Kanserle mücadeleyi kazanmaz herkes. Kanserli hücreler bazılarını onların bütün sevdiklerinden daha çok sevip sarmalar, hiç kimseye bırakmazlar. Lhasa’yı da o kadar çok sevmiş olmalı ki kanserli hücreleri kimseye bırakmadılar…
Bir ölünün sesiyle yola çıkmak nasıldır bilir misiniz?
Bir sesin sizi yola çağırması…
Yola çıkmak hep ayrılmaktır birilerinden, bir yerlerden. Yol bir kez kanına girmeye görsün durdurmaz seni bir yerde, çağırır da çağırır. Ne bir yere ait olabilirsin, ne birine… Sürekli gidersin, hep gidersin… Hep giden birini neden sever ki insan?
Sesiyle bir sızı bırakmıştır mesela sende, gözlerinin ürkekliğini, duruşunun şaşkınlığını, kırılganlığını bırakmıştır. Öyle salına salına yürüyüşünün hikayesini, hep gidişinin hikayesini bırakmıştır. Hep giden birini çok sevebilir insan.
Lhasa de Sela’nın şarkısı bir gitmek çağrısıdır.
Lhasa da gitti, durmadan gitti… Gitmek için var edildiğine inandı. Gözleri, saçları, elleri o kadar çok bütünleşmişti ki gittiği yerlerle, gitmekten oluşan biri haline gelmişti.
Seninle yürümek isterdim Lhasa.
Gözyaşı , uzun ve sessiz hep yeni bir son bakış, son bakış, son bakış… İnsan sevdiğine son kez bakamaz.
Sana da son kez bakamam ben Lhasa. Sesinin kırgınlığına dokunamam. Seninle son kez yürüyemem. Seni ben şimdi nasıl yazarım Lhasa?
Çıktığın onlarca yolculuktan birinde yanında olmak isterdim senin. Hayat nereye götürürse oraya gitmek istemiyor muydun, beraber giderdik. Bir nehrin kenarından geçerdik belki, ayağını usulca suya bırakıp ‘Rising’ söylemeye başlardın. Yürürdün, nehrin içinde durmadan yürürdün. Şarkının resmini çizerdi yürüyüşün senin.
Sen şarkı söylerken gözlerin renkten renge geçiyor ya Lhasa, sen şarkını söylerken herkes bir yerlere gitmek istiyor. Sesinde ne kadar çok yol var senin.
Sen şarkı söylerken gözlerinin rengine yetişemez ressamlar. Sahi gözlerin ne renkti Lhasa?
Nereye gidersen evin oradaydı senin. Bir yolun benzeri yoktu, gökyüzünün, yağmurun, ırmakların, gülen gözleriyle çocukların, içilen bir bardak suyun… ‘Hiçbir şey tekrar etmiyor.’ diyordun ya, her yer bir kez geçtiğin yoldu senin.
Dünyadaki bütün okyanuslardan, denizlerden, nehirlerden geçmiş gibi yürümeni görmek isterdim Lhasa. Sürekli gidişini, hep gidişini görmek isterdim.
Ağlayan çocuklar var hala Lhasa. Anneleri kurşuna dizilen çocuklar… Onlara giderdin sen hep. Kendi dillerinde şarkılar söyleyerek bir yolculuğa çağırırdın onları da. Gittiğin yerlerin rengi sarardı sesini. Ağlayarak söylerdin ya da gülerek, çocuksu bazen de çekingen… Nereye gittiysen oranın renginde çağırdın gitmeye.
Ama bir yere gidemedin Lhasa.
Bütün çiçek bahçelerinden geçsen, gelincik tarlalarında uyuya kalsan, rüzgara kapılmış gibi peşine düşüren şarkılar söylesen de bir yere gidemedin Lhasa. ’ Mi Vanidad ‘ı, ’De cara a la pared’i , ‘I’m going in’i söylesen, serin bir bahçeye davet etsen sesinle, şarkılarınla yola çağırsan da sen hiçbir yere gidemedin Lhasa, kendinden başka bir yere gidemedin.
Sesindeki kırgınlıkları çiçeklerle sarmalıydı Lhasa. Dünyadaki bütün kırılmışlıkları, incinmişlikleri, yanılgıları toplamış sesini çiçeklerle sarmalıydı…
Ve gözlerin Lhasa… Hep gitmek olan gözlerin…
Senin gözlerine bakmak hiç durmadan gitmek demek Lhasa. Sesin hep bir gitmek arzusu… Ondan belki de, bu dünyada gidebileceğin bir yer kalmadığından öyle erkenden 37’nde henüz gittin buralardan. Bu yerler sana küçük gelmeye başladı.
“birazdan bu yer küçük gelmeye başlayacak,
ve dışarıya çıkacağım.
geniş yamaçlara,
vahşi rüzgarların estiği
ve soğuk yıldızların parladığı
ayağımı yollara koyacağım.
buradan dünyanın kalbine taşınacağım”
Ayağını yollara koydun ve belki de dünyanın kalbine gittin. Gittiğin yerde mutlu ol Lhasa.
Emine Şimşek
İzdiham Dergisi 12. sayı