Feyzi Baran, Sarı Kahkaha
Bazı hikâyelerle akrabalığınız var sanırsınız, sonra beraber düştüğünüz ilk sayfanın hatırına küfredersiniz dünyaya. Ağız dolusu, yaprak yaprak gocunarak kelimelere. Kırk şiirin sonuna bitiştirilmiş bir hikaye gibi ya da bir hikayeden çıkan kırk şiir. Eskiden derdim Allah bazı insanları şiir yazsın, bazısını da okusun diye yaratmış. Sonra anladım bazısını da öykü yazsın, geri kalanlara ömrünün çatısından sızan şiirlerle idare etsin diye yaratmış. Murat Özyaşar’ı takip etmesem öykü ile şiiri karıştırıyor derdim ama o öyküyü şiirle besteliyor. Yıllar önce okuduğum ayna çarpması, yıllar sonra okuyacağım sarı kahkahanın müjdecisi olmuşta Sarı Kahkaha’nın çıkmasını beklemiş gibiyim. Şunu demeliyim ki öykülerde geçen Kamil karakteri o kadar gerçekçi ve o kadar içimizden bir şey ki; aklıma Sezai Karakoç’un “Suna dediysem sen, Leyla dediysem sensin” dizesi geldi. İçimizdeki beceriksiz kahramanları alt alta yazınca sütun, yan yana yazınca Kâmil oluyor.
Bana göre edebiyatın bir derdi olmalı, ya da derdi olan edebiyat yapmalı. Bir ülke düşünün, kapısını çaldığınız her evin bir bulaşık makinası, bir televizyonu, bir halısı, bir kahve cezvesi, bir çay bardağı, duvarında Zülfikar resmi, masada ekmek bıçağı ya da bıçağın bir masası olmayabilir. Ama herkesin mutlaka ama mutlaka bir öyküsü vardır.
Bakir öyküler sandığımız bu öyküleri Allah yerin satır aralarında birilerine bağışlamıştır. Sonra aklıma Kafka’nın kafesi geldi, sonra Murat Özyaşar’ın öyküleri. Bir öykü bir baba aramaya çıktı Sarı Kahkaha’nın satır aralarında. Öykü-yî Kamil yolculuğu dedim bu yolculuğa. Kitabın adının neden Sarı Kahkaha olduğuna cevabı kitabın içindeki bir öyküyle veriyor Murat Özyaşar. “Herkes ölüsünün ardından kahkaha atar, işte bu krizin işte bu kahkahanın adıymış sarı kahkaha”
Kitap kapaklarıyla oynanmayı pek hoş karşılamasam da; İki kapaklı bir kitap olması, benim yeterince ilgimi çekmeyi başardı. İlk kapağının sarı siyah, ikinci kapağın siyah beyaz olması bile gerçekliği tüm çıplaklığıyla görüp üzerini renklendirme çabamızdan başka bir şey olmadığını anlatıyor. Bu kitap sizi hakikate götürmeyecek, hakikati de yanınıza getirmeyecek. Bu şekilde bir hevesle alıyorsanız kitabı, hevesinize kursağınızda yer açın. Ama şunu diyebilirim; “Hakikatle aranızdaki bağı tekrar sorguluyor bulacaksınız.” Hakikat ’in mahalle aralarında nasıl top oynayan sıradan bir çocuk olduğunu anlayacaksınız.
“Kâmil, bu kadar mıydı senin derdin?
Niye, n’oldu ki?
Dün gece seni aradım cepten.
Ee?
Telefonunu annen açtı, ‘Kâmil uyuyor,’ dedi.
Ee, ne var bunda?
“Annesinden önce uyuyanların derdine inanmıyorum ben.”
Bizim kuşağın çıkmazından zarif hareketlerle sıyrılıveriyor. Diyarbakırlı olmanın verdiği sancıya dişini sıkarak öykülerine yediriyor. Slogan atmadan, zarafetle, Edebiyattan kopmadan, bu topraklarda yaşadığını da unutmadan, dozajında bahsediyor bahsedilmesi gerekenlerden. Bunu herkesin okuyabileceği bir ustalıkta yapıyor.
Hikâyelerde anlatıcı kimi zaman küçük bir kız, genç bir adam, bir ihtiyar olabiliyor. Tek bir hikâyeyi anlatan sinemadaki paralel kurguların tadını verirken, o aslında her bir hikâyede farklı şeyler anlatıyor.
Murat Özyaşar yıllar önce ilk kitabı ayna çarpmasında kendi öykü dili ile konuşmayı öğrenmiş kısa bir süre içerisinde bu teveccühü karşılık bulan bir isim. Haldun Taner Öykü Ödülü ve Yunus Nadi Öykü Ödülü’nü art arda kazanarak değişik seçici kurullar tarafından keşfedilmişti. Şimdi de Sarı Kahkaha kitap raflarında kütüphanenizi keşfetmeyi bekliyor.
Keyifli okumalar.
Feyzi BARAN
İZDİHAM