Dürüst Ol Beyim, Sen Özgür Müsün?, Geveze
Off. Bugün hakikaten zihnimi meşgul eden bir mesele var. Durup durup dönüyorum aynı daire etrafında.
Şu özgürlük meselesi canımı sıkıyor.
Anlaşamıyorum akranlarımla ya!
Nedir bu özgürlük? Ne olmalıdır? Altı nasıl dolmalıdır?
Biz yıllardan beri özgürlüğü çok farklı mı ele almıştık ne?
Neydi ki özgürlük?
Başörtüsü ile kamu binasına girebilmek mi?
Ya da 70 yaşındaki Emine teyzemin, biricik bordobereli torununun yemin törenini, başörtüsüyle izleyebilmesi miydi?
Veyahut şehadet şerbetini içmeye talip Bordobereli İsmail’in, özgürce namazını eda etmesi mi?
Korkmadan, fişlenmeden, aşağılanmadan, ötekileştirilmeden.
Ulan var ya… Bıraksanız sizin için ölecektik. Öldük de. Ancak ölüme taliplerin bile rahat yürümesine müsaade etmediniz be yıllarca…
Adam dağda terörist avında bir kaplan.
Kışlada namaz kılarken ürkek ceylan.
Pehh… Memlekete bak yahu? Hani cahiliye dönemi bin 400 yıl önce kapanmıştı? Gerçi yok, o bizim mottomuzdu. Pardon pardon, nasip olur belki, acınır da bir parça hidayet.
Herhalde bir dönem tam olarak da buydu belki de.
Yok Berkcan, yok.
Daha farklı bir mesele olmalı. Sürekli farklı farklı konuları zihninde öne çıkaran beynine bir süzgeç tak, özgürlüğü düşün.
**
Kimin özgürlüğü?
Mesela bir erkeğin üzerine bedeninden bir daha çıkmayacakmış gibi yapışan bir pantolon giyebilmesi özgürlük müdür?
Veyahut bir kadının aşırı teşhirci giyinmiş olması özgürlük müdür?
Özgürlük der gibisiniz.
Onun için öyle. Kabul ediyorum.
Peki ya benim özgürlüğüm ne olacak yahu?
Benim görmeme özgürlüğüm ne olacak?
Yahu ben isteyemez miyim bir şeyleri görmemek?
Görmek istemiyorum diye neden kötü oluyorum?
Ya da niye ben sürekli birilerinin özgürlük tanımları içinde sıkışıp kalıp, saçma sapan tezler üretiyorum ki mesela?
Ya bir de; daracık tayt giyerek belden aşağısını ortaya döken bir erkek görsek herhalde özgürlük kavramından önce, mide öz suyumuzu kontrol ederiz.
Çirkin bir görüntü olurdu bence.
Görmek istemeyiz değil mi?
Çünkü çirkin. O bedene yakışmamış mı yoksa aslında tüm bedenler, böyle giyinmemeli mi?
Kadınlar… Ufacık liseli kız kardeşlerimiz…
Ya da çıplak dolaşsın ulan tüm erkekler, kadınlar! Özgürlük müdür bu?
Ne acıdır ki; aslında ufacık bir fark yok ki söz konusu ölçüsüzlük olduğu vakit erkek ile kadın arasında.
Bizim özgürlükten önce acaba ölçüyü mü öncelememiz lazım?
Berkcan’a bak ya… Manitaya Ferrari alan Yobaz Berkcan mı olur? Dur, cıvıma hemen.
**
Ben özgürlük kavramı tanımlamasında kızgınım bu topluma.
Uzun yıllar boyunca baskıladınız ama. Giydirmediniz, okutmadınız.
Medeniyet diye bir şey çıkardınız; sanki hiç var olmamışız gibi.
Hep sizin yazdığınız hikayeyi okumamızı istediniz.
Sınırsız bir özgürlüğe daldınız, aldınız onu da kafamıza kaktınız.
Yahu biz de insan değil miydik ki?
Neden en başta bizim beynimizi özgür bırakmadınız ya?
Sonra da kızdınız bize. Ne yaptık ki sanki. Vallahi çok üzdünüz zamanında bizi.
Biz biraz toparlıyor gibi olunca ve dengelenmeye başlayınca, sırf bu gerginlik devam etsin diye bile bile ileri gittiniz sanki?
Dengelenince güzel oldu be. İlla doğruyu konuşacaksın değil mi? Yok kardeş yok. Her şey biz özgür olduktan sonra başladı.
Günden güne bozulduk!
Görüyor ve yükseltiyorum dayı!!!!
Mesela biz de dengelendik, hatta sayısal olarak da çoğaldık.
Paramız da vardı halbuki. İmkanlar dahilindeydi ama zamanın ruhunu yakalayamadık.
Tekke ve zaviyelerin kapatılmasına hak verecek kadar özgür, denetimsiz ve yorumsuz bıraktık türlü cemaatleri, tarikatları. Güzeli çirkin göstermek noktasında ne kadar da eşsiziz değil mi? Bayılıyorum bizdeki tarifsiz ve şuursuz hoyratlığa.
**
Bir muhafaza dönemiydi. Yaşadık, bitirdik.
Dedem mesela, ahırlarda, samanlıklarda hafız oldu benim. Hadisleri ezberledi. Çünkü en çok o lazımdı.
Kıskaçtaydık. Ezberleyip, aktarmak lazımdı.
Üzerine derin düşünceler, felsefeler falan filan.
Boştu belki o dönem. Zamanın ruhu farklıydı. Öğren, öğret.
1 ay bir meclis kurayım desen, İnsan Suresini yorumlasan mesela… Pakettin o 1 aya.
Seni irticacı seni… Seni yobaz seni… Seni medeniyet düşmanı seni…
Yallah tazyik, neden şapka takmıyorsun ulen? Şırrraaaakkkk…
Nasipli adamsın bak, idam edilmedin. Üç beş tokat, bir miktar falaka. Devam et aslan.
Biz sayısal olarak dengelenip idareyi ele geçirince, anlama dönemine geçmeliydik.
Geçecektik ki; klişeler üzerinden muhafaza, kolay yaşam, ben merkezli yalnızca aile ve yakın çevreyi önceleyen bir yaşam bizi uyuttu da uyuttu.
Navigasyonum yok. Birlikte yürüdüğümüz yolu daha önce hiç görmedim. Dümdüz uzanıyor yol, çıkışı da yok. Bir tabela var yolda, kararlı bir şekilde altıncı yolu gösteriyor. Gölgenin yönüne bakıyorum; idrak etmek de biraz zor. Tabela ezberlediğimiz tüm doğruları da barındırıyor aslında.
Ama var bir şey var, doğru yol artık o tabela değil. Tabelayı izlemek, yanlış da değil. Ama küçülüyoruz işte o yolda. Karanlık çünkü. Daha bir kuvvet istiyor, günümüzün ruhuna kıyasla, daha az düşünmek istiyor. Oysa şimdi; tüm dertleri görmediğimizi çürütme gayretleri. Alışkanlıklardan devam edersek, zaten bizle işleri yok. İstedikleri gibi gidiyor. Gidiyor ki bak, dert olmuş. Dertleşiyoruz burada.
O zaman 7’nci yol. Senin çınarlarının altında salına salına yürümeliyiz sanki.
Farkındayım, zor ikna etmesi. Konfor ve doğruyu bildiğini bilmek, güzel şey.
Yetmiyor ama, batır iğneyi artık kendine Berkcan. Bir müdahale lazım geliyor, yeni bir bilgi değil, ama yeni bir formül gerekiyor.
Ha gayret! Yedim seni Einstein!
Dur ya, ya şimdi kafir olmuşsak?
Yok ya… “Benim kalbim temiz bir kere” der, sıyırırım.
Kalbi temizlere hoşgörüleri sonsuz neticede.
Defaatle tecrübe ettik…
**
Özgürlük…
Herhalde İslam diye bir şey olmasa, ben çok özgür olurdum sanırım… Değil mi?
Yok İslam’ın şartları, yok imanın şartları, günde 5 vakit kalk namaz kıl, abdest al, ona bakma, bunu içme falan offfff…..
İslam yok, sıfır ibadet.
Yahu yazarken bile gülüyorum da neyse, bozmayayım.
İnsan doğası gereği bağlanma ihtiyacı duyar. İster inan ister inanma.
Kuşa tapmışlar, bitkiye tapmışlar, taşa tapmışlar, heykel yapmışlar, ona tapmışlar.
Demek ki fıtratta var bir şeyler.
Ne ise… Ne diyorduk? Sıfır ibadet…
Her gün senin. Düşünsene bir de aşırı zenginsin. Elin yüzün düzgün. Gençsin falan. Enerjin o biçim. Uyku, kafana göre. Uyanma derdin mi var sanki?
Yakıyorsun geceleri Berkcan.
Bir orada, bir burada. Hiçbir şey düşünmeden hem de!
Sana engel hiçbir şey yok.
Gerçek özgürlük bu olsa gerek he?
Sınırsız alkol, yemek, kadın, ortam, arabalar, tatiller, deniz, kum, güneş, kışın kayak, iş yok, para çok…
Sefam Olsun şarkısı gibiyim.
Peki bu özgürlük müdür acaba?
Bir düşüneyim… Özgür olsan ne ki?
365 gün desen, 250 gün böyle takılsan. E biraz da dinlen. Kalan günleri sorma, evde keyfeder illaki insan.
O 250 günün her birinde farklı bir şehir gezsen, farklı bir mekanda takılsan.
Benzer hazları defaatle yaşasan…
Özgürlük?
Cık. Bu da kesmedi beni. Daha başka bir şey olmalı.
**
Instagram, Facbook, Twitter, TikTok, aklına ne gelirse.
Hepsinin algoritması senin elinde.
Ülkeleri devirsen, insanları birbirine kırdırsan.
Ya da onları birbirine sevdirsen.
Çakma bir tanrı olsan mesela.
Özgür müsün sence?
Yönetmek midir özgürlük?
Puhahahha. Yönetmek.
Ulan, kendi hayatını yönetemiyorsun.
Bakma öyle şapşalca yüzüme.
Yönetsen, hiç ölür müydün be?
Yaşlanır mıydın ya da?
Hadi hadi. Sever miydin o zalimi? Doğru söyle.
Yönetemiyorsun işte. En yönettiğini sandığın anda bile.
Kaldır kafanı, bak göğe.
Dünyadasın hala değil mi?
Komik çocuksun Elon Musk.
**
Bir zorba olsam mesela.
Makamlı, mafyatik, kibirli ama bir o kadar da şirin ve sevecen görünen, ve tabi ki… Ah o kibir, ah!
Şşş… Hepimizde vardır bir ince kibir.
İtiraf et ki, dizginleyebilmen daha kolay.
Mücadele timsali bir insan tanımıştım vaktinde.
Bir ufak kor, denize doğru yürüyordu sanki.
Öyle gözünü karartmış, öyle inanmıştı.
Alim kılıklıydı, omuz verenlerin de saygısını kazanmıştı.
Verdiği mücadelede Allah’ın murad ettiğinin olacağının da pek farkında değildi.
Olmayacak diyordu yalnızca, izin vermeyeceğim.
Sonra döndü dedi ki, ben bilmem kaç yıl günahsız yaşadım. Tek bir günah işlemedim.
Anlattı günlerini.
“Deme öyle be Tarzan abi” dedim.
Yapma işte, cephane de silah da sende.
Adın gibi koşuyorsun cepheye, çırılçıplaksın.
O nasıl bir iddiaydı öyle yahu?
Yıllarca günahsız yaşamak.
En temiz olduğunu düşündüğün anda dahi, kibir bir delikten öylece girer ki.
O yüzden diyorum kardeşim, itiraz etme hemen. Var biraz hepimizde.
Zorbaya dönelim mesela.
O zorba ne kadar özgür?
Bir şehrin anahtarı elinde. Gelen ağam, giden paşam.
Kapatın diyorsun bir araziyi.
Veriyorsun talimatı, çalışma başlatıyorlar.
Sen inşaat yapacağım diyorsun, tabi lazım gelir alt yapı.
Denetleme cesareti olan yok ki, kazıyorsun da kazıyorsun.
Binlerce kamera da olsa, kimse izleyemiyor seni. Hazine arıyorsun.
Bu kadar özgürsün ya, şehrin göbeğinde hazine arıyorsun. Bir düşünsene!
Peki özgürlük böylesi bir zamanda, bu örnekteki gibi olabilir miydi?
Bu da değildi arkadaş! Değildi işte. O da bu evrenin içinde.
**
Hiçbir sorumluluğunun olmaması, dilediğince gezebilmek, sınırsız paranın olması, limitsiz insanla birlikte olabilmek, limitsiz zevkleri tadabilmek…
Hepsini koy kenara.
Hayalin, güzel bir aile ve başarılı çocuklar yetiştirmek olsun.
Özgürce yaşadığın bir ortamda yaptın diyelim bunu.
Çocukların oldu vali, doktor falan filan.
Geldin 75 yaşına.
Tüm hedefleri tamamlamışsın.
Şimdi ne olacak?
Sevgili Mahir dedem.
Senin için intihardan başka yol yok.
Çünkü senin yolun bitti.
Hastasındır da şimdi, yürümek, konuşmak, ülke gezmek ya da en leziz havyarını kaşıklamak.
Eskisi gibi değil.
Yük değil mi artık yaşamak?
Tek seçenek, üzgünüm ama cana kıymak.
Çünkü kelimenin tam manasıyla özgür değilsin ki sen.
Bir mühlet ve dairenin içerisindeydin.
Ve bölümü tamamladın, oyun da bitti.
Kapatmıyor muydun atariyi gençliğinde?
E bitti işte.
Demek ki, senin yolda da var bir sorun.
**
Haydi, biraz daha ahlaksızlaşalım mı?
Dünyayı dize getirme hedefin var.
Bir de görünmezlik pelerinin, dahi görünmez askerlerin.
Bayılıyorsun fitneye. Her ortamdasın, seni herkes tanıyor ama senin olduğunun farkında dahi değiller.
Özgürce, her şeyi ister görüyor, ister haberini alabiliyorsun. Her şeyi deme Berkcan. Öhömöhöm. Lazım geleni görebiliyorsun. Dağıldı zihnim… Her şeyi gören Allah ki. Dağıldı zihnim. Adım Berkcan diye yapıyorum sanırım böyle cahillikler. Ferrari’sini satan Berkcan. Belki de aklın hala oradadır. Neyse…
İstediğini tehdit ediyorsun, istediğin ayıp ana dahil oluyorsun, istediğin yerdesin.
E mayan da bozuk tabii…
Her türlü şantajla, herkesi ayağına getiriyorsun.
Tamam, kurdun saltanatını.
Herkes senden korkuyor, sen herkese hükmediyorsun.
Ya sonra kardeş? Sonra.
Farkında mısın?
Tüm hallerde de aynı dünyanın içindesin.
Anla yahu!
**
Özgürlüğe gelince…
Özgürlük; bu dünyaya ait bir şey olamaz bana kalırsa.
Özgürsek, bizi özgür kılan başka şeyler olmalı.
Güneş demişler bir zaman, ay demişler.
Çünkü dünyanın dışında görmüşler, güçlü gözükmüş gözlerine. Bağlanmak istemişler.
Fark etmemişler ki; o devasa yıldızlar da bir hapsin içinde.
Öyleyse, özgürlük mutlak var ediciyi, Allah’ı tanımak ve bilmek olsa gerek.
Talimatı Allah’tan alan adam, özgür adamdır.
Zamanın ruhu vardır, bu akıp giden ahir zamanda dikkatli olmak gerekir, doğru.
Ve çalışmak lazımdır, hem dünyaya, hem insana. Yani ahrete kardeş, ahrete.
Kendi başına tesbih çektiğin vakti yok et demiyorum.
Dengele diyorum dengele.
Sen yalnızca senden sorumlu değilsin.
**
Yaşları 15 ile 60 arasında 15 insanla, ne hissettiklerini anlayacak kadar sohbet ettim bir zaman.
Bu 15 insanın temelde üç sorunu vardı.
Özellikle gençler, doğruyu bildiği halde haykıramıyordu mesela. 30 kişilik sınıftaki 29 kişinin onu ayıplamasından endişe ediyor veyahut gülünç duruma düşmek istemiyordu.
Ağzının içinde biriken doğruyu, haykıramıyordu özgürce.
Oysa… O doğrunun da bizde bir yükü, sorumluluğu ve hesabı vardı.
Yine bir diğer ortak özellik, kendisinin çok iyi olduğunu bildiği ve hissettiği halde, kötü bilinen insanların değer görmesiydi.
Yoruyordu bu hadise insanları. “Ben neden uğraşıyorum ki?” düşüncesine kapılıyorlardı.
Onlar kazanıyor, ben kazanamıyorum düşüncesi ele geçiriyordu ufak ufak. Konular değişkendi. Maddi ya da manevi, fark etmez. Sorun tam olarak buydu.
Ve bir diğeri…
Ne kadar faydalı, sevecen, zeki, iyi vesaire. Tüm iyi özelliklerini gösterdiği şu hayatta değer görmek istiyordu. Görülmek, daha çok görülmek. Özelliklerinin yeterince öne çıkmadığını düşünmesi ve bünyede oluşan değersizlik hissi, onu iyilikten alıkoyuyordu yavaş yavaş.
Çünkü o da özgür değildi.
Peki neydi asıl mesela?
Hayatı anlamlandırma biçimimizde sorun var bizim.
Bu üç kangren gözüken sorun, temelde tek bir gerçek nedene bağlanıyor aslında.
Hayatın gerçek anlamını ıskalamışsın, işte. Allah’tan başka neye inanmış ve bağlanmışsan, hayatın anlamını ıskalamışsın kardeşim!
Evet, marifet iltifata tabiidir.
Evet, iyiler ödüllendirilmelidir.
Evet, iyiler makam görmeli ve değerli hissettirilmelidir.
Müslümanca yaşayacaksın diye, dünyada cenneti mi istiyorsun ki sen aslan parçası?
De bakayım hele…
Sorun burada işte.
İnanıyoruz desek de tağutlarımız var bizim. Gördüğümüz ya da görmediğimiz.
Hepsinden bir şekilde sıyrılmalıyız.
Üç kangren sorunu ancak şöyle çözebiliriz:
“Ben Allah’a bağlıyım kardeş. Ne yapıyorsam, hangi adımı gözetiyorsam onun rızasını arıyorum” diyebilmektir kendine.
Ne diyordu İnsan Suresi 9’uncu ayette?
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla
“(Yedirdikleri kimselere şöyle derler:) “Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz.”
Ne dersin, özgür olabilecek miyiz sence?
Mevcudiyetin mutlak sahibine giden, günde 5 kez kalkan, bir kere bindin mi, o sevgiliye 5 kez ah etmen gerektiğini idrak ettiğin trene biner miyiz acaba?
Bilet de beleş, tren de.
Doğu Ekspresi olsa zıplardın ama. Olsun olsun, kalkıyor 5 kere. Canın çeker senin de. İnşallah çeker.
Bir de o inşallahı içinden söyle.
**
Eh geveze Berkcan. Uzattın iyice. Şunu da iliştirelim geceye…
Kainatta bir yer kaplayan, zamanın ve mekanın içindeki herhangi bir nedene bağlıyken ve onu öncelemişken, özgürlükten söz edemeyiz.
Kusursuz bir döngünün içinde misafirken, varlığı var edenle kendimizi bir tutamayız.
Hayvanlar kadar işitir ve görürken, bizi onlardan ayıran sebebi merak etmeden de bir adım yol almış sayılmayız.
Son olarak…
Milyarlarca yıllık geçmişe sahip evrenin tüm ince ve konunun konuyu doğurduğu birbirinden sırlı cevaplarını, hadi 80 yıllık kısacık mühletinde anlayıp ikna olma peşine düşmek, eşsiz bir kibir örneği değil de nedir?
Tazeleyelim mi bir iman?
Getirsek mi bir şehadet finalde?
Yaz deme bana. Yazmam. Biz de zorlama yok diyorum, inanmıyorsun.
Gülme yahu, abdest de istemez.
Gülme yahu, tembellik etme.
Getir bir şehadet, nasiplensin Geveze de…
Ve sakince düşün şimdi ve dürüst ol kendine.
Beyim, sen özgür müsün?
Geveze