soyu ne kadar da kalabalık şu ölümün
kime baksam akrabam, kimden dönsem zifir
kerpicine küsmüş yorgun evlerin içinde
duvarda unutulmuş bir ceket gibiyim
acemi bir bıçağın gövdede bıraktığı iz olmalı aşk
bol şerbetli bir tedirginlik, yağmursuz bir iç avlu
adım adım denize doğru kayan bir ağaç
üzerine basılmış bir bahçe hortumu gibi içim
ses gelmiyor kendi dilimden
geceden daha ağır akıyor her şey
ucuna ip bağlayıp uçuruma sürüklediğim gökyüzü
ve suyun dibini bulmak içinmiş onca keder
ey kalbime yatıya gelen kör kötümserlik
kanatlarında rüya taşıyan kırlangıçlar nereye gider
işte gün! elleri yara bere içinde adaçayı toplamaktan
hamakta sallanan boşluk, kızgın taşlara düşen damlalar
aramızda bir kemanın yavaşça kopmuş teli
şimdi deniz manzaralı bir intiharla avutuyorum gözlerimi
seninle ne çok benziyoruz birbirimize
içinde canavarların çiftleştiği koca sessizlik
beyaz tende siyah ter gibi kalıyoruz sabahın ayazında
ve bir atın sırtında uzaklaşıyor gelecek
ağzım, benim bakımsız hayvanım
korkma! sana küstüğümü hiç kimse bilmeyecek
Gökhan Arslan, Akatalta 167
İZDİHAM