Rüyamda her şey oluyorum: Güzel bir karısı olan iş adamı, şöyle en fiyakalısından bir arabam da oluyor. Beni görenler aralarında konuşuyor.
“Fiko büyük adam olmuş.” diyorlar, ama ben büyüklük taslamıyorum onlara. Fiko parayı buldu da kendini bozdu, demesinler.
Ah bir düşsem düşüme… Sokaklar ahtapot gibi, sokaklar her şeyin dışarısı. Yaralı hayvanlar gibi böğürüyorsun, kimse görmüyor. Sokaklarda insanların yüzlerine; vitrinlerde kendi yüzüme bakıyorum: Herkes mi kötü oğlum, yoksa sen mi?
Yüreğini kim ovuşturacak?
Ah Fiko, koca bir yalansın görünmeyen… Doğum günümmüş. “İyi ki doğmuşsun Fiko.” diyorlar. Mutfaktan annem geliyor elinde pasta ile. Üfle, diye bağırıyor herkes. Üflüyorum. Uyanıyorum. Annemin sesi hala sokaklarda, üfleyiverse gidecek bütün dertlerim. Uyuyunca her şey oluyorum, uyanınca kötü.
…
Eskiden takıldığım bir mahalle vardı. Senin gibi güzel abiler sakal atınca Laz bakkala giderdim: Kemal Bakkal. Ona gider, ekmek arası kaşar yanına kola alırdım. Parayı tam veriyorum, öyle kesik atmıyorum; veresiyede yazdırmak yok bende.
Bu Kemal Bakkal var ya abi, kaşarı jilet gibi ince kesiyor. Hayret edersin görsen, o kalın bıçakla bunu nasıl beceriyor, namussuz…
Kafayı taktım buna, bir gün dedim bizim arkadaşa: “Gel benimle!” dedim. Gittik pusuya yattık. Arkadaş kolluyor. Bir ara Kemal Bakkal, kahveden sipariş gelen tostu götürdü. Ortam müsait. Bizim arkadaş sinyali çaktı bana. Daldım bakkala, tekerlek gibi kaşarı kaptığım gibi topuk! Arkamdan bağrışmalar: “Yakalayın hırsızı!”
Arkama döndüm, baktım. Üç beş kişi domuz gibi bana doğru koşuyor.
Oğlum Fiko, dedim, canını vereceksin bu kaşarı vermeyeceksin.
Tekerlek gibi kaşar koltukaltımda.
Ara sokaklara dalıp çıkıyorum. Epey sürdü böyle kovalamaca. Adamlar arkamdan bağırıyor: “Hırsız! Yakalayın, kaçmasın.”
Ama kimsenin cesareti yok bana yaklaşmaya. Freni patlamış kamyon gibiyim. Adamlar arkamda. Geri dönüp bakayım, derken tökezleyip düştüm. Kaşar elimden fırladı, başladı bayır aşağı yuvarlanmaya. Bu sefer bende kaşarı kovalıyorum, ulan kaşar insan değilsin, ya illa bir yerde duracaksın.
Gözüm kaşarda, artık arkama bakmıyorum. Gitti kaşar, yuvarlandı kaşar, kaldırıma toslayıp yan yattı kaşar. Yakaladım kaşarı, onlar da beni.
Etrafımı sardılar. Kaşarı almışım koltuğumun altına, baktım vaziyet ciddi. Elimi hızlıca attım cebime, benim yavrum kelebeği şak diye açarsın, önce kelebek parladı, sonra bunların gözleri; korkudan.
Dedim “Anam avradım olsun, deşerim hepinizi. Gidin söyleyin o ibneye; bir daha jilet gibi kaşar kesip millete vermesin.”
Biri diklenir gibi oldu, salladım kelebeği boğazına doğru, baktılar iş ciddi, Fiko’nun şakası yok, dağıldılar. Can tatlı, nasıl gitmesinler…
Sonrası mahallede bizim adam babalara kaşar bayramı. Aklıma geldikçe gülerim Kemal bakkalın hâline: “Ula yakalayın, kaşarım gideyi!”
…
Geçenlerde kahvenin önündeyim, televizyonda savaş var, film değil gerçek abi, ben önce film sandım, meğer habermiş. Bombalar patlıyor ağlayanlar kaçanlar falan. Abi çocuklar da var. Adam olan, çocuklara bomba atar mı? Olduğum yere çakılıp kaldım. Ben böyle bir şey görmedim. Film gibi ama değil, hepsi gerçek.
Millete baktım; kimsenin umurunda değil. Zaten kafam dumanlı. Daldım kahveye.
“Ulan ibneler, çocuklar ölüyor, çocuklar!”
Kimsenin gıkı çıkmıyor. Çıksa deşeceğim şerefsizim hepsini. Bir ara kahveci yaklaştı, baktım diklenecek. Şak diye açarsın kelebeği.
“Ulan!” dedim “Hepinizi gebertirim burada.”. Sonra dedim, oğlum Fiko, esas bunlar ölmüş sen insan olduğuna şükret. Kimseden bir şey bekleme, insanlar zaten ölü.
O günden beri zengin hayaller kurmuyorum abi. Uyuyunca da artık kötü oluyorum.
Gökhan Begen
İZDİHAM