Şubat geldi bak…
Duyuyor musun beni, okuyor musun?
Bu aynı bakışlar, deniz aynı ve derin bir fay hattı haritasında kaybolan onca yıldan sonra beton kokusu aynı… Şubat aynı, kısa, soğuk ve keskin…
Sen kaçarken bir “basit” sözün esaretinden gerekçesiz, ben tek taraflı bir ateşkesin onursuz coğrafyasında kalamadım. Harp düzeninde ordularım ve manevrada, sensizliğin kurak ve mayınlı platolarında…
Neleri kırptıysam hayattan sana, senden yana, duruyor öylece burada… Seni bir minibüste başın cama dayalı gözlerin uzaklarda ilk görmeler, bir cep telefonu tuşlanırken Kaynaşlı’dan İzmit’e, şebekenin azizliğinde sesinde ilk titremeler, adını bilmemenin özgürlüğüyle yazılmış ilk şiir, karayolları tabelalarına rağmen ilk unutmalar en aşina sapakları ve şehrin melül tenhalarında kaybolmalar sokak sokak…
Ve sonra karçiçeği, özlemeler, seni çok özlemeler… İki paragraf arasına neler sığabilemeyecekse şimdi, ne kadar “mezarlık” anı kaldıysa mazide öyle ve o kadar özlemeler… Kor kor yanmaklar yokluğunun ayazında ve savurmaklar kendini kar kar, sabah ezanlarıyla…
Emanetini öfkeme katık ettim kimi zaman… Susuşlarımda bazen, bir sancı gibi, midemde derin bir yanma, ya da migrenimin tetikleyicisi, sükûn ve sükût ruhuma kiminde… En çok akşamüstleri… Eylül’ü görmemiş bir aşkın ancak eylül hikâyesi olacak hüzünlü renginde, koyu kahve bir fotoğrafla, beyaz bir mendilde sevip sardım emanetini…
Kozasını ören tırtıl gibi “son” dediğinde sen, başladı bu hikâye tüm evreni alıp yanına yeniden. Bir kelebeğin kanat çırpışları gibi mukadder… Biraz kader, biraz keder bu serüven…
“Seher yola giren aşık gece Leyla’da akşamlar” diyor şair, ne hoş geliyor değil mi kulağa, ne sıcak… Bir seherle bir akşam arası kuş uçumu kaç metredir, bir günlük mesafe “konsantre bir ömre” nasıl indirgenir…
Tarkovsky, “Stalker” da ifade ediyor o mesafenin mahiyetini. Her dileğin gerçeğe dönüştüğü kutsal odayı arayan iki adama rehberlik eden Stalker (iz sürücü), “ne kadar kaldı odaya” sorusuna “dümdüz gidilirse iki yüz metre kadar” diye cevap verir ve sessizce ekler, “ama burada hiçbir yere dümdüz gidilmez…”
Hakikate giden yol zahmetli elbet ve düz değil dolaylı, çatallı, hayatın kıvrımlarında saklı, tali yollarında… Ne dervişin çileyle seyr-i süluku boş, ne bir tavşanın tüylerini tırmanıp evreni ayan beyan görme çabasındaki filozofun ızdırabı…
Dolmasını bekliyorum vaktimin..
Bir kürek mahkumu gibi,
Kaçtığıma koştuğum bu yolculuğun..
Bitmesini,
Karçiçeği…
izdiham