Gece yolcuları: Büyümeden Hemen Önce Yazılan En Kısa Aşkın Masalı, İçten
Şahitlerden; nilüfer ağacı:
Öğlen miydi?
hayır,
öğlen sıcağında dışarı çıkılmasına izin vermez anneler.
Öğlen güneşleri yasaklı iki genç çocuktu onlar
evden kaçmış, başlarına ay geçen iki genç çocuk
karanlığı paylaşmayı seven, bunu kimseye söylemeyen,
söylemeden seven
sevdikçe mahkemelerde yaşlarına sahte yeni yaşlar ekleyen
iki genç çocuk.
Ay çoktan vurmuş kıpırtısız göle
görmemişler sazlıklardan yükselirken ayı.
Bir tek kurbağalar kızmış uykularını bölen ışığa,
başlamışlar bağırarak göğe sıçramaya.
Bunlar olurken göldeki gizlide
tüm sesiyle
sazlıkların arasında uykularından kaçan bir oğlan bir kız
iki genç çocuk.
*
Şahitlerden; olmayan geminin yardımcı kaptanı:
Oğlan
şaşkın, işaret parmağı havada asılı, dudakları yarım açık,
gözleri fal taşı, tüm şaşkınlardan farklı bir tatlılık
saçındaki bukleleriyle baş kaldırıyor geceye
Kız
oğlanın saçına çarpan kurbağa çığlıklarına bakıyordu:
“Bir dakika dur; bir şey takılmış saçına.
Böylece tanıştılar kağıttan geminin güvertesinde.
Oğlan
katlıyordu cebinde tuttuğu kağıtlardan, gemileri kağıtlardan
son katta yelkenine üflüyordu nefesini,
nefesinde büyülü ne varsa
hareket ediyordu gemiler durgun suda
can veriyordu o yaşında elindeki küçücük kağıtlara.
Önce fazlalıklarını koparıyor
kestiği yerden kaça katlıyorsa katlıyor
-ki kız saymaya çalıştı kaç kere, o zaman anladı hesap yapamadığını-
üflüyor
güzel bir gülüşle uğurluyordu gemileri
son geminin yelkenine üflemeden önce
kızın ellerini aldı ellerine
kaldırdı kağıttan gemiyi kızın dudağına.
Nefesleribirleştikağıttanbiryelkende.
Oğlan
kızın avucuna bıraktı gemiyi
kız
durgun suya
nefesinde oğlanınki gibi bir büyü vardı, vardı ki bu gemi yol aldı.
Uzaktan
gözleriyle yazdı yelkenine kız,
beklemediğimiz bir zamanda geri gel bir gün dolunayda,
geri dön bedenlerimizin öz suyunda
-yeminini bıraktı göle, ne kendi bildi bıraktığı yemini
ne gülerek onu izleyen
oğlan
güldüler sadece gözleriyle, aydan parlaktı gözleri
(Buraya kadar her şey kızın düşüydü. Oğlana baktı biraz utangaç.
Biraz: yanakları kızartmayacak kadar – oğlana baktı
ilk defa konuştu dilek ağacına astığı kırmızı-
aynı zamanda mıyız düşlerimizde: biraz da sen anlatsana,
ne yaptı bu iki genç çocuk?)
*
Şahitlerden; böğürtlen ağacı:
Oğlan
öğlen de gelebilirdi göle, annesi bir şey demezdi
geceyi seviyordu, görünenlerden çok görünmeyenleri
gemiler
gecelerin sessizliğinde yol alan sırlı sandıklar.
ay ışığı… biraz yakınında biraz uzağında sessizce oturan kız,
oğlan
bukleleriyle boğuşurken başını mecburen eğdiği gölden izliyor
kafasını kaldıramıyordu
Kızın
dümdüz saçları, mavi,
ayın işlemeli çerçevesinde vuruyor göle düş. Oğlan;
bu yüzden peri sandı yanındakini.
Kız
gözlerinde badem, dudaklarında böğürtlenler
yanaklarında oğlana aynalardan tanıdık gelen gülüşler…
Oğlan doğruldu
çenesini, yavaşça havaya diktiği sol dizine dayayarak
cebinden çıkardığı kırışık kağıtlar, toprağa değen dizleri
“gemi yapıyor, içine kendimi koyup uzaklara uğurluyorum”
demek istedi kızın elini saçında hissettiği anda.
Demedi.
Elindeki kağıdı katladı.
Kızın dudakları oynuyordu oğlan kağıtları katlarken.
Sayıyordu
kağıtların kaç
kere katlandığını.
dudakları kıpırdadıkça hafifçe ezilen böğürtlenlerin kızıllığı…
Oğlan
gemileri suya bırakırken nefesini üflüyor onlara
nefesinde tüyleri yeni biten bir oğlandan şiirler…
Gemiler şiir taşıyordu uzaklara.
Kız ne sanmıştı acaba?
Son katladığı gemiyi suya bırakmadan önce oğlan, kızın gözlerine baktı-
acı bir çift badem kokusu-
“Şiiri var mıdır bırakacak geceye?”
Kızın ellerini avucunun içine
iki küçük serçeyi birbirine ezdirmeden tutmak ister gibi
Kız
oğlanın nasıl yaptığını izlemişti
yeni yaşının mumlarını oğlanla aynı anda üfler gibi.
bıraktı kızıl nefesini
yelkenine
Oğlanın nefesi karıştı
ilk defa bir ağaca
böğürtlenleri düşündü
yarın buradan gitseler de
ertesi gün
daha ertesi
haftalar
aylar
yıllar sonra
seslerinin kavuştuğu bu yerde tekrar buluşacaktı dudakları:
-Biliyor musun, dedi oğlan. Gemiler şiir yüklüyse durur zaman.
Biz hep çocuk kalacağız kağıttan güvertelerde.
Aynı düşteyiz der gibi gülerek
çizgili gözlerinin derin mağarasından elini uzattı. –
*
Şahitlerden; yer elması:
Kız
yanaklarından elmalar dağıtarak gülüyordu
oğlan gördü; bir durgunluk
bir durgunluk kızın yüzünde:
seğiren bir dalgaydı titrek çenesi
içinde nice denizcilerin mektuplarını taşıyan şişeler,
bir sürü hayat yaşamış hüzünlü bir yüz…
Onlu yaşlarına bakmadan başkalarının ellisine
altmışına,
yetmişine uzanmış.
Yine de
yüzünde mutlu bir dudak katlanışı
kıvranmaya başlamıştı bedeni.
Oğlanın şeklini almaya çalışıyordu:
-Önce üstüne oturduğu sol bacağını dizinden kırarak havaya dikti. Sonra tıpkı
oğlanınki gibi çenesini havaya diktiği dizine dayadı. Çenesinden destek alarak
boynunu oğlanın yönüne kırmış, eksik yaptığı bir şey olup olmadığını
araştırıyordu gözleri-
Oğlan ilk defa kendisine benzemeye çalışan birini…
Kız oğlanın gözlerinin içine bakarak göle bıraktığı son yelkenli.
Biliyor musun, biz buluşacağız
yirmimizde
otuzumuzda
kırkımızda
ellimizde
altmışımızda
yetmişimizde
ve nefesimiz tükendiğinde, tükenmeden hemen önce.
Biliyor musun, biz canımızı birbirimize emanet edeceğiz yaşlarımızın katlarında.
Kız bunu demiş, oğlan da bütün yaşlarını kıza emanet etmiş:
gemiler bilir, sessizce.
*
Şahitlerden; bin gece dinleyip bir gece anlatan:
Bunlar kızın düşü değildi oğlanınki de
her masalda olduğu gibi anlatıcı karışmıştı meseleye
anlatıcı, şair inceliğinde
alnının açıklığını mavi göğe bırakarak ve bırakmadan önce
suyun gümüşünde
temizleyerek anlatacaktı masalın geri kalanını
olmamışlardan kuracak
olanları bir kenara fırlatacak
emrindeki kurtlara gömülmeleri emrini verecekti:
bekleyişlerinde birbirlerini siyaha boyamasınlar diye
anlatıcı
yaşlı bir papaz gibi,
günah çıkarmadan uzatacaktı şarapla ekmeği
tam aralarına oturup bir kıza bir oğlana bakarak,
sazlıkları dinleyerek ve geceyi onlarla paylaşarak
kızın da o gece batan gemileri gördüğünü söyleyerek.
dalgıç değildi kız, batıkların define avcısı da!
önceki gemileri için ağlamayacaktı oğlanın,
birlikte çıkacakları yolculuklar için gülümseyerek
anlatacaktı
gündüz bulutlarda gece yıldızlarda gördüklerini.
*
Şahitlerden; akrep, yancılardan yelkovan
Oğlan
kolunu yokladı. Saate bakacaktı
-hiç olmamıştı-
düşünüyordu:
bir zaman sonra kız… saçma masallar, camdan ayakkabılar…
bir türlü o uzun merdivenden düşmeden
gitmek zorunda olanlar
ya da maviydi saçlar
“Saatini mi kaybettin?”
:Böğürtlenler konuşuyordu.
“Hiç saatim olmadı ki.”
“Benim oldu.”
– ağır yük bileklerinde-
Oğlan kızın elini avucunda tutarken
tutsaktı serçelerin göğsünde saliseler
saliseleri şahitliğe bundan yazmadılar.
İnceydi bilekleri, kimseyi yaralamayan ayva dalı
Isırılmış et, içi boş saat
Akrebi şahitliğe, yelkovanı yancılığa yazdılar.
Kız
kıpırdanmaya başladı.
Oğlan
onu utandırdığını sandı. Çekti gözlerini.
Çekmeseydi
rüzgâr çıkacak
kızın ayakkabısındaki çiçeklerden
hiç değilse biri
tohumlarını oğlanın yüzüne bırakacaktı.
Oğlan da başladı karnındaki kurtlarla kıpırdanmaya.
Saklayacaktı:
her şeyin altında tüm fosforuyla patlayan bir çift sarı ayakkabı.
*
Şahitlerden; adı unutulan çiçek, duyulmayan ıslık:
Hiç çıplak ayakla bastın mı toprağa, dedi kız
ayaklarına bakmadan oğlanın, gözleri göle yaslı.
Çok!
Peki hiç gece ayın altında nemli toprağa?
Hiç!
Çapraz döndü oğlan
aralık bıraktığı dudaklarındaki tatlı şaşkınlıkla
göstermeden çıkaracaktı ayaklarındaki
kımıl kımıl fosforlu balığı.
Kız
o ne yaptıysa yine aynısını-
çapraz döndü ve ayakkabılarını çıkarmaya koyuldu
ayakkabılarının yüzünü biraz nemli toprağa
biraz da çimenlere sürterek.
Küçücük hile, ne olacak her şey bilinmese!
İkisi de yanına bıraktı ayakkabılarını
kimse kimseninkini görmeyecek
ilk adımlarını o gün orada atacak iki bebek
kalktılar ayağa – ürkek –
Elleri birbirini buldu birden havada
dengesini yitirenin aceleyle tutunduğu soba
Kız
bir şarkıyı tuttu ucundan sürükledi yürüdükleri yola.
Oğlan
kısa bir süre kıza baktı dudaklarının arasındaki ıslıkla
Kız
oğlanın yüzüne bademden izler kondurdu gülerek
hiç seslenmediler birbirlerine isimleriyle
çok bilmekten unutan baykuş kırıyordu konduğu dalları.
Gecede hangi çocukların sesleri asılı kaldıysa
başlangıçlar da sonlar da onlara benzedi.
*
Şahitlerden; masalsı gececi kelebek:
Yanılıyorsunuz, dedi bin bir renk kanatlarıyla uykusuz kelebek
-uyursa ölecek-
Onları bir araya getiren bu yer
yeşilliklerle çevrili uzun yollarıyla
çeşit çeşit ağaçlarıyla
başka yerlerde görülmeyen canlılarıyla
ay ışığında parlayan rengârenk çiçekleriyle
denizin küçük kardeşini andıran bir göl kenarı değil.
Birkaç ağaç, bolca sazlığın çevrelediği küçücük bir göl
ikisinin de farkında olmadığı.
Yürüyorlardı
dünyanın çevresini tutarcasına.
Kız
kaç tur attıklarını yine sayamıyor
dünyada nesli tükenmekte olan tüm duyguları geçtikleri yollara yazıyordu.
Oğlan
bu gece burada kaç tur attıklarını ayrı
kaçıncı adımda olduklarını ayrı sayıyordu.
Küçücük bir göl çevresinde avuç içleri birbirlerine emanet
dünyalarca sessiz yürüdüler.
Ayaklarında toprak tonlarının bıraktığı desenler
desenlerde yaşlar
birikecek yalnız yıllar… Desenlerde
aşk için yumruğunu açan eller
avuçlarda öpüşen hayat çizgileri
-Bunlar şahitlerin anladıkları. Kızla oğlan ne anladıysa tutuştu
kağıttan gemilerde, söndüremedi durgun sular-
*
Şahitlerden; yanık ağzıyla konuşan büyücü:
O gece depremlerin sallayamadığı
suların söndüremediği
büyücülerin değneklerini sakladığı
delilerin delilerden korktuğu-akıllıların boğulduğu-
sevgisizlerin yüzünün solduğu; o gece ışıkların aşka vurduğu
yıllarca gömleklerin sol cebinde saklanacak
nefessiz kalındığında koklanacak o gece…
Geceyi sessiz çığlıklarla yırtarak önce göze
nasıl ama nasıl utanarak dudağa serinlik değen-
bir kız, bir oğlan
kurbağalar susmuş
sazlıklar rüzgâra meydan okumuş
her yer ıslanmış usulca, ayaklar çamura gözler göğe
yollar sona varmış
varmış vedalardan öpüşler iki çocuktan iki genç âşık doğurmuş
titreyerek ayrılmış dudaklar
mavi saçlı kızın yüzünün sağındaki bademden acı süt
şair oğlanın yüzünün solundaki derin çizikten bir damla yaş akmış
tamamlanmışlar aşkta, ayrılığın sancısıyla
elleri havada kalmış: hoşça kal.
Oğlan
uzun uzun izlemiş kızı uzaklaşırken.
Kız
çıplak ayaklarının topuklarını her kaldırışında
adım adım minik tebessümler bırakmış arkasında
gece yarıya değmiş, gök ağırdan ışımaya
gün doğmadan ısınmış sular gitmişler.
*
Şahitlerden; kalanlar:
Gidenle her şey gidermiş:
kurbağalar, cırcır böcekleri, sazlıklar…
Ay, ışığını çekmiş gidenlerle
kaybolmuş gece ıssızlığında âşıkların
göl günlerce yas tutmuş, kağıttan gemileri batırmış inadına
yıllar sancılarla
yıllar ne zaman ne doğuracağı bilinmeyen gebe.
-İki aşığın ayakkabıları unutulmuş ağaç altında
eskimiş yıllarca.
İki âşık çıplak dönmüş geceden sabaha.
Papaz ölmüş
oğlan savrulmuş
kız savrulmuş, yıllar geçmiş
hiç geçmemiş
büyücülerin kazanlarına sıkıştırdıkları iki dal parçasında-gölün durgun suyunda-
ayın ışığında-anlatıcının gizeminde-
kızın da oğlanın da düşlerinde
bir gece…
hayat devam etmiş göl kıyılarında ellerini pantolon ceplerine saklayarak
ne olmuş kendileri de bilmemiş
rüya mıymış gerçek miymiş bilmeden kapamışlar gözlerini
*
Şahitlerden; uzaktaki o kayıkçı Kharon:
Oğlan sessiz şiirler yazmış
son şiirinde tutmuş ya da bırakmış kızın elini
kız bu son şiiri aramış
kapamış gözlerini, uzun bir nehirde sessiz gemi