“Yeni bir planım var: Deli olmak!”-
Dostoyevski
Gelmiş geçmiş en büyük yeteneklerden biri olan Dostoyevski’de sanat üretim olayı, temelini “ıstırap”ta kökleştirmiş ve bunun üzerinden bir akış belirlemiştir. Dostoyevski için “ıstırap” çekilmeden veya “ıstırabı” çekilmeden oluşturulan sanatsal “ürünler” sadece ‘sanatsal’ ismini taşır, gerideki mânâyı ise barındırmaz.
Berdyaev’e göre Dostoyevski’nin tüm yapıtlarında, “insan yaradılışının tutku ve kargaşa içindeki dinamizmi” yansır. İnsan yaşantısında var olan tek şey, ıstıraptır. İnsan mutlu olsa da ıstırap çeker. Mutsuz olsa da ıstırap çeker. İnsan sürekli ıstırap çeker. Çok parası varsa neden bu dünyada olduğu muamması onu yer bitirir, çok fukara ise yaşam mücadelesi yine onu yer bitirir. Yani insan her şartta ıstırap çekmek zorunda. İnsanın dünyaya gelişi bile bir ıstırap. Kanlar içinde doğan insanın başına ilk gelen şeydir ağlamak. Daha sonra da hayatın tokatları ağlatır veya gülen yüzü… Aslında insan için mutluluk da acı da ‘ânlık’tır, ıstırap ise ruhumuzdaki ‘ebedî’ var oluşunu sürdürür.
Dostoyevski’nin eserlerine baktığımızda görülen odur ki insan karakterinin bütününde bir zıtlaşma vardır. Yani dionysos ile apollon arasında bir çatışma vardır. Bunun güzel örneklerinden bir tanesi “Beyaz Geceler”de mevcut. Nastenka sevdiği kişiyi beklemektedir. Hayalperest kahramanımızı her ne kadar sever gibi yapsa da “beklenen” geldiği ân, kahramanımızı bırakır ve çeker gider. Nastenka’nın karakterinin “apollon”vari kısmı “kahramanımız” ile beraber olabileceğini söylüyordu belki, bunu bilemeyiz, ancak karakterinin “dionysos” tarafı, yâni arzu, aşk, ihtiras ağır basar ve “beklenen”e gider. Kahramanımız da normal yaşamına devam eder. “Kumarbaz”da kumar oynayan bir insanın ıstırabı yine gözler önüne serilir. İnsanın sürekli tekrarladığı şey, ruhta melekeleşir ve ondan kurtulmak neredeyse imkânsız hâle gelir. Dostoyevski “Kumarbaz”da bunu çok güzel işliyor. Tüm bu karakterlerin temelinde tek bir şey var: ıstırap. Raskolnikov mesela. Raskolnikov işlediği cinayetin ıstırabını çekerken, ruh dünyasındaki bir diğer çatlak ise yaptığının haklılığını savunuyordu. “O kadın pis bir tefeciydi ve öldürülmesi topluma çok yararlı oldu. Artık fakirlerin kanını ememeyecek!”
Berdyaev ile devam edelim. “Dostoyevski’nin romanları tam roman sayılmaz; daha çok bir tragedyanın bölümleridir; bunlar, insan yazgısının iç tragedyasıdır; kendini, türlü yönleriyle yolculuğunun türlü aşamalarında belirten biricik insan ruhudur bu.” Gerçekten de Dostoyevski’nin eserleri incelendiği zaman bu rahatlıkla görülebilir. Benliğinin derinliklerinde her insan tektir. Bir tane ben var, bir tane sen var. Hepimiz bir taneyiz ve bizden başka bir var mı? Ben benim ve sadece benim. Beynimin içinde dönen ve ruhumun ateşinde hamurlaşan fikirleri sadece ben bilebiliyorum. Bunu siz bilemezsiniz. Benliğimizin derinliklerinde yaşadığımız yalnızlıktır belki de en büyük ıstırap. Aslında bu konu biraz “aşk” kavramına da girmemize sebep oluyor. İnsan, kendini gördüğü kişiye âşık olur. Başkasında kendini görürse vurulur insan. Ruhumuzun hayat içerisindeki arayışı budur belki de. Kendimiz olan diğer benliği bulmak ve ona âşık olmak. Yâni bir ben var, bir de benim yansımam. Tabii benim de başkalarına olan yansımam. Herkes birbirine muhtaçken herkes de ruhunun derinliklerinde tek.
Sanat, ıstırabın meydana getirdiği o cızırtılı yoğunluk içerisinde üretildiği takdirde bir mânâ ifade ediyor. Üretilen ürün ancak bu şekilde “sanat”ın mânâ kalıbına girebiliyor. Aksi, sadece “sanat” diye anılıyor. Yâni üretilen esere “ruhunu” veren şey, o üretim esnasında çekilen ıstırap. Tıpkı bir annenin çocuğunu doğurması gibi; ıstırap üstüne ıstırap. Ama sonunda da muazzam bir mutluluk. Buna göre belki de her ıstırabın sonunda bizi muazzam bir mutluluk bekliyordur. Devam edelim. İnsan ruhunu etkileyen şey, dipsiz derinliklerindeki o pırıltıyı eşyada görebilmesidir. Sanatkâr, kendi ruhunun derinliklerindeki ıstırabı eserine yansıttığı ve o ıstırabın pırıltısı ile diğer ruhları etkilediği takdirde gerçek bir sanatkâr olur. Munch’un “Melankoli I-II-III” serisi karşısında etkilenmeyecek insan var mıdır? Pek sanmıyorum.
“Benim inancıma göre” diyor Dostoyevski, “insan yaşamında sonsuz acı ve sonsuz mutluluk bulunmaktadır. Şairin yaşamında güller ve dikenler olur.” Belki de ruh dünyamızdaki sonsuz “acı” ve “mutluluk” düellosudur bize bir şeyler ürettiren. Bu düellonun, bu çatışmanın verdiği ıstırabın yansıması ruh aynamızdan dünyaya…
Dostoyevski için “ıstırap”tır esin kaynağı. İnsan yazgısının “nedenliğinin” verdiği bir ıstıraptır belki de bu. Neden böyle oldu? Bu çocuğun suçu neydi ki acı çekiyor? Buna benzer şeyler. İnsan yazgısının bize göre bazen mânâsızlığı üretti belki de Dostoyevski’de sanatı. Bu mânâsızlık peşinde sürüklenen bir hayatın ürettiği kelimeler vurdu bizi derinden. “Mektuplar”ında “ıstırap” üzerine pek çok anekdot var Dostoyevski’nin. Ancak bunların hepsini almayacağım. Yazdığı bir mektupta şunlardan şikâyet ediyor büyük yazar:
“Raphael her bir resmi için yıllarca çalıştı ve her detay üzerinde uzun zaman oyalandı da şaheserler yarattı. Tanrılar onun fırçası altında serpildi! Oysa günümüzün Vernet’i, bir resmi bir ayda bitiriyor ki her biri açıkça dev bir oda ister. Perspektif muazzam ve konsept görkemli olduğu hâlde eldeki yapıtta ciddi bir çalışmanın zerresi yok. Bunlar badanacıların yaptıklarından daha iyi durumda değil.”
“Tanrılar onun fırçası altında serpildi!” Bakın, Raphael’e olan övgü ne muazzam. İşte tanrılar, Dostoyevski’de de kelimelerin altında serpilmiştir.
Dostoyevski’nin Raphael’de etkilendiği nokta “bir resim için yıllarca” çalışmış olması. Yani ürettiği eserin ıstırabını çekmesi. Ruh dünyasındaki ıstırabın pırıltısını resimlerine yansıtması… Belki de Dostoyevski Raphael’de kendini gördü. Bilemeyiz!
Her ân akış hâlinde olan tabiata nisbetle durgun bir insan, imkânsızı sergiliyordur aslında. Çünkü insanın ruhu durgun değil dinamiktir, yâni her ân hareket hâlindedir ve bu hareketin yoğunluğu ıstırabın üretilmesine sebep olur. İnsanda ıstırabın üretildiği nokta kalp ve ruhtur. Bunların çevresinde dönen düşünce de “ıstırap” ile üretildiği için “düşünce”dir zaten. Yâni Platon veya Kant, bunlar ıstırap çekerek düşündükleri için “filozof” olmuşlardır. Veya ıstırap çekerek ürettikleri düşünceler sayesinde kalıcı birer dehâ olmuşlardır. İnsan sürekli düşünür, bir diyalektik sahibidir zaten. İnsanı değerli kılan, üretim esnasında çektiği ıstırabın bir kalıba dökülebilmesidir. Tıpkı şiir gibi. Istırap, balın petekte şekil alması gibi “şiir”de şekil alır ve oradan da insanın kalbine hücum eder. Kendimi gördüğüm bir şiir beni etkiler. O yüzden şairlerin “kaliteli” şiir yazıp yazmadıkları konusu çok saçma bir konudur. İnsan neyden etkilenirse kendisi için en iyi odur!
Yazıyı noktalamam gerekiyor. Dostoyevski üzerine serilerden oluşan bir yazı yazmak gibi bir fikrim var aslında ama henüz erken. İlerideki serilerde “ıstırap” üzerinden anlatmak istediklerim daha da anlaşılır olacaktır zannediyorum. İnsan benliği bir ıstırap makinesi aslında. Bu yüzden her birimiz birer sanatkâr. En büyük sanatkâr da annelerimiz bence. Çünkü dünyadaki en büyük ıstırabı 9 ay boyunca onlar çekiyor. Tabii doğurduktan sonra da bu ıstırap katmerleşebiliyor. Bu, “yazgı” ile alâkalı. “Yazgı”, insanın düğümlendiği nokta. Bu düğümün çözülebilmesi ise muhâl. Belki her şeyin bir rüyâ olduğu fikri, bir nebze de olsa ıstırap çeken ruhlarımızı tatmin edebilir! Ve rüyâ içerisindeki kıyamet! “Dostoyevski, kıyamet gününün adamı!” diyor Berdyaev. Ruhların merak ve korku içerisinde ıstırap çekeceği o ân. Her şeyin yok olduğu, dünyanın ve gezegenlerin patladığı o ân. Dostoyevski ruh dünyasındaki o ânları, o kıyametleri sergiliyordu belki de. Biz, kendi ruh dünyamızdaki kıyametlerin bir benzerini görerek mi Dostoyevski’ye hayran kaldık? Kim bilir!
Erdem Öztaşa
İZDİHAM