İnsanın kendisiyle yüzleşmesi giderek zorlaşıyor. Çünkü hepimiz o kadar büyük bir boş meşguliyetler döngüsünün içinde esir durumdayız ki dönüp kendimize bakacak vaktimiz olmuyor.
“Hakkınızdaki kötü ihtimalleri azaltmak için” dedi beyaz saçlı adam, “içinizdeki iyi ihtimalleri çoğaltın.” Bağımlısı haline geldiğimiz çeşitli araçlarla anlama ve düşünme biçimimizi önce yüzeyselliğe mahkum ettiler, sonra tamamen değiştirdiler.
Her birimiz kendimizi hayatın birer jüri üyesi gibi hissetmeye başladık. Sürekli birilerine, bir şeylere dair yargılarda bulunuyor, başka insanları, başkalarının davranışlarını, başkalarının hayatlarını puanlayıp duruyoruz.
Efendimiz (s.a.v.) her şeyin olduğu gibi bu meselenin de esasını ortaya koymuş: “Suizan etmeyin. Suizan, yanlış karar vermeye sebep olur. İnsanların gizli şeylerini araştırmayın, kusurlarını görmeyin, münakaşa, haset ve düşmanlık etmeyin, birbirinizi kardeş gibi sevin, çekiştirmeyin. Müslüman, Müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, yardım eder. Onu kendisinden aşağı görmez”. Bu hadis-i şerif Buhari ve Müslim’de zikrediliyor.
Ne kadar çok insanı, kötülükle, eksiklikle, bozulmuşlukla etiketleyip mahkum edersek, o kadar temize çıkartıyor sanki bu bizi. Kolayca ortamlara akıttığımız yargılarımızın gerçek bir dayanağı olsun ya da olmasın… Yargılamamız bir şahitliğe dayansın ya da sadece gerçekliği şüpheli bir tevatürden türetilmiş olsun, bu pek bir şeyi değiştirmiyor artık bugün. Hastalık gibi her yana yayılan bir çürüme bu; bulaşan herkesin kalbini karartıyor.
Dilimizle söylediklerimizle parmak uçlarımıza söylettiklerimiz arasında ne fark var? Dilimizi tutup parmaklarımızı serbest bıraktığımızda kelimeler aleyhimize şahitlik etmez mi sanıyoruz? Dilin cürmü, kabahati oluyor da, klavyeler ve ekranlar günahtan berî mi sanıyoruz?
Nefsimizin en sevdiği oyun saklambaç olmalı, kendini hep başkalarının ardına saklıyor.
“Ben insanların her söylediğine safça inanıyorum” dedi sağ tarafta oturan. “Bu çok iyi bir şey” dedi soldaki, “demek kötü düşünmeye kabiliyetin yok!”
Yeryüzünde bir tek insan kaldığı ve onun da kendisi olduğu vehmiyle yaşıyor kimileri.
Armudun sapı, üzümün çöpü… Lezzetten mahrum kalanların dilinden düşmeyen tekerleme…
“Ey akıl sahibi! Gül, dikenle beraber bulunur. Senin dikenle ne işin var? Gülü demet yap… Eğer tabiatında daima ve yalnız kısırları görmek varsa tavus kuşunda çirkin ses ve ayaktan başka bir şey göremezsin” buyuruyor Şeyh Sadî hazretleri, rahmet olsun.
Güzelliği hep başkalarında arayıp bulan, farkında olmadan her hücresi güzellikle dolan insanlar da var.
“Her bir zerrenin kalbini yararsan eğer, görürsün, orada bir güneş varmış meğer” diyor Hâtif İsfahânî, rahmet olsun.
Düşün ki buğday biçmek için illa ki tohumunu ekmek gerekiyor, ama ayrık otları ekmesen de kendiliğinden çıkıyor.
“Daima hayrı arayan ol ki,” dedi meczup, “o çoktan bulmuş olsun seni!”
Gökhan Özcan, Yeni Şafak
İZDİHAM