Ruhum sıyrılırken giyotinden kalabalıklarımdan arınmış geliyorum sana burası yaşanası yerler değil. Ama sıkıyorum dişlerimi sanki uzatınca ellerim değecekmiş gibi, sanki hiç uzak değil ayrılıklar. Birazdan rüya olduğu gerçeğiyle yüzleşecekmişim gibi. Değil. Bir araya gelmiş uzuvlarım ve tümü benim duyduğum bir çığlıkla kulaklarımı acıtıyor. Burası sağırlar ülkesi, burası körler şehri, burası neresi bilmiyorum.
Ben artık çoğu şeyi bilmediğimi fark ediyorum. Adı zıttını yansıtan bir düzen bu. Ruhumu kemiriyor, alışmaya çalışmak ve zorundalıklar. Ama seninle bütün dillerde aynı konuşabiliriz. Yazılan ve söylenen ve hissedilen tüm acılarda ve söylenemeyen ve bütün ağrılı gerçeklerde…
Seni duyumsuyorum.
Bu sefer dirilmeye inatla, tüm inancımızla varlığını gözler önüne sermek için hiçbir şeyin, sana yazıyorum.
Dökülmüş bir ceset vücudum, parça parça ve buz gibi keskin, sancılı. Acının yaşatıyorum evrenselliğini bedenimde. Ölçüyorum ağırlığını. Varoluş beni cezalandırıyor acı gerçeklerle. Hissetmenin yükü altında eziliyorum. Tanrının bazı insanlara kıyak geçtiğini düşünüyorum çoğu kez. Ama bazen hangisinin daha iyi olduğu konusunda tereddüt yaşıyorum. Bana doğru gelene solgun çiçekler atıyorum, biraz daha yok olmaktan kaçıyorum. Döngüsel ağrı ve yitik zamandan ayrı biraz daha bana kalan olsun istiyorum. Başka yok istediğim bu yaşam denen tragedyadan. Kalkıp kadehler dolduruyorum, sunuyorum sayın tanrıya. İçtikçe de güzelleşmiyor dünya, sövdükçe de her yerinden acısı akıyor.
Tanrı küstü diyor birileri, tanrı uyuyor diyor, tanrı unuttu… değil miydi Gregor’un üzerine atılan elma bizim itilmişliğimizin sembolü. Terk etti demiyor kimse öylesine içten bir ihtiyaç bu inanmak. Yine de içimdeki tüm insancıl çaresizliklere rağmen sığınıyorum, dünyadakilerden ve dünyadan sana.
İZDİHAM