Enes Yılmaz, Zonguldak ya da Proletarya
Hadi kalk ayağa heybetin şimşek çakan merhamet gözlerin yükselen sesinde öfke kulaklarımda şefkatin senin buruşuk ellerin var tutuşup sıkıca dağlara, ovalara, parklara vardığımız senin gülümsemeyi unutmuş yüzünde çizgilerin benim hep mahcupluğa sarılı yüreğim. Haydi kalk ayağa ciğerine saplanan tütün yaralarına reçete: Anamdan bir ahhh, gardaşımdan eyvah. Ağardıkça saçların kız çocukları titrer, cinnet alevlerinde geçip giderken sen duvaklarına kurşun sıkılır. Yağmur taranmaya hasret saçlarından vurur.
Her gün nasılsa işte öyle çıktın kapıdan ben bilmezdim ben bilemezdim o kapının göz yaşı döken çınardan yapıldığını bilmezdim elinde seneye de giyersin diye bir beden büyük acılarla döneceğini.
Düşündüm otuz lira yevmiye o karanlık yerde kaç pantolon ederdi ben üşümeyim diye toz-duman, karanlık, lağım fareleri senin bedenini sararken hangi yüzde bilmem kaç ile iktidar beni yırtıcı çığlığıma ikna edebilirdi. “İdare et oğlum” derken idare edemeyeceğim bir suçla mahşere bıraktın beni.
Duyuyorum asansör iniyor. Halat, zincir, yağ kokusu iniyor geceye. Siz indikçe karanlık büyüyor, ölümle şaka olacak yer midir toprak? Gülüşüyorsunuz bunlar cennete giden yolcuların gülümseyişine benziyor. Kapı açılıyor ve oradasınız sizi ayetler karşılıyor ‘innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn’ işte sarılacak hayat, işte sarılacak gerçek. Kapı açılıyor genizleri yakarcasına koku, çürümüş toprak vuruyor yüzünüze. Dize kadar suya batmış ağır aksak yürüyüşe başlıyorsunuz gelenler gidenleri karşılıyor geçmiş olsun diyorsunuz çıkanlara. Bazen işte bazen geçmiş olmuyor.
Tahta parçası üzerinde birkaç domates, biraz beyaz peynir, ekmek. Ah benim ekmeğim kara ekmeğim yerin altındaki hürriyetim. Fenerler yakıldı. Fener ki uzağı değil yanı başındaki yoldaşını aydınlatır candaşını yaşatır fenerler.
Kederli adam yarı tok yarı aç kalkıyor sofralardan aklına bir türkü düşüyor sallıyor kazmayı kömürün kalbine. Kazmanın rüzgârı kömürün kalbine saplanıyor tak tak’lar ıslık oluyor türküye. Alnında ter damla damla yazıyor çıplak bebelerin istikbalini. Avuçları nasır tutmuş adamlara kremlinden bakıyor das kapital.
Avuçları nasır tutmuş adamların yolunu entarisi çiçekli, beyaz yemenili kadınlar gözlüyor. Memleket kokan kadınlar, elleri kınalı tütsü, gözleri kömür karası. Pencere önlerinde yağmur yıkıyor yüreklerini, dalgın bakışlarını ‘’adam gelecek akşama bir tas çorba kaynatayım’ ’la bölüyor bir tas çorbanın heyecanı sarıyor üşüyen ellerini .
Bir sesle tüylerim irkiliyor, peş peşe yakıyor günü ambulansların sesi. Küçükken her duyduğumda söylediğim yastığa başımı saklayıp ”n’olur bir şey olmasınlar” da yetmiyor artık. Siren bütün gücüyle deliyor evin duvarlarını. Yüreğime saplanıyor. Bir bilen olsaydı gözlerimde çizdiğim seni yemin olsun dizlerinin dibine gök yüzü kılardı beni. Buraya ne kafirlerin bombası düştü ne münafıkların hainliği. Buraya memleketimin emek kokan yiğit evlatları düştü. Babalar düştü, amcalar düştü, ağabeyler düştü, dost olan canlar düştü. Koşuştur ağla yıkılsın bu vagonlar bacılar çığlıklarınız parçalasın körelmiş kulakları, yıkılacak ne varsa yıkılsın. Biz yüreğimizden olduk ya.
Hadi kalk ayağa heybetin şimşek çakan merhamet gözlerin yükselen sesinde öfke kulaklarımda şefkatin senin buruşuk ellerin var tutuşup sıkıca dağlara, ovalara, parklara vardığımız senin gülümsemeyi unutmuş yüzünde çizgilerin benim hep mahcupluğa sarılı yüreğim. Haydi kalk ayağa ciğerine saplanan tütün yaralarına reçete: Anamdan bir ahhh, gardaşımdan eyvah. Ağardıkça saçların kız çocukları titrer, cinnet alevlerinde geçip giderken sen duvaklarına kurşun sıkılır. Yağmur taranmaya hasret saçlarından vurur.
Haydi kalk, kalksana, kalksana.
Enes Yılmaz
İZDİHAM