Site icon İzdiham Dergi

Gündüz Rüyası, Gülden Bayraktar

Derin bir nefes aldıktan sonra elimdeki telefonu usulca masanın üzerine bıraktım,
vestiyerde asılı hırkamı alıp dışarı çıktım. Merdivenleri nasıl indiğimi hatırlamıyorum.
İçime dolan uğultudan bir an önce kurtulmak istiyordum. Sokağa çıktığımda avazım
çıktığı kadar bağırmak geldi içimden, yeltenmedim de değil ama vakit akşam üstünü
çoktan geçmişti. Sokak lambalarının aydınlattığı yol boyunca yürüdüm. Tanıdık
kimseye denk gelmemek için kapüşonumu iyice çekmiştim. Ellerim cebimde, sokağın
ıssız tarafından amaçsızca yürüyüp gecenin içinde kaybolmak istedim.

“Bahar, ah
Bahar”

Şu anlaşılmaz dünyamın içinde bir senin beni anladığını düşünürdüm. Ne olsa
koşar sana anlatır, seninle çözümlenir zannederdim. Zan diyorum evet sadece benim
zannettiğim bir anlaşmadan ibaretmiş. Beni dinlerken aslında benden ne kadar uzak
olduğunu fark etmemişim. O son mesajını okuduğumda içime sesinden yapılmış bir
uğultu dolduğunda fark ettim.

“Lütfen artık görüşmeyelim, beni kendine sığınak
yapmaktan vazgeç. Seni dinlemeyi her zaman sevdim ama olmadı işte, senin
aynanda kendimi göremedim. Sen etrafımda böyle dönmeye devam ettikçe korkarım
kendi güneşimi göremeyeceğim. Bunun için lütfen tek bir kelime dahi cevap yazma.
Yazarsan seni hayatımda hiç olmamış gibi sayacağım.”

Sesin hala içimde uğulduyor Bahar. Şimdi ben seninle bir daha aynı cümlede hiç geçmeyeceğim öyle mİ? Yol boyu sanki gölgen bir adım ardımdan geliyor gibi zannettim. O gece ve ondan sonraki
her gece. Arada durdum, gölgen yaklaşsın diye bekledim. Gelsin yanımda dursun
benimle yürüsün ya da yürüyüp yoluna devam etsin. İnsan hayatında birçok kez
yanılır, hata yapar, beklenmedik bir sürü hadise ile karşılaşır fakat bunların içinde en
ağırı insanın olmayacak bir şeyi olur gibi sanmasıymış. Ben öyle kapılmışım ki bu
sanrıya, seni hep yanımda sanmanın inancını sen üzerime yıkıp gittikten sonra da
seni aramaya devam ettim. O gece eve dönmedim. Ondan sonra devam eden üç
gece de gitmedim. Sabaha kadar dolaştım şehrin muhtelif sokaklarında, gün
doğumuna yakın sahile indim. Her yer bomboştu. Kıyıya yakın bir yere oturup öylece
denizi ve şehri izledim. Bu şehrin bütün sokakları denize çıkar. Ne zaman bana bir
yer tarif edecek olsan, benim adres özürlü olduğumu bildiğinden hafifçe gülümserdin.
Sonra devam ederdin; “Eğer kaybolursan olduğun yerden bak, yolun sonunda deniz
görünüyorsan korkma, denize doğru yürü, ben seni orada bulurum.” derdin.
Kayboldum Bahar. Güneş bugün de sen olmadan doğdu. Sana anlatacak ne çok
şey biriktirdim. Bu çalıştığım işyerinde de tutunamadım. Belki de sen haklıydın, ben
her şeyi biraz fazla abartıyorum. Aslında bu kadar kafaya takmasam bazı şeyleri, o
zaman belki işlerim daha yolunda gider. Ne yapayım Bahar, herkesin bir kötü huyu
var işte. Beni de Allah böyle yaratmış. Sen olsan şimdi “Sığınma bu düşünceye.”
derdin. Sığınamıyorum Bahar, anlatamıyorum kimseye derdimi. En yakın arkadaşıma
uzun süre seni anlattım. Günlerce o son mesajının kritiğini yaptık. “Sen olsan ne
yapardın?” dedi. Sabahlara dek bunu düşündüm, ben o aynada hep seni gördüm
Bahar. Ablanla tanışıklığımız vardı, senden önce uzun süre birlikte çalışmıştık.
Gönüllü olarak yaptığımız ortak projelerde bir araya gelirdik. Arada adın geçerdi
merak ederdim öyle anlık, sonra gelip geçerdi. Senden fikirler alırdı bazen, nasıl

güzel işler çıkarırdık.

Senin daha okulun bitmemişti o zamanlar. Bir gün senin
okuduğun kitaplardan birini getirmişti yanında, aceleyle yaptığı işlerinin arasında
benim masamda unuttu gitti. Merakımdan sayfalarını karıştırmaya başladım. Altı çizili
cümlelerine kaydı gözüm, “Mademki unutacağız o zaman niye yaşayalım?” cümlesinin
altını defalarca çizmiştin. Uzun süre buna takılı kaldım. İnsan altını çizdiği cümlelerle
yarasını ifşa edermiş. O an ilk defa kendimi sana yakın hissettim. Garip bir yakınlıktı
bu, sonrasında senin defalarca kez takıntı dediğin o yakınlık. Telefonu elime alıp
sosyal medya hesabını ekledim. Zaten ablandan dolayı birçok yakın arkadaşımız
vardı. Ara sıra girip öyle paylaşımlarına bakmaya başlamıştım. Her paylaşımında
sanki içimde kapanmamış bir yarayı kanatıyordun. Gözümde öyle güzel bir yer
edinmeye başlamıştın ki artık aynaya baktıkça yüzümün yanına yüzün ilişmeye
başlamıştı. Ablan o sıralarda farklı sebeplerle proje değişikliği yapmıştı. Artık
konunun sana geldiği kadar uzun sohbetler edemiyorduk. Bir gün sana yazdım. İlk
mesajını saklıyorum hala, bundan haberin yok Bahar. Öyle sohbet olsun diye bir kitap
ismi sormuştum. “Gündüz Rüyası’nı bilir misin?” demiştin. Öyküm böyle başlamıştı.
Sonra sen geldin bu şehre, oturduk saatler boyu havadan sudan sohbetler ettik. Sen
konuşurdun, ben yanaklarında açan kiraz çiçeklerine bakardım. İnsan kalbiyle görür
Bahar.. Avuçlarıma bakar kader çizgimi okurdun; “Sana uzun bir yol görünüyor, bir
de uzun bir ömür” derdin. Ben hep seni yanımda hayal ederdim. ‘Hadi anlat üç
cümleyle’ oynardık seninle. Bana kırılmayı anlat demiştim bir defasında sana, “buna
kolay cevap verilmez, biraz düşünebilir miyim?” demiştin. Yeri gelmişken söyleyeyim
Bahar, bana hiç geçmeyecek bir kırgınlık bıraktın. O son mesajından sonra sana
defalarca yazdım. Anlaşılmaya çalıştım. Senin duvarların vardı, benimse kollarım
omuzlarımdan kesilmişti. Yüz üstü düşmüştüm. Bunun için yerden kalkmam epeyce
zor oldu. Senin keskinliğine takılan her şeyim anında ortadan bölünüyordu. Oysa
hayat meşgalem devam etmek zorundaydı. Biriken faturalar, kira, sigara, günlük
ihtiyaçlar yakamdan tutup beni kendime getirse de her gece o aynı uğultu kulaklarıma
dolmaya devam etti. En çok da sesini özledim Bahar, sesli mesajlarını açıp tekrar
tekrar dinliyorum çoğu zaman. Bugün yine seni gördüm rüyamda, öyle uzaktan
suskun bakıyordun yüzüme, yüzünde yine o yabancı ifade. Elinde tuttuğun aynayı
güneşe çevirmiş yüzünü arıyordun. Benimse elimde yönünü hep yanlış gösteren bir
pusula, sığınacak yer arıyorum hala gözlerinde.

Exit mobile version