Fatih Yerli, Umulmadık Bir Karşılaşma
Bilmezdim dünyanın enini boyunu
Ayakta uyuyan yılkı atları gibi güzün
Kurumuş dalların nasıl bahara gebe olduğunu
Başına buyruk damlaların göz pınarlarında
Bilmezdim Eyüp sabrıyla nasıl beklediklerini
Bu yüzden çocukken yeni rotalar çizerdim gözlerime
Sokaklarda, okul bahçelerinde, trenlerde
Masallarda, şarkılarda, filmlerde
Yabancı gözlerin kapaklarını
Bir duvak narinliğinde kaldırıp
Kendime bir yer bulurdum derinde
Eğince başımı yol mesela
Önümde bir yabancının ayaklarıyla arşınlansın
Gökyüzü, yüzüme onun bakışlarından parlasın isterdim
Mahzenlerin ve fabrikaların karanlığı öylece
Öylece köreltsin gözlerimi
Yaklaşırken kurşun iki kaşın arasına
Bir harp esnasında mesela
Yavaşlatıp izleyim, gözlerim şehlâ
Vedaları , kavuşmaları
Güvercin kanadından savrulan rüzgarı
Bekçi düdüklerini
Ateş hırsızlarını
Lambalardan çıkmayan cinleri
Hepsini hepsini hepsini
Bir başka beden içinde yeniden kavrayım
Yıllarca, kendimi unuturcasına çabaladım buna
Çok yürüdüm
Varmayı ummaksızın yürüdüm
Yürüdüm hem koşarak yürüdüm
Acelem yok, koşarak
Gazetelerden, haber bültenlerinden
Çarşılardan, tarlalardan, ceza evlerinden
Okullardan, mücbir sebeplerden taşarak
Belli belirsiz izler bıraktım geçtiğim yerlere
Yaprakların hışırtısına cılız bir ses
Karınca yuvalarına kırıntılar
Dağların yamaçlarına incecik fidanlar
Yıldız parıltılarına gölgeler
Çiğ taneleri çimenlere
Biraz poyraz, karayel biraz da göklere
Belli belirsiz izler bıraktım
İzler peşimsıra izlerken beni
İsmimin karşısına bir sözlük anlamı seçtim
Aldım elime kumaşları
Omzuma bir ceket biçtim
Her gördüğüm kurnadan
Elim yüzüm yıkayıp, bir yudum su içtim
Büyüdüm, sakallandım, serpildim
Tam kavradım derken herşeyi
Kim bilir sokaklarda uyuyor sanıp
Kaç cesedin başından geçtim?
Sanırdım ki eskiden
Tek boyutludur insan
Şimdi gözlerimin ardında yabancılar
Her birinin başka anlatıları var
Oysa gözler hiç bir şeyi görmezmiş
Haklıymış kalbiyle gördüğünü söyleyen körler
Ruh yordamıyla bilinirmiş yüreğin görsel alanı
Dünya, sonra Allah, sonra hiçlik. Yani her şey.
Bir aziz şöyle buyurdu;
İnsan bir sudur doğarken
Ele avuca sığdığı günlerde
Acıkınca memeye yahut sevgiye
Korkunca, pislenince, üşüyünce
Ağlayan
Ağladıkça soyunan suyundan
İnsan bir sudur doğarken
Akınca zamana
Mekâna bulanınca
Şekil alan, dalgalanan, buharlaşan,
Nihayet sertleşen nihayet, katılaşan
Katılaştıkça kaybeden bebekliğini
İnsan, aziz olabildiği kadar su
Aziz, su kalabildiği kadar insan
Su, insana varabildiği kadar aziz
Şöyle buyurdu bir günahperest
İnsan bir yoldur doğarken
Kıvrımlar, engebeler ve sarp yokuşlara
Özümser bir hayretle gark olan
Düzlük hasretiyle tünellere kaçışan
Kaçıştıkça
Yaralayan toprağı böğründen
İnsan bir yoldur doğarken
Viyadüklere, tabelalara ve haritalara
Küçümser bir kibirle râm olan
Döner dolaşır alemi
Dolaştıkça girer çıkmaz sokaklara
İnsan, yoldaysa günahkar
Günahkar, insansa yolda
Yol, günahkarsa insan
Körmüş, çok şeyi görmüş gözlerim
Görmüş, ama çok şeye körmüş gözlerim
Ne aynalardan yansıyan bu yabancılık duygusu
Ne rüyalarda hiç karşılaşmadığım suretim
Yetmez kavramaya bir azizle bir günahkar arasındaki mesafeyi
Çünkü gözler hiç bir şeyi görmezmiş
Haklıymış kalbiyle gördüğünü söyleyen körler
Ruh yordamıyla bilinirmiş yüreğin görsel alanı
Dünya, sonra Allah, sonra hiçlik. Yani her şey.
Ocak 23
İZDİHAM