon basılan tarihi romana mı yoksa nitelik olarak daha iyi olan ama üç bin basılan diğer romana mı yer vermesi gerektiği. Burada, Faint Praise: The Plight of Book Reviewing in America adlı kitabın yazarı Gail Pool’un dediği gibi, pek de doğal olmayan bir seçim söz konusu.
Jean Birnbaum, Le Monde gazetesinin kitap eki editörü
Fransa’da da en iyi yazarların en prestijli yayınevleri tarafından basıldığını ve doğal olarak kendi çalışmalarının da bu eğilimi yansıttığını belirten Le Monde kitap ekinin editörü Jean Birnbaum şöyle anlatıyor K24’e bu seçimi nasıl yaptığını: “Buna göre, Gallimard, Grasset, Fayard, Actes de Sud, Flammarion, Albin Michel ya da Seuil gibi yayınevlerine ayrılan kitap incelemesi sayısı doğal olarak Le Monde des Livres’de daha fazla yer alıyor. Böyle bakıldığında, bu belki de bir hata, bir önyargı ama önemli bir edebiyat veya sosyal bilimler editörünün beklentilerine cevap vermiş olan bir romana ya da bir düşünce metnine daha fazla dikkat etme eğilimimiz oluyor ister istemez.” Birnbaum yine de ticari kaygılardan uzak kalmaya çalıştıklarının altını çiziyor.
Ticari kaygılardan uzak durulmaya çalışılsa da en azından kitap eklerinin, dergilerin kendini döndürebilmesi editörlerin aklını kurcalamıyor değil. Steven Wasserman, Columbia Journalism Review için yazdığı “Goodbye to All That” adlı makalede, kitap eklerinin hemen hemen hiç kâr etmediğini, hatta büyük gazetelerin eklerinin bazen milyonlara varan zararlarla yayımlandığını anlatıyor. En önemli kaynak elbette reklam gelirleri. Ancak bu reklam veren yayınevlerinin kitaplarına öncelik verilip verilmediği sorusunu akla getiriyor. Bunu Birnbaum’a sorduğumuzda şöyle yanıtlıyor Fransız editör: “Yayınevlerinin kendi yazarlarını desteklemek için bizim sayfalarımıza reklam vermesinde, aynı zamanda edebiyat medyasının bu metinleri parlatabiliyor olmasında aslında herhangi bir tutarsızlık yok. Şu ya da bu yayınevinden gelen reklamların aniden düşmesi söz konusu olabiliyor ama hiçbir zaman o yayınevine ayırdığımız kitap tanıtımlarının sayısını buna göre azaltmadık.” Bunun tersinin de olabildiğini, çok reklam veren bir yayınevinin hayal kırıklığına uğratan kitaplar basabildiğini, bu durumda da sayfalarında onlara daha az yer verdiklerini anlatıyor Birnbaum ve ekliyor: “Monsieur Toussaint Louverture, Les Editions du Sous-sol ve Le Nouvel Attila gibi bazı küçük yayınevleri var ve bunlar çok az ama çok iyi kitaplar yayımlıyorlar.” Kitap ekine hiç reklam vermeyen bu yayınevlerine ait kitapların Le Monde des Livres’in sayfalarına manşetten girdiği ve iyi eleştirilerle tanıtıldığı çok olmuş. Fransız editör, “Bunun tek nedeni ürünlerinin mükemmel olmasıydı” diyor. Bir romanın niteliği, çevirisinin niteliği, bir denemenin okunulurluğu, bir düşüncenin yeniliği gibi açık ölçütler de sayıyor Birnbaum ama “daha az entelektüel” ya da “daha az edebi dediği” bazı ölçütleri de dikkate almak zorunda kaldıklarını anlatıyor.
Birleşik Devletler’e döndüğümüzde iyi kitaplar basan üniversite yayınlarının ve küçük yayınevlerinin tanıtımlarda yer bulamamasının sorunlu bulunduğu görülüyor. Diğer bir konu da edebi türler, Birleşik Devletler’in kitap gazeteciliğinin en çok eleştirildiği konuların başında bu geliyor: şiir incelemelerinin yok denecek kadar azlığı. Pool’a göre yeri azalan kitap incelemeleri için bulunan pratik çözümler listeleme ya da kapsül tanıtım yoluna gidilmesi.
Birnbaum: “İşimiz bir tür zanaat”
Seçilen kitaplar hakkında yazılacak tanıtımların niteliği ise ayrı bir tartışma konusu. Kitaplar kime emanet ediliyor? Bunun için her editörün çeşitli alanlarda başvurduğu uzmanlar var ama kitap tanıtımı yazarlığı bir kadro değil. Bu konu, yani kitap tanıtımının güvenli bir iş olmaması ve kurumsal kimliğini daha da kaybediyor olması başka bir tartışma konusu. Kitap ekleri ve dergiler yüzlerini serbest çalışan (freelance) yazarlara dönüyor ve onlara mesela Birleşik Devletler’de 100 ila 400 dolar arası ücret ödeniyor. Tabii şanslılarsa ve ulusal bir yayında yazmışlarsa.
1967 yılından bu yana yayımlanan ve gazetenin en eski eki olan Le Monde des Livres de, Birleşik Devletler’deki yayınlar gibi uzmanına yazdırıyor kitap incelemesini. Birnbaum’un anlattığı göre örneğin İskandinav edebiyatı için bir, Almanca yazılan edebiyat metinleri için iki uzmanları var. Aynı şekilde sosyoloji alanında, tarih alanında (örneğin antik tarih alanında iki, ortaçağ alanında iki) uzman da yer alıyor perşembe günleri yayımlanan kitap ekinin yazarlar listesinde. Uzmanlar konusundaki çeşitliliğin en iyi metinlere ulaşmalarını kolaylaştırdığını söylese de Birnbaum’un yakındığı bir konu var: “Özellikle insani bilimler alanında uzmanlarımızın beklentileri çok yüksek oluyor ve sadece yeni bir şeyler söyleyen çalışmaları incelemeye değer buluyorlar. Öte yandan önemli kitaplara imza atmış tanınmış bir tarihçi ya da sosyolog herhangi bir alanda büyük bir sentez yapmış olabiliyor. Böyle bir durumda, uzmanlarımız ona yer ayırmak konusunda isteksiz oluyorlar, söz konusu kitapların kayda değer bir şey söylemedği sonucuna varıyorlar. Kendilerine göre haklılar ama gazeteci olarak biz okurlarımıza şöyle bir konuda genel okura hitap edebilecek böyle bir kitap da basıldı demeyi istiyoruz. İşte böyle şeyler sıklıkla karşılaştığımız zorluklardan ve aynı zamanda bizi zanaatkâr yapan da bu, çünkü işimiz bir tür zanaat.”
Kitap seçimleri konusunda tutumu net Fransız editörün, iyi bir kitabı kenara koyabileceklerini, her zamankinden daha az iyi olan bir makale yayımlayabileceklerini ama kötü nedenlerle bir makale yayımlamayacaklarını anlatıyor: “Tek kuralımız metinlere ve dolayısıyla bir makalenin metin dışındaki ölçütler (örneğin ticari çıkarlar, karşılıklı menfaatler, dostluklar, anlaşmazlıklar) nedeniyle önyargılı olduğunu hemen anlayacak okurumuza sadık olmak. Basının içinde bulunduğu hassas durumda, bu tip bir yaklaşım hayati, okurlar bizi affetmezler. Bir kural koyup ona uymak gerekiyor.”
Birnbaum kendilerine gelen eleştirilerin çoğu zaman birbirine zıt olduğunu da vurguluyor. Yani kitap gazeteciliğinde herkesi aynı anda memnun etmek pek mümkün değil: “Ama komik olan hep birbirinin tersi yönde eleştiriler almamız: Bir yandan bazıları büyük yayınevlerine ‘satıldığımızı’ ve durmadan zaten başarılı olan, çok satan ve güçlü editörlerce yayımlanan yazarlara öncelik verdiğimizi düşünüyor. Öte yandan, bizi elitist diye eleştirenler de var; bohem şairlere, hiç satmayan, uçlardaki yazarlara öncelik verdiğimizi söylüyorlar. Aynı zamanda ve sürekli olarak gelen bu iki tür eleştiri aslında bir bakıma son derece rahatlatıcı. Bu iki eleştiri türünden biri azalırsa, sadece kendimizi sorgulamaya değil (ki bunu hep yapmalıyız), ciddi şekilde endişelenmeye de başlamamız gerekiyor.”
Kitaplar hakkında sadece iyi şeyler mi söyleniyor?
Kitap incelemelerinin mutfağında popülizm- elitizm ikilemi kadar önemli bir karar da olumlu ve olumsuz eleştiriler özelinde yaşanıyor. İngiliz romantik şairi John Keats’in ölümüne şiirleri hakkındaki olumsuz eleştirilerin sebep olduğu söylenir, hatta bu mezar taşında bile yazılıdır. Kitap incelemesinin daha çok tavsiye niteliği taşıdığı bugünlerde Amerika’da yaşıyor olsa belki şair sadece göz ardı edilecek ama eleştiriden öldürecek kadar hedef olmayacaktı. Bu gözardı hali genel olsa da tanınmış yazarlar için her zaman geçerli değil. Örneğin 2012’de Paul Auster’ın Kış Günlüğü adlı kitabı hakkında The Guardian’da Robert Lennon’un yazdıkları. Lennon’ın kitabın “korkunç” olduğunu ve onu son derece hayal kırıklığına uğrattığını yazması oldukça ses getirmişti. Kötü kitap tanıtılmalı mı ya da kötü kitabın iyi eleştirisi olur mu gibi bir alt tartışmadan da bahsetmek mümkün öyleyse. Gail Pool bu tartışmaları Birleşik Devletler özelinde şöyle açıklıyor: “Eleştiriyi kaldıramayan bir kültür bizimki.”
Dünyada kitap eleştirisi erkeğin tekelinde
Kitap eleştirmenleri konusunda bir başka tartışma da kitap incelemesi yazarlarının büyük bir oranda erkeklerden oluştuğu gerçeği. VIDA-Women in Literary Arts adlı araştırma kuruluşunun gündeme taşıdığı resmî istatistiklere göre Amerika’daki dergiler özelinde 212 erkek eleştirmene karşı 52 kadın kitap eleştirisi yazıyor. The Atlantic dergisinde bu oran 14’e 3, Harpers’da da 24’e 10. Kurucusu da bir kadın – Barbara Epstein – olan The New York Review of Books’un yazarlarının sadece yüzde 36’sı erkek. London Review of Books bu konuda kendi eleştirisini yaptı geçtiğimiz yıllarda ve tarihi boyunca yazarlarının yüzde 82’sinin erkek olduğunu açıkladı. Bu istatistiğin geçerli olmadığı edebiyat dergisiyse Tin House, dergide 12 kadın yazara karşı 7 erkek yazar bulunuyor. Kadınların kitap incelemesindeki azlığı bugün de çok sıcak bir tartışma, geçtiğimiz hafta bu konuda iki makale yayımlayan Los Angeles Review of Books’ta tartışma hâlen sürüyor.
Yeni medyanın etkisi
Basılı kitap eklerinde, dergilerde yayımlanan kitap tanıtımlarının azalması kitap dünyası için bir felaket habercisi mi? Yeni medyada kitaplar hakkında konuşan, yazan kullanıcıların artışına baktığımızda öyle görünmüyor. Geleneksel medyanın kâğıt üzerinde azalan sayfalarının yerini dijital ortamda binlerce insanın takip ettiği, çoksesli kitap siteleri ve kitap blogları aldı. Artık sadece kitap meraklılarının, genel okurun, öğrencilerin değil; akademisyenlerin bile çeşitli yeni medya platformlarında aktif olarak kitaplarla, edebiyatla ilgili tartışmalara katıldıkları görülüyor. En sıcak ve bize yakın örnek, Türk edebiyatı üzerine çalışan akademisyen Walter Andrews’un henüz geçen ay açtığı blog. (https://walterandrews.wordpress.com/blog/ )
Kitap tanıtımı yayınlayan çok sayıda internet sitesi var, Electric Literature (http://electricliterature.com) bunun başarılı örneklerinden. Bu sitelerin çoğunun birer bağış sayfası da bulunuyor ve okurların maddi desteği en önemli kaynaklarını oluşturuyor. Electric Literature misyonunu şöyle açıklıyor: “Yazarları destekleyerek, dijital devrimi kucaklayarak ve edebiyat okurlarını artırmak için bir topluluk oluşturarak edebiyatın popüler kültürde canlı bir varlık sürdürmesini sağlamak.”
Michael Orthofer, dijital kitap tanıtım sitesi The Complete Review’un kurucusu ve editörü
Kitap tanıtan sitelerin en eskilerinden biriyse edebiyatla ilgili olanların mutlaka arada bir uğradığı The Complete Review: “bir edebiyat salonu ve kitap tanıtım sitesi”. (http://www.complete-review.com/main/main.html ) Site 1999’dan beri faaliyetini sürdürüyor. Bir tür tek adam sitesi olan Complete Review’un kurucusu ve editörü Michael Orthofer her gün siteyi güncelliyor. Peki böyle bir dijital ortam için hangi kitapların tanıtılacağına nasıl karar veriliyor? Orthofer K24’e şöyle anlatıyor bu süreci: “İstediğim kitabı tanıtabiliyorum, bu açıdan şanslıyım. Ama seçerken her zaman benim kişisel zevkim rol oynamıyor. Yine de Complete Review’da ister eski ister yeni olsun benim önemli ve dikkate değer olduğunu düşündüğüm kitaplara yer veriyorum.”
Bir kitap hakkında yayımlanan çoğu eleştirinin bağlantı adreslerini bir araya getiriyor ve kendi kitap tanıtımını da ekleyerek ele aldığı her kitap hakkında geniş bir çerçeve sunuyor site. Orthofer’in kitap seçerken başka bir kıstası daha var: “Kitaplara ulaşabilmek dışında etkili olan tek faktör, Complete Review’da yazarın daha önceki kitaplarının da tanıtılmış olup olmadığı. Eğer tanıtmışsam, yeni kitabı görmek için daha çok çaba harcıyorum diyebilirim.”
Yeni medyadaki kitap tanıtımlarının geleneksel kitap ekleri üzerinde etkisi oldu mu diye soruyoruz Orthofer’a. Olmadığını düşünüyor; hatta yeni medyadaki tanıtımların geleneksel edebiyat gazeteciliğine çok iyi bir alternatif ve onların tamamlayıcısı olduğuna inanıyor. Bugün daha az basılı kitap eki olmasına dikkati çekiyor bunu söylerken elbette Orthofer: “Dijital ortamdaki kitap tanıtımlarının, kitap eklerinin ya da edebiyat dergilerinin temel içeriğini değiştirdiği düşünmüyorum.”
Kitap satış sitelerindeki yorumlar ne söylüyor?
Kitapların satış mekânı kitabevlerinden Amazon, Barnes & Noble gibi dijital satış sitelerine kaydıkça, okurlar da fikir almak için bu sitelerin “müşteri yorumları” kısmına gidiyor. Yorumlar çok sesli olsa da bir kitap tanıtımı ya da eleştirisi sayılmaz. Bunların ne derece nesnel ya da nitelikli olduğu da tartışmalı. Bunun belki de en önemli nedeni, imzalı görüşlerin yanında isimsiz görüşlere de yer verilmesi. Öte yandan bu, yorumların güvenilirliğini etkilese de çok okunmalarını engellemiyor.
Geleneksel kitap ekleri ve dergiler için de gündeme gelen elitizm- popülizm tartışması bu noktada yeni medyada iyice belirginleşiyor. Film ve edebiyat eleştirmeni Richard Schickel’in “eleştiri demokratik bir iş değildir” sözlerini akla getiriyor bu bir yandan da. Bloglara ve isimsiz yorumlara şöyle savaş açıyordu Schickel: “Eleştiri, ve kardeşi kitap tanıtımları, demokratik bir iş değildir. Elit bir uğraştır, öyle olmalıdır ve bu uğraşın kitap ya da herhangi bir kültürel nesne konusunda alelacele içgüdüsel fikirler beyan etmekten öte, tartışmaya yeni bir şey katabilecek kişiler tarafından üstlenilmesi gerekir.”
Amazon’daki müşteri yorumlarının güvenilirliği tartışıladursun, Amazon Kanada’nın 2004’te yaşadığı bir teknik aksaklık aslında isimsiz eleştirilere ilişkin bir gerçeği de açık etmişti. Bir hafta boyunca yorumların kimler tarafından yazıldığı yanlışlıkla sitede belirince, müşteri yorumları bölümünün yazarların kendi kitaplarına olumlu yorumlar yazdığı, dostlarının kitaplarını övdüğü, düşmanlarını yerdiği bir ortama da dönüştüğü görülmüştü.
Gönüllü editörler, sembolik ücretler
Dijital ortamın getirdiği başka bir tartışma da yeni medyanın, kitap eleştirilerinin gönüllülük esasına dönüşmesindeki etkisi. Örnek çok taze: İnternet ortamının en çok ziyaret edilen dünya edebiyatı sitelerinden olan Words Without Borders’ın editör ilanı. Bu ilanda editörün görevi iki uzun, iki kısa tanıtım yazdırmak ve metinleri yayına hazırlamak olarak tanımlanıyor. Adayların dünya edebiyatını yakından takip etmeleri ve İngilizceye çevrilen eserlerin orijinallerine de aşina olmaları gerekiyor. Öte yandan, gönüllülük esasına göre çalışacak bu editöre sembolik olarak ayda yüz dolar verileceği de belirtilmiş.
Nitelik konusunda tartışmalara neden olsa da bu yeni iş tanımı bir felaket habercisi değil aslında. Çünkü internet ortamındaki nitelikli siteler gün geçtikçe artıyor, daha çok okunuyor ve takip ediliyor. Sadece ABD’de değil, örneğin Avustralya’da geçtiğimiz yaz kitap eklerinin niteliği ve kuralları konusunda akademiyle basın adeta birbirine girmişti. Bizim bir James Wood’umuz yok elbette, diye sonuçlanan bu tartışmada gönüllü yazarlarla çalışan kitap tanıtım sitelerinin de ne kadar nitelikli işler yaptığı konuşuldu daha sonra. Avustralya’nın başarılı kitap tanıtım sitelerinden biri olarak gösterilen Sydney Review of Books, medyada kitap tanıtımı konusundaki tartışmalardan ve yer kısıtlamalarından sonra böyle bir platform kurduk diyordu.
Bütün bunlar olurken geleneksel edebiyat gazeteciliği de dijital ortama uygun bir şekilde dönüşüyor. Bu sadece internet sitelerini yenileme, geliştirme ve sosyal medya yoluyla da olmuyor üstelik. Örneğin The New York Times’ın kitap eki editörünün seslendirdiği haftalık “podcast”lerle duyuruluyor ekin içeriği. Benzer şekilde bu ay 90. yaşını kutlayan The New Yorker da Amazon üzerinden “The New Yorker Presents” (The New Yorker Sunar) adıyla yarım saatlik bölümlerden oluşacak kısa belgesel serisi başlattığını duyurup yeni medyadaki yerini sağlamlaştırıyor örneğin.
Dünyada edebiyat gazeteciliği geleneksel ve yeni medyanın birbirini beslediği ve dönüştürdüğü bir seyirde ilerliyor. Okurların alışkanlıkları hakkında yapılan araştırmalar da bu yayınlardaki kitap tanıtımlarından yapılan alıntıların hâlâ okurları kitap seçerken en etkili şekilde yönlendiren unsur olduğunu ortaya koyuyor.
Başak Bingöl, T24
İZDİHAM