Site icon İzdiham Dergi

Esma Atila, İçimde Yaşlı Bir Çocuk

”Yaz geldi, fark ettin mi? Dışarıdan çocukların cıvıl cıvıl sesleri geliyor. Biliyorum nefret ediyorsun güneş ışığından ama odanın hava alması lazım. Perdeyi açtım diye bana öyle öfkeyle bakma. Gerçi senin öfkelenmek için bir sebebe ihtiyacın yok. Şükür ki şu an ayağa kalkamıyorsun yoksa çoktan dayağı yemiştim.”

Pencerenin önündeki cilası solmuş sandalyeye oturdu. Her zamanki gibi sokağı seyretmeye başladı. Haziran olmasına rağmen yelek giymeye devam ediyordu, içindeki boşluk yüzünden üşüyordu belki de.  

Sabah ilk iş hatmi çiçeğini demler, ardından bal katıp aç karnına içerdi. Annesinden yadigâr kalmış alışkanlığa devam ediyordu. Her tarafı çatlaklarla dolu, mor renkli bardaktan bir yudum aldı. Sokaktan geçen motor, kulaklarını tırmalayan egzoz sesi bıraktı ardında. Okkalı bir küfür savurmak istedi, yapamadı. Hiç kimse duymasa da küfür etmekten korkardı.

Mutfaktan kaynamış çayın tiz sesi geldi kulağına, kahvaltı hazırlaması gerekiyordu. Çayı kâseye doldurdu, üstüne biraz soğuk su ekledi. Bir parça bayat ekmek, biraz peynir ve çekirdeği çıkarılmış zeytinleri de ekledikten sonra iyice karıştırdı, bulamaç haline getirdi. Çocukluğunda annesi yapardı bu mamayı, hazır mama almak ne mümkün. Kâseyi tepsinin üstüne yerleştirdi, bir bardak su koydu ve tekrar odaya girdi. Salon kapısının karşısında, camın önünde hastane yatağı vardı. Felçli babası, büyük yatağın içine gömülmüş, yatıyordu. Yüzündeki katı ifade doğdu doğalı değişmemişti. Artık o kadar zayıflamıştı ki yüzündeki çizgiler kahverengiye dönmüş, sanki toprağa kavuşmak istiyordu. Dişleri olmadığı için dudakları geriye doğru çekilmiş, gözleri içeri çökmüştü. 

Kadın hâlâ babasının yanına gitmeye korkuyordu. Gözlerine bakmak cehenneme girmek gibiydi. Babasıyla hatırladığı ilk ve tek hatıralar yanağını yakan tokatlardı. Artık parmağının ucunu dahi oynatamıyordu. Adamdaki nefret, odayı kara bulut gibi sarıyordu. Bu acımasızlığı hiçbir zaman anlayamamışlardı. 

Mamadan bir kaşık aldı, babasına uzattı. Boynundan aşağısı felçliydi, üstelik lâl olmuştu ama aklı çalışmaya devam ediyordu. Ağzına aldığı yemeği beğenmeyerek bütün kuvvetiyle kadının yüzüne tükürdü. Kadının gözlerinden öfke gölgesi geçti ardından gözyaşları yavaş yavaş akmaya başladı. ‘Ölsen ya artık’ dedi içinden. ‘Öl de kurtulayım senden’

Tepsiyi sehpaya bıraktı, ayağa kalktı, pencerenin önüne gitti. Dışarıyı seyretti ağlayarak. Öfke ayak parmaklarından yukarı doğru çıkmaya başladı, avuçlarını yumruk yaptı, zar zor nefes alarak kısık sesle söylenmeye başladı. 

”Annemin gençliğini çaldın yetmedi, sonunda döverek öldürdün onu. Hâlâ içindeki nefret sönmedi. Herkese onun ölümünü nefs-i müdafaa gibi gösterdin. Kavga ettiniz, birbirinizi ittiniz ve annem düştü başını vurdu sen de pencereden aşağı düştün. Oysaki kendini camdan aşağı atmıştın. Görmedim mi sanıyorsun? Her şeyi gördüm. Şimdi felçli olarak kaldın başıma. Allah korkum olmasa bakar mıydım sana.”

Adam kesik kesik nefesler alarak inlemeye başladı. Sinirleniyordu ama bir şey yapamıyordu.

”Benim de gençliğimi çöp ettin attın bir köşeye. Hatırlıyor musun yirmi sene önceydi, mühendislik okuyan bir genç vardı, adı Mehmet. İstemeye geleceklerdi beni, senin ahmak kahve arkadaşların görmüştü de bizi bir solukta yetiştirmişlerdi sana. Gözümün önünden gitmiyor yüzün. Demir sopayla dövdün beni, bacağımı kırdın. Doktora da götürmedin, kendiliğinden kaynadı kemikler, sayende aksak yürüyorum.”

Bir hışımla arkasını döndü, içindeki öfke, gözlerinden boşalan yaşlarla babasına baktı.

”Bacağımdaki aksaklık yüzünden kimse benimle evlenmek istemedi. Duyuyor musun çocukların sesini? Bir tanecik evladım olsun istemiştim. Mahrum kaldım, artık yaşlandım. Senin kavgaların, dayaklarınla geçti çocukluğum. Mutlu musun şimdi?”

Kadının gözlerinde köpürmeye başlayan delilik volkan gibi patlamak üzereydi.

”Üç kardeşimi de annemin karnındayken öldürdün. Tek kaldım. Bu evi de seni de yakacağım, kaybedecek hiçbir şeyim yok. Çocukken dua ederdim ‘Allah’ım babamı öldür’ derdim, duamı kabul etmedi. Ölmedin, yaşıyorsun. Sen ölmeliydin annem değil. Gebermeliydin, yok olmalıydın. Madem olmadı bunu ben yapacağım.”

Ellerini uzattı babasının boynuna doğru. Parmakları, adamın pörsümüş derisine değdiği anda dışarıdan çocuk sesi geldi.

”Zeliha Teyzeee!”

Ellerini çekti, çocuğun seslenişi, içindeki bütün öfkeyi söndürmüştü. Cama doğru gitti, başını uzattı. Karşı komşunun küçük kızı Ayşe’ydi. ”Efendim kızım” dedi.

”Bana su verir misin, annem yok da”

Zeliha gülümsedi ”getiriyorum hemen”

Mutfağa gitti, buzdolabından yarım şişe soğuk suyu çıkardı, üstüne ılık su ekledi. Aşağı, dış kapıya indi. Ayşe’ye suyu verdikten sonra sıkıca sarıldı. Kalbindeki annelik duygusu o kadar yoğundu ki geriye kalan bütün duyguları bertaraf ediyordu. Merdivenlerden yukarı çıkmaya başladı. Gençliğinde annesinden örgü yapmayı öğrenmişti. Bebeklerine patikler, yelekler örmüştü. Eve girer girmez odasına geçti, dolabın sağ köşesindeki bohçayı aldı, yatağın üstüne koydu. Kalbi gibi minik patikler de sararmış, ezilmişti. Mehmet kaçmayı kabul etseydi belki şimdi torunları bile olmuştu. Vefasızlık, yediği dayaktan daha çok canını yakmıştı. 

Babası yüzünden kimse istememişti Zeliha’yı. Zamanla kabullenmişti, annesi gibi sessiz ve çaresiz bir insana dönüşmüştü. Zaten başka ne olabilirdi ki? Başına aldığı darbeler yüzünden aklı yarım kalmıştı annesinin. Arada bir eve gelen babasına hizmet etmiş, yarım akıllı annesiyle televizyon izlemiş; gençliği, modası geçmiş bir şapka gibi sandığın içinde çürümüştü.

Gözlerinden akan yaşı sildi, salona babasına yemek yedirmek için döndü. Kapıdan içeri adım attığında babasının kıpırdamadan yattığını gördü, ağzı açık tavana boş bakıyordu. Yanına gitti. Sandalyeye oturdu. Açık gözlerini kapattı babasının. 

”Öylece yatıyorsun işte. 

Ne oldu ne geçti eline? Geçen sadece bir ömür sadece, belki üç gün. Açsana gözünü, aç da yüzüme bak beni ne hale getirdin. Şimdi bile için rahattır senin. Hiçbir zaman fark etmedin bana ne yaptığını, hiçbir zaman anlamadın. Keyfin yerindeydi, umursamaz ve bencildin.

Nefes aldığında konuşmadım seninle, konuşmaya gerek duymadım. Anlatamadım içimdekileri, biriktirdiklerimi yüzüne söyleyemedim ama artık söyleyebilirim. Çünkü artık gözlerindeki sevgisizliği görmeyeceğim.

Öylece yatıyorsun işte. 

Ruhun burada mı, fark ediyor mudur beni? Hissediyor mudur yoksa çoktan Allah’ın yanında mıdır? Nasıl bakabilirsin O’nun yüzüne. Emanetine sahip çıkmadın ki. Ne anlatacaksın O’na? Bana söylediğin bahaneleri mi? Sence inanacak mı? Nasıl bir zihnin var, nasıl bir aklın var hiç anlayamadım, hiçbir zaman çözemedim seni. Aslına bakarsan çok da iyi tanımıyorum seni. Sen kimsin, ne düşünüyorsun, ne yaparsın? Oturup sohbet etmedik ki, hiç konuşmadık ki seninle. Akşam eve geliyordun, yemek istiyordun, televizyon başında sigara içiyordun. Benimle sadece bir şeyler isterken muhatap oluyordun. Bu kadarsın işte. Bu kadar her şey.

Öyle yatıyorsun işte. 

Senelerce kanadım kırık bir şekilde dolaştım, uçamadım, bazen süründüm, bazen yürüdüm, bazen koşmaya çalıştım ama hiçbir zaman uçamadım. Bunun tek sebebi sensin.

Sevgisizliğine inanmıyordum. Hep bir bahane buluyordum. O da böyle büyüdü dedim, o da sevgi görmedi dedim ya da bu kadar sevebiliyor dedim. Herkes sevgisinin farklı gösterirmiş acaba bu adam nasıl gösteriyor dedim. İzledim seni, her adımına her sözüne mana aradım. Sevgiyi görmeye çalıştım. Ama sonucunda hiçbir şey bulamadım biliyor musun? Sen sevmiyordun! Sen hiçbir şeyi sevmiyordun. Sadece kendini düşünüyordun, sadece işini düşünüyordun. Kalbimde açtığın yaraların farkında bile olmadın. Çünkü sen yaranın ne olduğunu bilmezsin. Sen kalbinin kırılmasının ne olduğunu bilmezsin. Sen hissedemezsin ve hissetmiyorsan yoksun.

Öyle yatıyorsun işte. 

Çevrendeki herkes ailesini kurmuş, hep beraber yemek yerken, sen bu yaşında tek başına kaldın ve bu senin gururunu kırmadı. İnsanlar arkandan konuştu, anlamadın. Anlasan da umurunda olmadı. Ne kadar küçük düştüğünü göremedin. O kadar çok rezil olduk ve o kadar gururumuz kırıldı ki, insan içine çıkmak istemedik. Ne oldu ne geçti eline şimdi?

Öyle uzanıyorsun işte.

Enkaz bıraktın arkanda. Senelerce bıraktığın enkazı temizlemek için uğraştım, ardından o enkazdan tekrar bir ev inşa etmeye çalıştım. Belim büküldü, kalbim parçalandı, yaralandım. Yıkılmış evi inşa edemeyince, gittim. Başka şehirde ev kurdum kendime. Keyfin yerinde mi? İçten içe gülüyor musun? Mutlu musun?

Öyle şey yatıyorsun işte.

Anlatsana, neden sevmedin, neden? Anlatmak isterdim sana bu sevgisizliğin sonucunu. Bende yarattığı sonucu. İnsanları sevemiyorum, herhangi bir şey hissetmiyorum. Sadece çocukları seviyorum, acıyorum onlara. Benim gibi büyüsünler istemiyorum. O kadar diplerde acı çektim ki o kadar çok yalvardım ki Allah’a her şey geçsin her şey bitsin diye. Acıdı bana, dualarımı kabul etti, yalnızlık duygumu aldı yüreğimden. Sevgisizlik, beni uçurumun eşiğine getirdi, dua ettim Allah’a. Artık sevgi istemiyorum. Ama her şeyin bir bedeli varmış. Bunca duama karşılık artık hissizleştim. Beni ayakta tutan sevgi isteğiymiş. Çünkü bunca seneyi bu şekilde sevgi isteyerek geçirmişim içimde başka duygular inşa edememişim. Yaralarım da küllenince kalbim bomboş kaldı, duygusuzum. Mutlu musun bu halimi görünce?

Beni ağlattın, herkesi ağlattın. Beni mutsuz ettin, herkesi mutsuz ettin. Şu an şu kapıdan biri içeri girse dese ki ben seni çok seviyorum inanmıyorum, inanamıyorum. Gerçekten kimsenin sevgisine inanamıyorum. Bu yüzden vazgeçtim iletişim kurmaktan, şüpheyle yaşamaktansa uzak durmayı tercih ettim. Beni bu hale sen getirdin sen. Ama farkında bile değildin. Çünkü hiç sormadım ki. Hiçbir şey sormadın, umursamadın.

Öylece yatıyorsun işte.

Bana hiç sarılmadın. Sen varken yetim gibi başım her zaman öndeydi. Sen değer vermediğin için kimse bana değer vermedi. Yanımda dursaydın, bana kötü davranamazlardı. Bu yaşta bile hâlâ kızını seven bir baba gördüğümde gözlerim doluyor, burnum sızlıyor. Beni böyle, boynu bükük görünce mutlu oluyor musun? Neden bir kere bile sarılmadın ki?

Öylece yatıyorsun işte.

Bütün sorumluluklardan kaçtın, artık hiçbir sorumluluğun yok. Her şey bitti. Seninle konuşmaya bile çekiniyordum, konuşamam diyordum. Boğazım düğümlenir diyordum. Nefretle bakıyordun yüzüme. Nasıl konuşabilirdim ki? Sahi baba, neden nefret doluydun? Baban seni sevmediği için mi? Sen de beni sevmedin ama ben nefreti seçmedim. Nefretini, kötülüğünü anlayamadım.

Öyle yatıyorsun işte bembeyaz.

Omuzlarım düştü, kaldıramıyorum. Gözümden bir damla yaş akmıyor. İnsan babasının arkasından ağlamaz mı? Ağlayasım yok. Sana karşı hiçbir şey hissetmiyorum, kalbim pimi çekilmiş ama patlamamış bomba gibi. Nefretim bile yok! Kızmıyorum, sitem etmiyorum sadece yapamadığım konuşmayı yapmak istedim. Vedalaşmalıydım.

Hakkım helal olsun.”

İZDİHAM

Exit mobile version