Türkiye’nin ikinci kuşak felsefe profesörlerinden Nermi Uygur, Yaşama Felsefesi isimli deneme kitabında insanların genelde felsefeye korkuyla karışık bir saygı ile yaklaştıklarını belirtir. Bu yazı, pek çok insanın kimi zaman dolaylı, kimi zaman doğrudan karşılaştıkları klasik ve güncel temel felsefî sorulara verilmiş türlü yanıtların kısa özetlerini içeriyor.
Bir simülasyon içinde yaşıyor olabiliriz.
Code Conference organizasyonuna “Gerçeklik tabanında yaşıyor olma olasılığımız milyarda bir,” cümlesiyle damga vuran teknoloji dünyasının başarılı isimlerinden; Tesla, SpaceX ve PayPal firmalarının sahibi Elon Musk sayesinde hakikat ve simülasyon ayrımı problemi yeniden gündeme geldi.
Musk’ın cümlesinin de temelinde yatan düşünce, Oxford Üniversitesi’nden Nick Bostrom tarafından 2003 yılında Philosophical Quarterly dergisinde yayımlanan ‘Are You Living in a Computer Simulation?’ adlı makaleyle yeniden gündeme gelmişti. Bostrom, makalesinde önce ‘posthuman’ olarak isimlendirdiği insanüstü varlıkların gerçekten varolup olmadıkları üzerine tartışıp sonrasında ise sınırlı teknolojik imkânlarımıza rağmen bizler bile gerçekliğe yakın video oyunları ve simülasyonlar üretebilirken olası insanüstü varlıkların yarattığı bir simülasyonun karakterleri olabileceğimiz fikrinin olanağını araştırdı. Bostrom’un inşa ederken istatistiksel verilerden de yararlandığı düşüncesini Alman fizikçi Silas Beane’in evrendeki en küçük elementlerin kod gerçekliğindeki birler ve sıfırlar olduğuna dair inancı da destekliyor.
Bireyin zihni dışında var olan hiçbir şey yoktur.
Çağlar boyu felsefenin en temel sorularından biri olan “Bir şeyin varlığını nasıl kanıtlayabiliriz?” sorusuna verilen yanıtlardan solipsizme göre “ben” dışında olası bir gerçeklik, varlık yoktur. “Özne”yi tek mutlak varlık olarak kabul eden bu düşünce; ontolojik tartışmaların gidebileceği yolları büyük ölçüde tıkadığından genel olarak bir dünya görüşü olarak benimsenmese de varlık konusu üzerine çalışan Descartes gibi düşünürler solipsizmi bir araç olarak kullandılar.
Algıladığımız her şey gerçekliğin gölgesidir.
Klasik felsefedeki iki ana kavram çerçevesinden biri olan idealizmin temel aldığı bu düşüncenin kökleri “aslında bütün bir felsefe tarihinin kendisine düşülen dipnotlardan ibaret olduğu” iddia edilen Platon’a dayanır. Bu büyük Antik Yunan filozofu hakikati tartışırken algısal dünyanın yalnızca gerçekliğin gölgelerinden oluştuğunu, mutlak varlığın “form” adını verdiği bölünmez, kusursuz ve tek tasarılar olduğunu iddia etmiştir. Platon mağara alegorisinde insanların gerçeklik olarak varsaydığı şeylerin formlardan pay alan yanılsamalar olduğunu ve formların yani gerçekliğin algısal yolla bilinemeyeceğini de savunmuştur.
“Şimdi” dışında hiçbir şey yoktur.
Zamanı sonsuz sayıda “şimdiler bütünü” olarak gören “presentism” düşüncesine göre geçmiş ya da gelecek, bir gerçeklik payı olmayan hayâli kavramlardır. M.S. 354-430 yılları arasında yaşayan Hıristiyan teolog ve filozof St. Augustine’e göre geçmiş ve gelecek, zaman konsepti içinde düşünülemez.
Modern Budist düşünceyi de etkileyen bu görüşü modern Budist okulun temsilcilerindn Fyodor Shcherbatskoy şöyle ifade ediyor: “Geçmişteki ve gelecekteki hiçbir şey gerçek değildir, hepsi hayâl ürünüdür; tek ve kesin gerçek fiziksel etkileşimlerin şimdisidir.”
Geçmiş, şimdi ve gelecek, hepsi şu an gerçekleşiyor olabilir.
Zamanın ontolojik doğasını araştıran zaman felsefesi alanına dahil edebileceğimiz “presentism” anlayışının tam tersi kabul edilen “eternalism” iddiası ise tüm zaman birimlerinin eşit derecede gerçekliğe sahip olduğunu öne sürer. Bu düşünceye göre her zaman birimi gerçekten ve kendisinde vardır. Şu an, tam olarak şu anda yaşanmıştır, yaşanıyordur ve yaşanacaktır; bunu nasıl algıladığınız, olayların dairesel zaman çizelgesine nasıl baktığınızla ilintilidir.
İZDİHAM