Biz diyelim ki oyuncağını göle düşüren bir çocuktur Burdur
Az maaşla şoförlükten emekli bir mezar bekçisidir kimine göre
Yine de içine çabuk düşülen bir yerdir burası kaç kere bakarsanız bakın
Suya açılanın kendisiyle döneceği bir yer yok, diye söylenirdi çünkü ninem
Derede akrep ile yelkovanı şalvar gibi yıkayıp asarken
Mesela ben Burdur’a girince, cami imamları sözcüklerimi kovar
Genç kızları ayartıp şiire sokarım, misafir salonu çünkü Anadolu’da kızlar
Hamarattırlar ve kanaviçe işlerler hüzünden kara boncuklar
Ondan fistanının altında er mektubu gizlenir üç gece okunmadan
Bütün saatler öğledir burada, insanın gözleri karabatak
Keçi güder çocuklar ve okul yolları hiç eskimemiştir basılmaktan
Şehre inmek büyük panayır sayılır onlara, gece fersiz ışık yürüyen tabut
Topaç çevirmeyi durağanlıkla savaşmaktan öğrenir çocuklar
Kadınlar yirmi beş saat makinedir, nedense hep çamaşır yıkarlar
Belki de en son düğünlerinde yarım yamalak öpüldüklerinden
Yine de pesbeyaz bir çarşaf gibi sandıkta katlı durur ağızları
Pencereye çakılı gözlerinde her gün en az bir türkü ölür
Yaşı geçkinler kahvede hep bir şeylerden dertli
Yüzleri beş karıştır uzağa bakmaktan, av boruları sustu diye sevinçli
Olmadık hüzünlüdürler, cesetlerini dört kollu bir karasaban sürer geçer
Oysa çoktan asılmışlardır erik dallarına bir çaput gibi
Burdur’u şiire sokmak zordur, öyledir, her yiğidin harcı değildir
Üç kirkara mahalle ile bir neon meydandan destan yaratmak
Zordur sek sek oynarken dişleri sökülmüş bir istasyondan
Türkçe bir trenle bir de birkaç çocuktan iyi söz duymak
Biz yine de diyelim ki, Burdur diye bir yer hem var hem yok
Biri desin, ben hiç görmedim, o da olur!
Engin Özmen
İZDİHAM