Freud’a (1919) göre tekinsizliğin temel kaynaklarından biri tanıdık olan fakat bastırılmayla yabancılaşan nesnenin geri dönüşüdür.
Bu bağlamda, ayna, kişiye aşina olunan “ben” imajına dışarıdan bakma fırsatını sağladığı ve onu incelenebilecek bir dış nesneye çevirdiği için tekinsiz bir nesnedir. İnsan bedeni de ev gibi tekinsizliğe en elverişli nesnelerden biridir. En tanıdık, sınırları bilinen ve kişiye ait nesne oluşuyla değişimlere ve şüpheye fazlasıyla duyarlı bir varlıktır. Aynada görünenin “ben” olmadığı hissi genel-geçer bir korku olmanın ötesinde, tekinsizliğin en belirgin örneklerinden biridir. Çünkü, aynadaki yansıma hem bilinen hem de bilinmeyendir.
Öte yandan, Lacan’ın teorisinde ayna, yalnızca tekinsizlik üretebilecek nesnelerden biri olmaktan çıkıp “ben”in oluşumunda temel öneme sahip bir imge hâlini alır.
Ayna Evresi’nde ayna dolayımıyla kendini gören çocuğun kendi görüntüsünden büyülenmesi ve bir bütünlük yanılgısı içine girmesi İmgesel’e ait ütopik bir ben imgesi yaratır. Ayna yansıtıcı bir yüzey olarak, Ayna Evresi sonrası Simgesel’e girebilmek için kurban edilen annenin bakışının ve onayının arandığı yerdir. Bu kurban ediş, Ayna Evresi’nde görülen anneyle simbiyotik bağın koparılması ve onun için fallus olma isteğinin Öteki’nin arzusunun nesnesi olma isteğiyle yer değiştirmesinde karşılık bulur. Simgesel’e girişle birlikte yitirilen bastırılmış bütünlüklü ben idealinin hatırlatıcısı olan ayna, zaman zaman bastırılmanın geçici askıya alınışlarında Öteki’nin bakışının bir hatırlatıcısı olarak ortaya çıkar (Lacan, 2005).
Tüm bu özellikleri ve simgesel yüküyle ayna, edebiyatta tekinsizliğin yaratımında çokça kullanılan bir nesnedir. Bu sunum, aynanın edebiyattaki temsillerini ve tekinsizlik yaratımındaki kullanımlarını üç edebî eser üzerinden tartışarak göstermeye çalışacaktır: Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli ve Leylâ Erbil’in Cüce romanları ile Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken başlığı altında toplanan hikâyeleri.
Betül Sarı
İZDİHAM