Söyleyemediğim şeyler var Mezopotamya, susmuş değilim
Eylül var meselâ, penceresi eylüle açılan sokaklar var
Ben, dar sokakların ve caddelerin adını bilmem Mezopotamya
Çanağımdan dökülen yağmura birikmiş yılları da
Yere düşen her damlada düştüm, koşmayı ekleyemedim ayaklarıma
Dedemin dudak kıpırtılarını sayardım, rakamlarım yetmezdi
Yasin okurdu sürekli, sürekli çocuk kalırdım annemin sütünde
Bir gün büyüdüğüm söylendi, rakamlarım da büyüdü
Yatağımı yere serdiler, gençliğimi de
Dedemin dudak kıpırtıları kafamı karıştırıyordu, sayamıyordum
Eylüle mi aşık olacaktım, eylülün içime düşürdüklerine mi
Kavak dallarından sıyrılan hışırtıların sararmasını bekledim hep
Bir kuğunun süzülüşünü izliyordum, hayallerimden akıyordu
Aşık oluyordum galiba, başka ne olacaktım ki
Pekiştiğini hissettim kalbimin Babamın söylediği bir türküde
Söğüt gölgesine yayılmış bir ikindi uzuyordu Babamdan çocukluğuma:
“Akşam olur karanlığa kalırsın
Derin derin sevdalara dalarsın”
İlan-ı harp ediyorum, bütün savaşların sonucu benim
Şeytan hîlesine teslim etmedim hiçbir günahımı
Sardunyalar nerede açar bilmem, sardunyaları sevmem
Batı hep batılan yerdir, eylül, kızılderili bir yerli mi, nereli
Hadi kalbim büyü, aşık ol ve caddelerde yürü
Ateşin de büyüsün gözlerinde sevgilinin
Sicili bozuk gecelerini sil düşlerinin defterinden
Bak, kâlü belâ’lı bir yerli Mezopotamya, kalbi yeşil açmış
Hüzünlerini emanetine al, şehrini kilitle, sokakları sende kalsın
Sende kopsun bülbülün seher vaktine yığdığı kıyamet
Ey sevgili, büyüdüğümde eylülün olacağım
Erdal Çakır
İZDİHAM