Edebiyat Anıları
Edebiyatçıların günlük yaşamlarından anekdotlar, onların edebî çalışmalarının dışındaki yüzlerini ve o ‘yüz’den yazılarına düşen yansımalar, tanıyıp, fark etmemize yardımcı olur. Bu anekdotların ‘güleryüzlü’ olanlarından bir demeti, Mehmet Nuri Yardım’ın Selis Kitapları tarafından yayımlanan Edebiyatımızın Güleryüzü adlı kitabından aktarıyoruz.
Roman Mevzuu
Hüseyin Rahmi Gürpınar, yazacağı eserde “konu”nun kendisinde nasıl doğduğunun sorulması üzerine şu cevabı verir:
“Bir gün bir hoca efendi gördüm. Ada vapuruna binecek. Biletini sarığının yanma sıkıştırmış. Birdenbire yanında bir adam peyda oldu. Afili kıyafette bir delikanlı. Şöyle garip bir tavırla hocaya yaklaştı. Elini uzattı. Bileti çekip aldı. Elini kolunu sallaya sallaya vapura bindi. Bir şeyden haberi olmayan biçare hoca efendi de aynı kamaraya girdi. Biraz sonra kondüktör zuhur etti. Hoca efendi biletini aramaya başladı. Bir türlü bulamıyor, bulamayınca da buram buram ter döküyordu. Bir köşede oturan afili delikanlı da bu işe kıs kıs gülüyor, işte benim mevzularımdan bir sahne. Bunu ben gözümle gördükten sonra biraz işlerim. Biraz salça, tuz biber. Mevzu hamuru meydana çıkar.”
Ölüme Sevinmek
Nazım Hikmet, Moskova’da yaşadığı 1952 yılının sonunda enfarktüs geçirir. Çok yorucu çalışmaların ağır temposuna kalbi dayanamaz. Hastanede dört ay yatar. Stalin’in ölümü Nâzım’dan saklanır. Rahatsızlığının artmasından endişe edilmektedir çünkü. Ama sonunda duyacaktır, bunun için bir an önce bildirmekte yarar var diye düşünürler. Her ihtimale karşı doktorlar hazır bulundurulur. Sıkı bir şekilde uyarılan Simonov patavatsız bir şekilde
Nâzım’a haberi verir:
“Korkunç bir şey oldu ülkemizde.” Nazım bir anda heyecanlanır. Simonov, “Bizim için her şeyi düşünen ve yapan bir insanı Stalin’i yitirdik, şimdi nasıl yaşayacağız?” diyerek konuşmasını tamamlar.
Nazım önce hafiften, sonra daha yüksek sesle gülmeye başlar. Herkes bunun asabî bir tepki olduğunu düşünmeye başlar, doktorlar teyakkuza geçer. Nazım susar, doktorları odadan çıkarır sonra da Simonov`a şunu söyler:
“Eğer dediğin gibi bizim yerimize düşünen ve karar veren bir kişiyi yitirmişsek, iyi ki yitirmişiz.”
Ayakları Uzatmak
Mehmet ‘Akif, ağır hasta olup yatmaktadır. Kapıdan kerli ferli bir ziyaretçi girer, “geçmiş olsun” der. Akif saygısından dolayı hastalığına rağmen ayaklarını toplar. Hâl hatır faslından sonra adam Akif’e yönelir ve müşkülünü halletmesini ister:
“Hocam, gökkuşağının altından erkek geçerse kadın, kadın geçerse erkek olurmuş. Bu doğru mu?”
Koca şair, bu saçma soru üzerine yanındakilere mırıldanır: “Artık ayaklarım’ uzatabilirim…”
Evliliğin İki Dönemi
Eşi Refika Hanım ve gazeteci yazar Sermet Sami Uysal’la sohbet eden Hasan Ali Yücel evliliği şöyle tarif eder:
“Evliliğin bir şiir devri, bir şuur devri vardır. Biz şiir devrini geçirip şuur devrine girdik.”
Bunun üzerine Refika Hanım, “30 yıl evvel evlendik. Fakat ben evliliğin şiir devrini tercih ederim.” der.
Bu konuşmalara son noktayı Yücel koyar: “Şuur devri daha iyi, daha sakin. Asıl fenası şiir devrini geçirmeden şuur devrine girmektir.”
Eser Yok!
Hava soğuk, mevsim kıştı. Sait Faik, dostlarıyla dertleşiyordu. Kiminin burnu akıyor, kimi kulağından mustarip. Herkes üşüyor, kimisi daha fena zangır zangır titriyor. Vaziyete bakan hikayeci havayı düzeltmek ister:
-Ulan. Eskiden ben de soğuk alırdım ama hemen çaresine bakardım.
Derin bir sessizlikten sonra hazirundan biri merakla sorar:
-Ne yapardın Sait?
Sait Faik devam eder:
-Hemen bir meyhaneye girer, yarım kiloluk bir rakı alırdım. Yarım saat sonra bir şey kalmazdı.
-Hastalığından mı?
-Yok be, rakıdan!
İZDİHAM