Edebiyat dünyasından lüzumsuz anekdotlar. Çok saçma diye yayınlıyoruz.
Bir tanıdığı, Necip Fazıl Kısakürek’e,
-Fransa’da yayımlanan bir ansiklopediye, Türkiye’den yalnızca iki şair almışlar, der.
Necip Fazıl hemen sorar:
-Diğer şair kim?
***
Necip Fazıl Kısakürek’e,
-Üstad, özel arabanız yok mu? diye sorarlar.
Şair yanıtlar;
Ona en son bineceğim!
Not: İkinci cevap çok basit ve ahmakça. Anekdot olacak bir tek tarafı yok.
Sait Faik, bir kış günü, hastalıktan yakınan arkadaşlarıyla söyleşirken:
-Ben eskiden soğuk aldığımda hemen çaresine bakardım, der.
Bir arkadaşı merakla sorar:
-Ne yapardın Sait?
-Hemen bir meyhaneye gider, yarım kiloluk rakı söylerdim. Yarım saat sonra bir şey kalmazdı.
-Hastalığından mı?
-Yok be rakıdan!…
Not: Solcular bu anekdotu çok sevebilir ama aptalca.
Devrimizin en iyi ozanlarından biri Cahit Sıtkı, sevdiği kızla evlenmek isteyince, serseri takımından olmadığını ispat için, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün tanıklık etmesi gerekmişti. Kalp hastası Ziya Osman’a son yıllarında Varlık Yayınevi iş vermesiydi, Cahit’in bu en yakın arkadaşı kalpten değil açlıktan ölecekti. Siz, Orhan Veli’nin, kimi günler öğle yemeğini bir bakkal dükkanı köşesinde iki çiğ yumurta içmekle geçiştirdiğini biliyor muydunuz? Bir de kalkmış, bunlar için genç yaşta öldüler diye acınıyorsunuz. Ölmesinler de ne yapsınlar?…”
Okunduğunda bizi şaşkınlığa uğratan yukarıdaki metin, deneme seçkilerinin yer aldığı Emin ÖZDEMİR’in “Düz Yazının Sorgulayan Gücü” adlı kitabında yer alan Cevdet KUDRET imzalı “Muşmula ile Köpek” isimli denemesinden.
Not: Tembellik haklarını kullanmışlar.
Fransızcayı gerçekten iyi bilen, Türkçe’nin unutulmaz eleştirmeni Nurullah Ataç, kendisine, “meramını anlatacak kadar” Fransızca’nın ne kadar sürede öğrenilebileceğini soranlara,
“Meramına bakar” dermiş.
Not: Çok itici insan tipi. Çok mu düşündü acaba bu şekilde cevap vermek için. Ve bunları orada burada yayınlayanlar ne yapmak istiyor olabilir?
Bernard Shaw, İngiltere’nin en çok kazanan yazarlarından biriydi. Yazdığı her sözcük için bir şilin alırdı. Ama bunu da az görür, Amerika’da basılacak yazılarının her sözcüğü için bir dolar isterdi.
Bir gün Amerika’lı yayıncılardan biri, muziplik olsun diye yazara bir dolar gönderdi ve “Bana bir kelime yollar mısınız?” notunu ekledi. Bernard Shaw, doları aldı ve kağıdın üzerine şu tek kelimeyi yazarak yayıncıya geri gönderdi. “Mersi”…
Not: Yalan olması muhtemeldir.
Yıl 1970.
Yaşar Kemal ile, Aşık Veysel, Beşiktaş’ta yürürken, aşırı bir yağmura yakalanırlar. Sığınacak yer ararken hemen karşıdaki Yaşar Kemal’in kadim dostu Şemsi Yastıman’ın saz dükkanına giderler.
Sırılsıklam olmuş iki dostunu gören Şemsi Yastıman, espriyi patlatır:
“Hey Yarabbim! İki insan yaratmışsın, bir tek göz vermişsin.
Yaşar Kemal her zamanki dobralığıyla:
“Çok konuşma Allah’ın Türkmeni. Senden halı minder istemiyoz. Ver şurdan iki tahta sandalye de oturalım”
Not: Yaşar Kemal vasat bir romancıdır. Vasat bir cevap vermiş zaten…
Ahmet Rasim yolda giderken biri kendisine çarptı. Üstelik yazarımıza öfkeyle bakıp, “Sersem” dedi.
Ahmet Rasim hiç istifini bozmadı, eğilerek, “Tanıştığımıza memnun oldum. Bendeniz de Ahmet Rasim” dedi.
Yorumsuz..
Fergun Özelli ve Metin Cengiz’le birlikte bir şiir etkinliği arasında şiir kitapları hakkında konuşuyorduk. Söz döndü dolaştı Yasakmeyve Yayınları’na geldi. Doğrusu art arda birbirinden güzel kitaplar basmıştı Enver Ercan. Bundan özelliklekıvanç duyduğumubelirttim; ancak şiir kitapları formatı üzerinde biraz konuşmak gerektiğini söyledim. Aklıma takılan en önemli şey, şiir kitaplarının sırtının olmayışıydı.Fergun’a dönerek:
“Yazık.” dedim,”Bencebu konuya özen gösterilmeli. Enver neden böyle düşünmüş acaba?””
Yanıt Metin Cengiz’den geldi:
“Şiirin sırtı yere gelmez de, ondan!..”
Not: İnsanın gözleri yamyaş oluyor bu tür anıları, anekdotları dinleyince.
İZDİHAM