Lidyalılar pişman, Sokrates yorgun bu aralar. Çağımızı anlatıyorum aklınız karışmasın. Ve Sümerler dertlenmemizi sağlayan tek kavimdir. Neden mi? Buyurunuz efendim.
İlkokula giden bir çocuğu düşünün, boyu, sırtında taşıdığı çantadan birkaç cm daha uzun ve belki kokulu silgiye sahip şanslı kavimden. İlk öğreneceği şeylerden ikisidir, yazıyı bulan Sümerler, parayı bulan Lidyalılar diye. Ve uygar insan tarihi başlar. Aynı zamanda bu bir mesajdır tarihte kaybolmaya yüz tutmuş kavimlere. Yani diyor ki; her şeyi belirleyen para bulunmuş ve paranın kayıt altında tutulmasını sağlayan yazı da bulunmuş başka bir şeye gerek yok diye. Bundan sonra ki süreçlerde her şey bunların etrafında dönmüştür. Ya paraya yeni bir biçim verilmiş ya da yazıyı geliştirmek için farklı teknikler kullanılmıştır.
Sene, tarihte çok anılmış herhangi bir zaman, ilkel çağın biraz ilerisindeyiz ve Mısır’da alnımızın tam ortasına vuran güneş ışıkları ruhlarımızı kurutuyor adeta. Hemen ileri de Nil nehri ve bereketli havzası. Çoğu tarihi kaynakta medeniyetlerin başlangıç noktası olarak yer edinmiş bir coğrafyadır burası. Tarım yapabilmek için gerekli kanallar, hasat zamanı belirlemek için gerekli takvimler ve firavunların kullanacakları ojeler sınıflandırılmıştır. Tüm bunları düzenli bir şekilde akılda tutmak neredeyse imkânsızdır. Bunun için belli bir sınıf ortaya çıkmış ve sonraları vakanüvis olarak tarih yazıcılığı anlamında kullanılacaktır. Evet, Mısırlılar bunu akıl edebilmişler ve yazmaya başlamışlar. Fakat bir problem ortaya çıktı sonraki dönemlerde kâğıdın bulunmayışı ve parşömenlerin nadir bulunmasıyla ilgili bir problemdi bu. Üstelik henüz mürekkebin çok çok nadir bulunduğu dönemlerdi. Bu problemin üstesinden gelebilmek için farklı yollar denenmiştir; parşömen üzerine yazılan yazıyı silip tekrar yazmak gibi mesela, bu çok sonraları Ortaçağ Avrupa’sında kutsal metinleri korumak için kullanılacak ve adına da ‘Palimsest’ denilecektir. Sonra kâğıt yaygınlaştı, mürekkep arttı, artık ulaşılabilirlik bakımından önemli bir konumdadır yazı.
Bu yaygınlaşmadan nasibini almak isteyen bir zümrede ortaya çıktı tabi ki; halk arasında biz bunlara ‘Yazarlar’ diyoruz. Muhtemelen ilk kıvılcım şöyle başlamıştır; kağıt var, mürekkep var ee o zaman ben neden olmayayım. O işler öyle olmuyor tabi ki. Bunun için Lidyalıları hatırlamak gerekecektir. ‘Para’ ( bir aşk sözcüğü olsa gerek bilmiyorum ben). Lidyalılar iyi bir kavimdi parayı bulana kadar, hala öyle değil mi? Parayı bulan bozulur bu evrensel insan hakları bildirgesine eklenmemiş bir maddedir. Takas usulünün külfeti insanları pratik bir ‘şeye’ itmiştir ve ona para denilmiştir bu kadar basit. Adamların çok üstüne gitmemek gerek. Konuya dönecek olursak, erken tarih dönemlerinde mürekkebe ve kağıda ulaşmak zordu, sonraki dönemlerde yazdıklarını basmak ve dağıtmak zor olacak henüz oraya gelemedik. Mısır’da ben yazarım diyebilmek için üç şeye ihtiyacın vardı; hayal gücüne, hayalini kağıda yazabilme kabiliyetine ve paraya. İlk ikisi cepte mesele üçüncüsü, tabi gidip te Firavun bey ben bir kitap yazacağım varsa biraz para verin diye bir şey söyleyemiyorsun! en hafif ceza olarak aslanların önüne atılabilirsin, buna da şükür. Tam burada bir virgüle ihtiyacımız olacaktır. Olayları tarihsel bağlamda değerlendirirken yanlış ilişkilendirmenin tehlikesi üzerinedir bu virgül.
‘Dondurma satışları artıktan sonra denizde boğulmalar da arttı’ tarihte önemli yer tutan bir örnektir. Daha çok yanlış ilişkilendirme üzerine matematikte sıkça değinilir. Eğer bir durum yaşanmış ve aynı dönemlerde başka olaylarda yaşanmış ise bunlar arasında ilişkiler nasıl okunmalı? Herhangi bir eser yazan için; ‘yazdıkları iyi olmadığı için satılamadı ve para kazanamadı’ diye bilir miyiz? Yada ‘parası olmadığı için kitap basamadı’ yani aslında olaylara baktığımızda aynı anda yaşanan durumlardır fakat ilişkilendirme esnasında tıpkı dondurma örneğinde olduğu gibi bir yanlış ilişkilendirme vardır. Bir yazar Sümerleri bilir, Mısırlıları da bilir fakat Lidyalıları bilemez. O zaman şunu diyebiliriz; Yazı yazan Lidyalıları bilmeli. ( ve bu da yanlış bir ilişkidir)
Virgülden sonraya devam etmek gerekecektir. Eski bir film kuralını hatırlayacak olursak eğer şöyleydi; herhangi bir görüntüde geçen herhangi bir nesne muhakkak bir yerlerde bir şeyler yapmalıdır ya da bir işe yaramalıdır. Bundan mülhemle yazının başında geçen Sokrates ismi bu yazıda bir işe yaramalıdır. Sokrates ile tek ortak yanımız parasız oluşumuzdur hiç şüphesiz. Fakat birde şöyle der; “Eğer istediğin olmazsa acı çekersin, eğer istemediğin bir şey olursa da acı çekersin, hatta istediğin şey gerçekleşse dahi onu kaybetme ihtimalin olduğu için yine üzülürsün.” Yani her türlü hüzünlü olansın.
Yazarsın yayınlayamazsın üzülürsün, yayınlar satamazsın üzülürsün hadi yayınladın ve sattın yine üzüleceksin çünkü yaptığın küçük bir hatayı çok daha fazla kişi görmüş olacak. Bu yazının amacı yazarların hüzünlü oluşunu yazmak üzerineydi.
Halil Ecer
İZDİHAM