Sezai’nin ölümünden ben sorumlu değilim. Ben sorumlu olsam bile ben sorumlu değilim. Sorunlu varsa, yani illa olması gerekiyorsa öyle şanssız biri ya da ortada bir suç varsa eğer suçlanacak biri; buradaki tek sorumlu, suçlu ve şanssız kişi Sezai’dir. Ben sadece az miktarda tuz kattım çorbaya. Anlaşılamayacak kadar hatta. Sırf laf olsun diye. Numaradan. Her işe olduğu gibi buna da karışmak istedim ne var. Ben de buradayım demek için ya da sadece birini sırf çok mutlu olduğundan öldürmek için Sezai’yi öldürdüm. Sezai’yi ben öldürdüm. Sezai’yi Sezai öldürdü.
Önceden çok kez düşünmüştüm bunu. O, kesinlikle ölmeyi çoktan hak etmiş ve hatta ölümü kazanmış birisiydi. Yaşayan bir ölü gibiydi. Ben sadece onun daha fazla nefesi israf etmesine engel olup onun bu dünyadaki son bağlantısını kesmesine yardım ettim. Evet yaptım bunu. Sezai’yi ben öldürdüm. Dünyadaki tüm mutsuz insanlar için, belki de onlardan birinin içine denk gelecek nefes(ler)için ve en önemlisi Sezai’nin iyiliği için onu kararlı ve kararsız bir şekilde, ürkek ya da kendinden en çok emin olan insanın cesaretiyle tüm öfkemi ondan çıkarırcasına öldürdüm.
Fuatlarla denize gitmek istemediğim günün ertesinde, Sezai’nin olduğunu tahmin ettiğim biri kapımı çaldı. Ve tahminim doğruydu. İlk defa bu herifin evime gelişine sevinmiştim. Bu sefer işini bitirmenin ve bu isteğimi hayata geçirmenin daha uygun bir zamanı olamazdı.
Kapıyı açtım ve her zamanki gibi davranmaya çalıştım. Her zamanki gibi davranmaya çalıştıkça, asla her zamanki gibi olamadım. Bu kaçınılmazdı. Ayakkabılarını çıkarıp içeriye geçti. Birazdan öldüreceğim adamın ayakkabılarını dikkatlice alıp özenle ayakkabılığa koydum. Kalbimin gittikçe hızlandığını her çarptığında bunu tüm damarlarımda hissetmemden anlamıştım. Ve birazdan birini öldürecek olmanın verdiği heyecan ve korku sonucu alnımda beliren buz gibi birkaç ter damlasından. Daha fazla beklemeden salona, onun yanına gitmem gerekiyordu. Her zamanki gibi sessiz, hatta bu sefer daha ve belki de en sessiz halime bürünüp karşısına oturdum. Normal davranmaya çalışsam da birazdan katil olacağımın hissiyatı beni çoktan ele geçirmiş ve kusursuz cinayet planları yapmaya başlamıştım.
Tahmin ettiğim gibi dün neden gelmediğimi sordu. Fuat’a söylediğim yalanın aynısını soğukkanlılıkla Sezai’ye de söyledim. Sezai’nin buna inanması uzun sürmedi.
Çok kolay bir şekilde dün gece başımın ağrıdığına inandı. Ya Sezai benim sandığımdan daha aptaldı ya da ben bir katil adayı olarak rolümü bir profesyonel gibi oynamaya başlamıştım. Acaba onu nasıl öldürmeliydim. Ne yapsam daha çok acı çeker ve benim de yakalanma ihtimalim gittikçe düşerdi. Sanırım bu ikisinin bir arada olabileceği bir ihtimal pek mümkün görünmüyordu. Ben de işin ikinci kısmını bir kenara bırakıp yalnızca onun en çok acı çekeceği kısımı düşünmeye başladım.
Duvardaki saatin her sesinde, zamanın hızlıca aktığını ve yetişecek ya da sırada ölmeyi bekleyen kimse olmasa da çabuk olmam gerektiği sinyallerini alıyordum. Saate birkaç bakışımdan sonra, bu saatin evime nasıl ve kim tarafından geldiğini düşünmeye başladım. Çok geçmeden saçma sapan bir aile yadigarı olduğunu hatırladım. Bu cinayete senin tanık olacak olman ne acı. Belki senin için hayattaki son iyiliğimi yapar ve birazdan oluşacak bu korkunç manzaraya şahit olma diye cinayetimi (Sezai’nin kendi elleriyle hazırladığı bu ölümü) diğer odada işleyebilirim.
Sezai konuştukça sesi uğultu haline gelip beyninde yankılanıyordu. Zamanın geldiğini hissediyordum. Ölmek ve öldürmek için bir zaman varsa tabii.
Bu herifi bu şekilde öldürmem imkansızdı. Mutlaka acı çekmeliydi. Hiç çekmediği kadar. Ama aynı zamanda bunu hissetmemesi gerekiyordu. En ufak yalvarışında vicdanım sızlamamalı ve işimi tüm titizliğiyle halletmeliydim. Ve bu yüzden onu hayattaki son uykusuna yatırmak için bir çare aramaya başladım. Bir insan en kolay nasıl uyurdu? Bir insan en kolay ve zor nasıl ölürdü? Son nefeste hissedilen şey neydi? Kafandaki bu soruların cevabını birazdan vereceği için Sezaiye minnettarım.
Birazdan içki getirme bahanesiyle mutfağa gittim. Aslında bahane değildi. Gerçekten de içki getirecektim. Birkaç bira ya da evde ne kadar içki varsa hepsini. Ya da bir insanı öldürmek için gereken tüm malzemeleri. Evet planım buydu. Sezai’yi bayıltan kadar sarhoş edip onu kalbinden bıçaklayarak tüm acımasızlığımla öldürecektim.
Getirdiğim içkilerden hemen içmeye başladı. Teşekkür ederim Sezai. O hep böyleydi zaten. O içkisini içerken ben de bunları düşünmeye başladım. Onun o iğrenç suratındaki tüm ayrıntıları ezberledim. Çünkü unutmamak her katılın kurbanına olan en büyük borcudur. Zaten onu öldürmeyecek olsam bile o çirkin suratını nasıl unutabilirdim? Sonuçta o, dünyadaki ölmeyi en çok hak eden insandı. Geride bırakacağı kimsesi de yoktu. Hayır. Var mıydı? Bunu düşünemeyecek kadar cani olamazdım. Ya da vicdansız. Bu hale gelmemin de bir sebebi olmalıydı. Galiba tek bir sebep vardı. Sevim. Beni bu hale getirdiğin için, beni hiç sevmediğin için, seni sonsuza kadar affetmeyeceğim. Bu herifi öldürmeyecek olsaydım bile seni hayatımın sonuna dek affetmeyeceğim. Beni senden mahrum bıraktığın için, bana sevgini vermediğin için ve sana olan sevgimi kalbinden içeri almayı kabul etmediğin için, belki bir gün gelirsin diye her zaman aralık bıraktığım kapıdan bir kez olsun kafanı bile uzatmadığın için seni affetmeyeceğim. Ama eminim ki seni sonsuza dek seveceğim. Çünkü sevmek, asla affetmek kadar basit değildir.
Sezai’nin birazdan uyuduğunu gördüm. Her şey şimdi başlayacak. Sezai’nin hiçbir şeyden haberi olmadığı için korkmamasına şaşırmamam gerekirdi. Ama içimdr koca bir şaşkınlık, korku, heyecan,titreklik ve bir katilin içinde olması muhtemel tüm duyguların en büyük hali tüm bedenimin içinde umarsızca gezinmeye başlamıştı.
Uyuduğundan emin olduktan sonra üşümemesi için üzerini örttüm. Birazdan ölecek olan her insanın hakkıdır son kez huzurlu uyumak. Bu kişi Sezai olsa bile. Bu kişi ben olsam bile.
Güzelce üstünü örttüm ve cinayet aletimi düşünmeye başladım. Bundan sonraki her şey çok hızlı olmak zorundaydı. Cesaretimi bu kadar çabuk toplayabileceğim başka bir zaman gelmeyecekti. Soğukkanlı olmalıydım. Sezai’nin ne kadar pislik birisi olduğunu düşünüp vicdanımı susturmaya çalıştım. Birazdan birini öldüreceğim. Birazdan biri daha bu dünyadan eksilecek. Birazdan katil olacağım. Ve bu sıfat üzerime Sezai tarafından yapışacak. Bu herif ölse bile ondan kurtulmak mümkün görünmüyordu.
Sonunda onu bıçakla öldürmeye karar verdim. Bunca zamandır mutfağımda bekleyen en keskin bıçağı seçmeliydim. Eminim ki Sezai’yi öldürme şerefine nail olacak bu bıçak, kendini çok şanslı hissedecek ve çekmecedeki diğer tüm bıçaklar onu gayet tabii kıskanacaktı. Çekmeceyi açtım ve o şanslı bıçağı kolayca seçtim. En büyük ve en keskin olanını elbette. Böylece işim daha kolay olacak ve en kısa yoldan işi bitirecektim. Bıçağımı elime aldım ve kendinden hiç olmadığı kadar emin adımlarımla kurbanıma doğru yaklaştım. O, artık Sezai değil kurbandı. Bu benim suçum değildi. Bu da benim suçum değildi. Birazdan ölecek olan her insan, artık ismine veda edip kurban olurdu. Olmaz mıydı? Acaba kim belirledi bunu? Dünyadaki tüm doğruların, yanlışların, ahlaksızlıkların, kötünün, çirkinin sınırlarını kim belirlediyse o. Beni engelleme niyetinde oldukları çok belli olan düşüncelerimi bir kenara koyup içime derin bir nefes çektim ve iki elimle bıçağı tutarak ellerimi havada kavuşturdum. Olanca gücümle kalbini isabet aldım ve…
Bir insandan bu kadar kan çıkması mümkün müydü? Hangi kalp hiç yorulmadan bu kadar kan pompalayabilirdi? Kan bu kadar koyu mu olurdu? Bu kadar sıcak, yoğun. Bu düşüncelerin beynimde yankılanması normal, kızmayın bana. Bu benim ilk katil oluşum.
Bedeninden sızan kan eski, gıcırdayan parkelere döküldükce; evin içindeki ölüm kokusu da artmaya başladı. Kokusu bile varmış ölümün. Zavallı Sezai. Ölürken bile bir şey daha öğretti bana. Ölümün kokusu olduğunu öğretti.
Ölüm zor bir şey değilmiş aslında. Yabancı ya da korkulması gereken bir şey değil, tam aksine hayatımızın en ortasında olan, kaçınılmaz, yumuşak ve her şeyin sonu. Ölümle karşılaştığımızda bu denli üzülmemizin sebebi, onun varlığını unutmamızdır. Halbuki o, doğum gibi hep olan ve olacak olan bir kapı sadece. Ölümden korkmak veya üzülmek ahmakların işidir. Bir bakıma da üzüldüğümüz şey, yalnızca giden kişinin yokluğu. Bu sebepten, Sezai’nin ölümüne üzgün rolü yaptım. Her ölen en azından Sezai bile bu kadarını hak etmeliydi. Keşke üzüldüğümü bilseydi. Keşke ölmeden önce son birkaç şey söylemene izin verseydim. Ama yine de söyleyecek bir şey bulamazdın. Suratıma bakar ve birazdan ölecek olduğun gerçeğini sessizce kabul ederdin. En azından bir kez daha saçma konuşmamış oldun sayemde. Bir teoriye göre ağzımızdan çıkan her ses evrende yankılanmaya devam edermiş Sezai. Evrende senden bir cümle daha olmayacağı için başta kendime sonra sana ve sonra da çekmecemde katil olacağından habersiz senelerce bekleyen bıçağıma teşekkür ederim. Yaşadığımı hissediyorum. Yıllardır ilk kez yaşadığımı ve nefes aldığımı.
Sezai’nin hala kan sızan bedenini orada bıraktım ve odama gidip uzandım. Yarın kendimi öldürecektim.
Elif Burçak Koç
İZDİHAM