Gözlerini açtı.
Gözleri gün ışığına alıştıktan sonra araba tavanının pembe rengini fark etti. İçindeki sevinç yüzüne yansıdı.
Yavaş yavaş hatırlamaya başladı, arabada uyuyakalmıştı.
Dışarıdan gelen müzik sesi dikkatini çekti. Arabanın kapısına doğru yaklaştı, camın düğmesine bastı. Başını dışarı çıkardı, seyretmeye başladı.
Her yerde, pırıl pırıl, tertemiz elbiseler içinde insanlar vardı. Bazıları kahkahalar eşliğinde sohbet ediyor, bazıları müzikle dans ediyordu. Koşuşturan çocuklar, neşeyle birbirlerine sesleniyorlardı. Küçük kızın kalbi sevinçle doldu. Yumuşacık sesiyle kıkırdamaya başladı. Olan biteni hayranlıkla izliyordu.
Yer yemyeşil çimenlerle ve papatyalarla örtülüydü adeta. Her yerde piknik yapan aileler, birbirini kovalayan köpekler ve uyuklayan kediler vardı.
Gökyüzüne baktı! Hava açık maviydi ve tatlı mı tatlı meltem esiyordu. Meltem, ağaçların temiz kokusunu arabanın içine dolduruyordu. Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı. “Burası cennet olmalı” dedi içinden. Her renkten meyveler, ağaçların dallarında uçuşuyor, kokuları renk renk gökyüzüne yükseliyordu.
Alacalı bir ışık gözlerine yansıdı ansızın. Patika yoldan gelen beyaz arabanın tepesinde yanıp sönen ışık etrafı aydınlatıyor, yavaş yavaş yanına yaklaşıyordu. Kırmızı çizgileri vardı arabanın, gül rengiydi. Araç küçük kızın yanında durdu, şoför gülümsedi. Kızın acıktığını düşünmüş olacak ki, ona limonlu kek uzattı. Kız keki aldı, yemeğe başladı. Kekin üstünde sarı krema vardı.
Annesinin seslenişini duydu uzaktan. “Hind! Güzel kızım!”
Sesin geldiği yöne baktığında ailesinin kocaman gövdeli yemyeşil bir ağacın dibinde oturduğunu gördü. Dayısı, yengesi, kuzenleri… Tanıdığı herkes oradaydı; akrabaları, komşuları, evlerinin alt katında şeker satan adam, beraber evcilik oynadığı arkadaşı Rin. Mutluluk haresi dolaşıyordu şehirde.
Arabadan indi, ailesine koştu ve annesinin boynuna atladı. Kucağından ayrılmadı bir süre. Çimenin yeşili gözlerinde parladı. Ayakkabısını çıkardı ve çimlere bastı, yer kuş tüyünden daha yumuşaktı.
Uçuşan meyveler arasında, ağacın en üstünde dolaşan kıpkırmızı elmayı seçti. İstemesi yeterliydi, bir sıçrayışta ağacın tepesine çıktı. Ayakları bulutlarla sarıldı. Baldan tatlı elmadan bir ısırık aldı. Şehir ayaklarının altındaydı.
Uçsuz bucaksız memleketi nehirden denize kadardı. Yeşil, sarı ve mavi… Zeytin ağaçları, limonlar ve karpuz tarlaları sarmıştı bütün memleketi.
Herkes bembeyaz giyinmiş, genç ve tertemizdi. Tatlı bir uyku kondu burnunun ucuna, arabaya gitmek istedi. Annesinin yanına inip elini tuttu.
Arabanın kapısı kendiliğinden açıldı, içeri buyur eder gibi. Usulca oturdular koltuklara.
Çiçekler açıyordu duvarlarda. Çeşit çeşit, renk renk çiçekler var oluyor, ardından silinip yeni goncalar oluşuyordu. Papatyalar, yaseminler, nilüferler, laleler… En çok laleleri seviyordu.
Şehirdeki bütün laleler küçük kızın ipekten dokunmuş toz pembe elbisesini sarmaya başladı. Kız, rakamları yeni öğrenmişti, merakla saydı hepsini. Tam tamına üç yüz elli beş lale, hoş kokusunu bırakıyor ardında yıldızlar gibi parlayıp yok oluyordu. Kız bu eğlenceye kahkahalarla gülüyordu.
Her şey büyülüydü…
Çiçeklerin kokusu başını döndürdü, sakince annesinin dizine koydu başını. Annesi, kızının kıvırcık kahverengi saçlarını okşuyordu. Gözlerine baktı uzun uzun, “Benim annem melek” dedi içinden. “Dünyanın en güzel annesi.”
Annesinin yüzündeki tebessümü gül kokuyordu, nazik sesiyle kızının en sevdiği ninniyi söylemeye başladı.
Küçük kız gökyüzüne baktı, onlarca güvercin uçuyordu arabanın çevresinde.
Damağında limon aroması, burnunda annesinin kokusu ile uykuya daldı…
Rüyasında milyarlarca insana sesleniyordu.
“Ben” dedi, “Ben Hind Receb. Altı yaşındaydım kötülüğü gördüğümde. Siz de gördünüz, hepiniz şahitsiniz fakat beni kurtarmadınız, yapayalnız kaldım. Korkum günlerce sürdü, yardım istedim, hep bekledim. Çok acıktım, çok susadım. Ama en çok da ağladım. Yaşıtlarım gibi babamın kucağında uyuyamadım, annemin şefkatini hissedemedim. Şimdi Allah’ın yanında, cennetin bahçesindeyim.”
İzdiham Dergi