Füruzan’ın Parasız Yatılı Okulu
“Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum
Yıkadılar aldılar götürdüler
Babamdan ummazdım bunu kör oldum”
Cemal Süreya
Türk öykücülüğünün, özellikle 1970’lerdeki en önemli sıçrayış yapan temsilcilerinden Füruzan’ın ‘Parasız Yatılı’ adlı kitabını incelemeden önce, o yıllardaki Türk öyküsünü kısaca incelemek gerekir:
Füruzan’ın öykülerini yayımlamaya başladığı, özellikle 1960 ve 1970’li yıllar, Türk öyküsünün kendini toparladığı ve gözle görülür derecede nitelikli eserlerin verilmeye başlandığı yıllardır. Bu olgunlaşmadaki büyük paylardan biri de Füruzan’ındır. Dönemin siyasi koşullarının da etkisiyle, bu alanda gerçekleşen kamplaşma, yazar ve eser bağlamında da görülmüştür. Örneğin, Mustafa Kutlu sağ kesimi temsil eden öykücülerden, Füruzan ise sosyalist anlayışı temsil eden öykücülerdendir. Ama sadece siyasi olay bağlamında yazılmış öyküler diyerek, bu dönemi kısıtlamak, o dönemki öykücülere de haksızlık etmek olacaktır. ‘Parasız Yatılı’, 1971 yılında yayımlanmış olmasına rağmen, öykülerin yazım tarihleri 1968, 1969 ve 1970’tir. Hal böyle olunca -bu kitap özelinde- birçok siyasi olaydan etkilenme olmamıştır (Örneğin 1971 muhtırası). Fakat Füruzan’ın, öykülerin içinde yoğun olmasa da siyasi görüşünü yansıttığı bölümler vardır. Bu durumu bu kitapta en çok ‘Su Ustası Miraç’ adlı öyküde görüyoruz. Füruzan’ın, 1970’li yılların başında yayımladığı öykü kitapları, eleştirmenlerce ‘durağanlaşan öykücülüğümüze yeni bir dinamizm kazandırdığı’ yorumuyla karşılanır. Gerek öykülerin konusu, gerek Füruzan’ın kullandığı dil, öykülerdeki kaliteyi ortaya net biçimde koyan unsurlardandır.
‘Parasız Yatılı’, 1971’de yayımlandıktan bir yıl sonra öykü dalında en önemli ödüllerden biri olan ‘Sait Faik Hikaye Armağanı’nı almıştır. İlk baskısı Bilgi Yayınevi’nden yapılan kitap, günümüzde Yapı Kredi Yayınları etiketiyle basılıyor. Üç bölümden oluşan kitapta; ilk bölümde üç, ikinci bölümde sekiz ve son bölümde de bir tane olmak üzere toplam on iki tane öykü bulunuyor.
Füruzan’ın öykülerine baktığımızda, öyküleri okuduğumuzda mutlu, sevinçli şeyler karşılamaz bizi. Hayat tarafından bir yerlere savrulmuş genç kızlar ve anneler en çok kullandığı kahramanlardır. ‘Parasız Yatılı’daki hikayeleri de okuduğumuzda; pişmanlık, yoksulluk, kasvet ve bazen de varlık içindeki yokluk hemen dikkatimizi çeker:
“Eski bir saraylı olan halasıyla, sofalı, çamlı, manolyalı evde kalmakta diretti. ‘Her erkek aynıdır’ derdi halası. Akşamları, Löbon’un kuytu masalarında çaylar içip, pötifurlar yiyordu. Kadıköy vapurunun lüks bölümünde, ipek çoraplarıyla otururken pırıl pırıldı. Kata bahttan yana yakınıyor, bir yandan da bir kısmet bekliyordu.”
‘Parasız Yatılı’da erkek karakterler çok az yer alır ve genellikle olumsuz bir imaj çizer. Ancak erkeğin, ‘evin direği’ olarak olumlu manada gösterildiği öyküler de vardır. Sadece ‘Münip Bey’in Günlüğü’ adlı hikayede baş karakter erkektir. Karakterler genellikle anne-kız veya kadınlardır. Füruzan’ın küçük yaşta babasını kaybetmiş olması ve hayatının hatırlayabildiği dönemlerinde bir ‘baba’ figüründen yoksun olması bunun sebeplerindendir. Anlatım tarzında iç monologlar ve diyaloglar geniş yer kaplar. Ayrıca sık sık geri dönüş tekniği de öykülerde kendini gösterir. Kitaptaki hikayeler, durum hikayesi olduğu için belli bir olay yoktur. İnsanların hayatlarından küçük bir bölümü veya -kitaptaki son hikaye olan ‘Haraç’taki gibi- çok büyük bir bölümünü anlatır yazar. Konu çeşitlidir; taşra-merkez çatışması (Taşralı), göç etmiş insanların bunalımları, çıkmazları, gurbet hayatı ve sıla özlemi:
“Mahalledeki çocuklar, bizi ister istemez, pis göçmenliğimizi unutup aralarına alır oldular. Gene de adımız ‘pis göçmenler’di. Oysa biz, oranın üstü başı en temiz çocuklarıydık. Eski ve yamalıydı giysilerimiz, ama kir olmazdı üstlerinde. Gün boyu sinemanın yanındaki arsada, koşmaca, saklambaç oynardık da boynumuz kararıp kirlenmezdi… Yengemin tek tutkusu burada da memleketlerinin törelerini ayakta tutmaktı. Temizlik, onların geldikleri yere olan bağlılıklarını kanıtlayan tek güç olmuştu.” (Edirne’nin Köprüleri), yurt dışına işçi göçü ve değişen sosyal yapı (Haraç), kitaptaki bazı öykülerin konularındandır. Öykülerinde tek bir konudan değil, iç içe geçmiş birkaç konudan bahseder yazar. Ön plandaki ana konunun gerisinde, bir kuşak çatışmasını veya bayındırlaşan şehrin insan ruhuna aksettirdiklerini de verir: “Bu evler eskidi. Şimdi betondan, sağlam balkonlu filan binalar yapıyorlar. İki oğlum dediler,
‘İstasyonun orada bir apartman ya a beton köşk alalım anne. Rahat edersin. İşi kolay. Baksana bu bizim evlere, ikinci katlar baştan aşağı mutfak. İki taraftan inen merdivenleri Döne bir temizlemeye kalkıyor, bir gün merdiven temizliği sürüyor.’
‘Yok ben istemem o yeni evleri.’”
Kitap, aslında daha ismiyle bize Füruzan’ın hikayeleriyle ilgili bir öngörü veriyor. Parasız yatılı olarak okuyan çocuklar, ailelerinden erken yaşta ayrılmak zorunda kalmış, yoksul kimselerdir. Kitaptaki öykülerin hepsinde bu isme uygun karakterler vardır ve hikayeler bu karakterler üzerinden ilerler. Kitaba ismini veren hikayede de durum aynıdır. Bir anne kızın hayatı, annenin gözünden anlatılır. Anne karakterinin, kızı üzerinden hayata bakış açısı, umudu, umutsuzluğu açık şekilde anlatılır. Kitabın en kısa öykülerinden olan ‘Parasız Yatılı’, aslında Füruzan’ın anlatmak istediklerini en net ortaya koyan öyküdür diyebiliriz. Füruzan’ın öykülerinde dış mekan tasviri ve karakter analizleri hem psikolojik hem de fiziksel olarak son derece kuvvetlidir. Bu hikayede de, öykülerinde anlattığı insanların gözlemini daha üst düzeyde gerçekleştirmiştir yazar:
“-Bizden de erken gelenler olmuş. Geç meç kalmış olmayalım?
Hademe giyimli bir kadın onlara doğru yürüdü, taşlı yoldan. Bezgin, alışık bakışlarıyla anne, kızın üstünden dışarıda bir şeye bakıyordu.
Anne, saygıyla sordu:
-Geciktik mi acaba? Çocukların çoğu gelmiş.
Hademe kadın ilgisiz, -Parasız yatılı imtihanlarının çocukları hep erken gelir. Hiç gecikmezler.
Çocuk annesinden ayrıldı.
Kıyısı duvarlı taş yolda yürümeye başladı.
Hademe kadın, görmedikleri bir iskemleyi görmedikleri bir çatının oraya çekip oturmuş, yün örmeye başlamıştı.
Çocuk, dönemeçte arkasına baktı. Dış kapıda annesi yağmurun altında, gülümseyerek duruyordu.”
Kitabın son bölümündeki öykü olan ‘Haraç’, ayrı bir değerlendirmeyi hak ediyor bana göre. Kitabın en uzun öyküsü olan ‘Haraç’ta yazar, açık bir dil, sade bir üslup ve yoğun bir anlatım kullanmıştır çoğu öyküde olduğu gibi. Füruzan’ın dili, ilk okuyan için biraz zorlayıcı olsa da, okudukça kendini açan bir tarzdadır. Okur, okudukça anlar ki başlarda zorlandığı şey aslında öykülerin dili değil, anlatımın yoğunluğudur. Bu hikayede konu olarak diğer öykülerden farklı bir şey görmeyiz aslında. Anne-babasından hiç haberi olmayan ve küçük yaşlarda zengin bir konağa verilen Servet hanımın, altmış yaşlarında evine giderken geçmişe dönüp hayatının muhasebesini yapması anlatılır. Hikayenin zamanı milli mücadele yıllarına kadar dayanır. O dönemdeki insan ilişkilerini, değişen sosyal yapıyı, eski hayatın bitmesi ve yavaş yavaş alafranga hayat tarzının başlaması, konak hayatı üzerinden başarılı bir şekilde resmedilir: “ ‘Ne hanımdı görsen,’ demişti Gülendam Kalfa. ‘Paşa, hünkar yaveri olduğundan el etek öpmeye gelenleri ağırlamaya adam yetiştiremezdik. Giderlerken gaz boyaması küçük keselerde ihsanlarda bulunurduk. Eee onlar da bir gündü. O devran çook başka bir devrandı. Artık buraların sefa sürecek hali kalmadı. Nişantaşı’na geçmek zamanıydı doğrusu, efem.’
Değişen hayat tarzıyla birlikte, bireyin psikolojisini baş karakter üzerinden başarılı bir şekilde yansıtan yazar, bu hikayeye eklemlediği yurt dışına göç olgusuyla birlikte, yalnızlık duygusunu ‘sokak’ üzerinden okura aktarıyor. Geriye dönük anlatım tekniğini burada da görmek mümkün: “O kadar yalnızdım da yine de sokağa çıkamazdım. Zaten kim çıkardı eskiden? Ne Şemsitap, Ne Gülendam Kalfa, ne de ben. Şehime Hanım’sa bizden değildi. Konağın törelerine bir o uymazdı. Onun gidip kalacağı bir yeri, tanışları vardı.
Şimdi sokaklara çıkıyorum da ne oluyor! Görüyorum işte. Benim gibi kaygılı insanlarla dolu her yan. İnsanlar, bence şanslarıyla doğarlar. Şansım olsa, hiç değil, kimin nesi olduğumu bilirdim. Oğulcuğum beni bırakıp Almanyalara gitmezdi. Gidip de o parlak kartları atmazdı. Gene de iki söz edecek insanım yok.”
Yine baş karakter Servet hanım üzerinden kimlik karmaşasını ve insanın değişmesini, sosyal-demografik yapıyla harmanlayan yazar, bazı dönemde yaşanan kritik noktaları ve ‘geçmişe takılıp kalmayı’ bu hikayede çok iyi bir şekilde okura aktarıyor.
Füruzan, insanı çok iyi resmeden bir yazar. Sadece kişi tasvirlerinde değil, parçalanmış veya parçalanmaya yüz tutmuş ailelerin tablosunu da çok iyi yazmış ‘Parasız Yatılı’da. Hikayeler üzerinden anlatılan sosyal hayatın ise, dönemin ruhunu yansıttığı inkar edilemez bir gerçek. Yoksulluğun getirdiği varoluşsal problemler ve eskide kalmış belki bir aşk, belki bir baba, belki bir kardeş, yazarın hayatından kesitler taşıyordur diye düşünüyorum. Çünkü, kurgu olamayacak kadar gerçek hikayeler bunlar.
Mehmet Akif Öztürk
İZDİHAM