Enes Aydın, Kader
Saliha küçük yaşta başlamıştı hayatın dayağını yemeye. Babası Yakup Efendi on sekiz yaşında everdi Saliha’yı. Sormadan sordurmadan vermişti kızını ellere. Onun düşüncesinde bir boğaz eksilsin de ne olursa olsundu. Anne evinde de huzur bulamaz babası ve büyük ağabeyi Mehmet, her akşam yemeğinde kavga ederlerdi. Saliha korkusundan çekyat arkalarına saklanırdı. Kulaklarını tıkar, her şeyin kâbus olduğuna inandırmaya çalışırdı kendini. Annesi Nazik Hanım kocası ve oğlunun arasına girer kavgayı sonlandırmak isterdi. Fakat umduğu gibi olmaz aksine Yakup Efendi oğluyla olan kavgasını bırakır, Nazik Hanım’ın üstüne varırdı. Böyle bir hengâmenin içinde büyüyen Saliha Hanım öz güvenini ve cesaretini yekten kaybetmişti. Kızını Halil Ağa’nın oğlu Selim Bey’e vermişlerdi. Belki düzelir diyerek bir an evvel evlendirmek istemişti. Etrafa haber salınmış, helal süt emmiş birini arıyorlardı. Kendi oğlu pek muteberdi sanki. Çok geçmeden haber geldi. Yakup Efendi’nin kızını duymuşlar ve bir oldubittiye getirerek kızı almışlardı. Bir tarafta hayatın sadece eğlence ve içkiden olduğunu sanan vasıfsız bir adam, diğer tarafta kavgaların içinden geçmiş, çocukluğunu yaşayamadan evlenmiş bir kız çocuğu vardı.
Evleneli bir yıl olmuş ve hamile kalmıştı Saliha Hanım. İlk çocuğunun heyecanı üzerinden atamıyordu. On dokuz yaşında hamile kalmış ve anne olmuştu. Hamileliği sıkıntılı geçiyor üstüne kocasının dayağına maruz kalıyordu. Selim Bey eve her gün sarhoş gelir, evde etmedik eziyet bırakmazdı. Her zamanki gibi o günde sarhoş gelerek yemeğin hazır olmadığını görünce altı aylık hamile karısını ıstakayla dövmeye başladı. Bağrışmaları duyan Selim Bey’in ağabeyi Yusuf, hanesiyle birlikte bir solukta aşağıya indiler. Zavallı kadını kurtarmışlardı o câni adamın elinden. Yusuf Bey eline aldığı ıstakayı Selim Bey’in kafasına olan gücüyle geçiriverdi. Kabak çiçeği gibi açılan kafasıyla kanlar içinde yere yığılan Selim Bey, baygın bir şekilde yerde yatıyordu. Ağabeyi şokunu atlattıktan sonra derhal hastaneye götürdüler. Biraz pişman biraz da haklılık arasında gidip gelen Yusuf Bey, ciddi bir suratla hastaneden gelecek haberi bekliyordu. O sırada Saliha Hanım’ı annesinin evine bıraktılar, haber gelirse sizi ararız deyip gittiler.
Kız kardeşini böyle gören ağabeyleri bir sinirle kalkıp Halil Ağa’nın evini bastılar. Halil Ağa ne yapsa yatıştıramamıştı bu iki delikanlıyı. O sırada hastaneden haber gelmiş, Selim Bey’in hayatî tehlikesi olmadığını bildirdiler. Aradan epey vakit geçti. Saliha Hanım’ın sancıları şiddetini artırmış, doğumu yaklaşıyordu. Hızla hastaneye götürdüler. Canı burnunda doğum yaparken Yakup Efendi ne de olsa babasıdır diyerek Selim Bey’e haber göndermişti. Eskisinden daha iyi olan Selim Bey, hastaneye gelerek hanımının yanına girdi. Saliha Hanım hiçbir şey demeden kafasını aksi yöne çevirerek tavrını belli etmişti. Nedamet getirmiş olan Selim Bey kabahatli çocuk gibi kafasını önüne eğerek:
—Ah Hanım, hakkını helal et diyeceğim amma yüzüm yok. Yaptık işte bir eşeklik affet, affetmek iyidir.
Saliha Hanım aksi yöne çevirdiği kafasının içinde baba evini düşündü, bir fark yoktu neticede. Nitekim çocuk vardı ortada. Tam güvenmese de kocasından söz alarak eve dönmeyi kabul etti.
Çocukları Ahmet dört yaşına gelmiş, yürümeyi ve konuşmayı bilir olmuştu. Evinde çocuğu ile ilgilenirken birden fenalaştı Saliha Hanım. Kayınbiraderi Yusuf Bey hemen hastaneye götürmüş, Selim Bey’e de haber göndermişti. O sırada Selim Bey verdiği sözden caymış üstüne kumarbaz olmuştu. Haber gelince “Dur hele, şu el bitsin, gideriz.” diyerek kılını bile kıpırdatmadı. Hastanede ikinciye hamile olduğunu öğrenen Saliha Hanım sevinemedi. Kocasının hovardalığı aklına gelerek derin bir nefes aldı ve söylenmeye başladı:
—Ne yaparım ben iki çocukla, koca desen koca değil. Ah kaderim, bahtım karaymış benim.
Üzülerek gerçekleşti ikinci çocuğunun doğumu. Selim Bey iyice zıvanadan çıkmış, kavgalar şiddetini artırmıştı. Yakup Efendi’nin her şeyden haberi olsa da “El âlem ne der, komşuların yüzüne bakamayız tövbe olsun.” diyerek kızının gelmesini istemiyordu. Saliha Hanım sabrediyor, bir yandan da dua ediyordu. Kocası gelmeden çocuğunu yatırırdı. Selim Bey zil zurna sarhoş gelmiş yine esip gürlüyordu. Çocuk odasına doğru gidince Saliha Hanım kocasının önüne geçerek “Çocuk uyuyor, uyandırmayalım şimdi.” demeye kalmadan okkalı bir tokat belirdi yüzünde, Ahmet’i yatağından sarsarak kaldırdı. Zavallı çocuk nereden geldiğini anlayamamış, ağlayarak annesinin yanına gitmeye çalışıyordu. Selim Bey, Ahmet’in mukavemet göstermesiyle bedenindeki sarhoşluğun etkisi ile Ahmet’i dövmeye başlamıştı. Ahmet daha çok çırpınıyor, Saliha Hanım’ın kollarına varmaya çalıyordu. Saliha Hanım olan gücüyle kocasına karşı koymuş ve Ahmet’i kurtarmıştı. Kayınbiraderinin yanına çıkarak çocuğunu oraya koydu ve eşyalarını toplamak için tekrar aşağıya indiğinde Selim Bey yerde sızmış halde gördü. Aceleyle eşyaları toplayarak yukarı çıktı. Kayınbiraderinden annesinin evine götürmesini istedi. Yusuf Bey ne yapsa kararından döndüremeyeceğini anlayınca götürmeyi kabul etti. Bu saatten sonra dönüşü olmayan bir hayata girmişti. Dünürünün kapısına geldiğinde Saliha Hanım’a kayınbiraderi:
—Kızım emin misin burada kalacağından hem de iki çocukla beraber? dedi.
Saliha Hanım bedenindeki dayak acısı ve hayatın yorgunluğu ile kararlılıkla kafasını salladı. Evin önüne geldiğinde korku ve heyecan içerisinde git gel yaşıyordu. Yakup Efendi el âlemin ne diyeceğini düşünürdü her zaman. Derin bir nefes aldı ve kapıyı yumruklamaya başladı. Kapıya atılan her yumruk darbesi elinden alınan çocukluğu, yıkılan yuvasının hıncı vardı. Yakup Efendi, kızını karşısında görünce “Korktuğum başıma geldi, eyvahlar olsun.” diyerek kızını korkulu gözlerle içeri aldı. Saliha Hanım kapıyı kapatırken artık geri dönüşü olmayan yola girdiğinde çaresizce dudaklarından şu cümle döküldü:
—Koca dayağı bitti, baba suratı başladı.
İzdiham